2009 yılında, şimdi Havran Barajının suları altında kalan 20 bin yarasanın evi olan bir mağaranın çekimleri için gittiğimiz bölgede “gelmişken molibden madenini ve Thebe Antik Kenti’ni de görelim” demiştik. Duvarında Çanakkale Savaşı’nın kahramanlarından Koca Seyit’in adının ve fotoğrafının bulunduğu bir binanın önünde köylülerle çay içmiştik. Büyük harflerle “Bu bina Özdoğu Madencilik Şirketi’nin köyümüze armağanıdır” yazısının altında konuştuğumuz köylüler molibden madeninden hiç de rahatsız olmadıklarını, aksine kendilerine iş sahası çıktığını söylemişlerdi.

Yarım saat kadar durduğumuz köyden ayrılıp Thebe Antik Kenti’ne doğru giden yol molibden madeninin pasa yığınlarının dibinden geçiyordu. Kaz Dağı silsilesinin bir parçası olan Eybek Dağı’nın eteklerine kurulmuş, zümrüt yeşili ormanlar ve fıstık çamları ile kaplı bölgede molibden madeninin bulunduğu alan gövdesine kurt girmiş bir bitkiye benziyordu. Kurt bitkinin dalını yaprağını kemire kemire ilerliyor, önüne geleni yiyip tüketiyordu.

O zaman molibden madeninin bulunduğu alanı tam olarak görememiştik. Pasa tepelerinin arasından geçen yolun görüş açısındaki kadarlık bir maden sahasını görüntüleyebilmiştik. Tahribatın o zamanki boyutu, sadece görebildiğimiz kadarlık kısmı ile sınırlıydı bizim için.

Aradan 14-15 yıl geçtikten sonra tekrar gittiğimiz bölgede bu sefer maden alanının tamamını gezme olanağı bulduk. Tepeoba Molibden Madeni’ne bu kadar zaman sonra yeniden gelmemizi Altınolukta’ki bir yerel seçim çalıştayında karşılaştığımız Kamil Aru ile kararlaştırmıştık. Tarım Orman İş Genel merkez yöneticisi de olan Aru’nun molibden madeni ile ilgili anlattıkları o kadar ilginç şeylerdi ki aradan bir iki hafta geçmeden bu çekimler için tekrar bölgeye geldik.

Bu Molibden Madeni ile ilgili daha önce yaptığımız bir haberi de yeri gelmişken anımsatayım; Evrensel’de 30 Mart 2013 tarihinde çıkan haberde Küçükkuyu beldesinde bir kadının zehirlenme öyküsü anlatılıyordu. Eylül ayında Tepeoba köyü yakınlarındaki yanan alanda fidan dikme etkinliğine katılan Sonay Demir bir süre sonra dudağının etrafında oluşan iltihaplanmalarla ilgili doktora gitmişti. Yanan alanda eldivenlerle fidan dikimi yapan Demir yaşadığı sağlık sorununu şöyle anlatmıştı gazetemize; “Fidan dikimi sırasında dudağımda, yüzümde bir karıncalanma hissettim. Elimde eldiven vardı ama artık yüzüme mi temas ettirdim, yoksa havayla mı oldu bilmiyorum, daha alandayken bir sıkıntı başlamıştı. Eve döndüğümde aynı gece dudağımda mantar gibi, uçuk gibi kabartılar oluştu. Sabah aile doktoruna gittim. Gezi de o doktor da vardı. O, kendisinde de benzer etkilerin görüldüğünü ve bunun madendeki kimyasallardan kaynaklanmış olabileceğini söyledi.” Fidan dikimi yapılan yer madenin atık barajının dibinde bir alandı ve doktor da o bölgede ağzında ve dudaklarında kuruluk hissi yaşamıştı.

İşin akıl dışı bir yönü daha ortaya çıktı sonradan. Madenin atık havuzundaki su, o dönemde çıkan orman yangınlarını söndürmek için kullanılmış, helikopterler defalarca bu atık havuzundaki sudan alarak yangın alanına boca etmişti. O dönem sabotaj şüphelerinin de milletvekili düzeyinde dile getirildiği yangına (Baş şüpheli olarak molibden şirketinin adı anılıyordu, çünkü yangın tam da madenci şirketin istediği sahaları yakmıştı) atık barajından alınan suyla müdahale edilmiş, içinde birçok kimyasal maddenin bulunduğu bu zehirli suyun bölgedeki derelere karışması nedeniyle adeta kaş yaparken göz çıkarılmıştı. Orman ve Su İşleri Bakanlığının yangına acil müdahale edilebilmesi için atık havuzundan su alındığı iddialarını doğruladığı haberi de gazetemiz 30 Ocak 2013 tarihinde “Yangına zehirle gitmişler” başlığıyla manşetinden duyurmuştu.

Tepeoba Molibden Madeni’nde geçtiğimiz şubat ayında yaptığımız çekimlerde ise terkedilmiş bir maden sahasını görüntüledik maden işletmesi olabildiğince büyümüş ve daha da büyüyebilmek için çeşitli hazırlıklar yapmışken birden kapanmıştı. Bu kapanmanın cevher bittiği için olduğu söyleniyordu ancak işletmenin bölgede ne kadar cevher kaldığını bilmeden yeni bir atık havuzu yapmayacağı, bu kadar parayı sokağa atmayacağı da ortada.

2019 yılında maden alanını terk eden şirket, bıraktığı devasa maden sahasını ve 500 metre çap ve 170 metre derinliğe ulaşan açık ocağı ÇED raporundaki taahhüt gereği rehabilite etme zorunluluğundan kurtulmak için çeşitli yollara başvurmuştu Açık ocağı önce Balıkesir Büyükşehir Belediyesine çöplük olarak kullanılması için verilmek istenmiş, güya bu çöplerden enerji elde edileceği gibi albenili reklamlarla desteklenen projenin bu çöplerde birikecek metan gazının bölge açısından adeta bir bomba üzerinde yaşamak anlamına geleceğinin anlaşılması üzerine bu işten vazgeçilmişti.

Bu sefer açık ocağın orman yangınlarına müdahale için gölet haline getirilmesi önerilmiş, ancak gölet içindeki turkuaz mavisi suyun Karayip Denizi ya da bizim Salda Gölü’nü andıran güzel görüntüsünün ardında ciddi bir kimyasal zehir olduğu ortaya konunca bu işten de vazgeçilmek durumunda kalınmıştı. Bu turkuaz mavisi su birikintisi Yatağan Termik Santralinin kül barajında da görüntülenmişti. Bu masmavi suların bırakın balığı, kurbağayı mikroskobik düzeyde bile canlı yaşayamayacak derecede kirli olduğu ortaya çıkmıştı.

Terk edilen maden sahasının ne yapılacağı ile ilgili ortaya konan saçma projeler bunlardan ibaret değildi. Maden sahasının devasa büyüklükteki alanına yüz binlerce lavanta, Japon ayvası, çam, kekik, oğulotu, adaçayı, erguvan fidanları dikilerek sahanın “bal ormanı” yapılması fikri kuşkusuz en çılgın projelerin başında geliyordu. Günlerce, bölgedeki köylüler maden sahasına 270 bin fidan dikmiş, Orman Genel Müdürlüğü de “Kumluca Bal Ormanı” adını verdiği maden sahasının girişine “Kapanan bu maden alanında arılara bal yapmaları için ortam hazırlanmıştır” diye bu fidanların türlerini ve sayılarını yazdığı bir tabelayı gururla dikmişti!

Bu tabelanın önünde görüştüğümüz Kamil Aru, yapılan bu işlemle bir taşta birkaç kuş vurulmasının hedeflendiğini söylüyordu; “Her şeyden önce bu maden şirketi çok büyük bir rehabilitasyon masrafından kurtarıldı. Şirketin bu madenden şimdiye kadar kazandığı paranın on katını harcasa yeniden eski haline getiremeyeceği bir yara bu şekilde hem de “bal ormanı” yalanı ile kamunun sırtına yüklendi. Burada bu fidanlar büyür mü, büyüse bu bitkilere arılar konar mı, konsa bu bitkilerden yapılacak bal yenir mi? Tüm bunların hiç hesaba katıldığını sanmıyoruz”.

Tepeoba Molibden Madeni’nin bulunduğu alanda şimdi 270 bin bitki fidanı dikilerek yapılan bir bal ormanı ve onun 300 metre uzağında turkuaz renkli zehirli sularla dolu bir gölet var. İlk çalıştığı yıllarda köylülere şirin görünmek için kahvehane yapıp hediye eden şirketin giderayak son hediyesi ise bu “bal ormanı” ve “zehirli gölet” olmuş.

QOSHE - Zehri bal eyledik! - Özer Akdemir
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Zehri bal eyledik!

14 9
11.03.2024

2009 yılında, şimdi Havran Barajının suları altında kalan 20 bin yarasanın evi olan bir mağaranın çekimleri için gittiğimiz bölgede “gelmişken molibden madenini ve Thebe Antik Kenti’ni de görelim” demiştik. Duvarında Çanakkale Savaşı’nın kahramanlarından Koca Seyit’in adının ve fotoğrafının bulunduğu bir binanın önünde köylülerle çay içmiştik. Büyük harflerle “Bu bina Özdoğu Madencilik Şirketi’nin köyümüze armağanıdır” yazısının altında konuştuğumuz köylüler molibden madeninden hiç de rahatsız olmadıklarını, aksine kendilerine iş sahası çıktığını söylemişlerdi.

Yarım saat kadar durduğumuz köyden ayrılıp Thebe Antik Kenti’ne doğru giden yol molibden madeninin pasa yığınlarının dibinden geçiyordu. Kaz Dağı silsilesinin bir parçası olan Eybek Dağı’nın eteklerine kurulmuş, zümrüt yeşili ormanlar ve fıstık çamları ile kaplı bölgede molibden madeninin bulunduğu alan gövdesine kurt girmiş bir bitkiye benziyordu. Kurt bitkinin dalını yaprağını kemire kemire ilerliyor, önüne geleni yiyip tüketiyordu.

O zaman molibden madeninin bulunduğu alanı tam olarak görememiştik. Pasa tepelerinin arasından geçen yolun görüş açısındaki kadarlık bir maden sahasını görüntüleyebilmiştik. Tahribatın o zamanki boyutu, sadece görebildiğimiz kadarlık kısmı ile sınırlıydı bizim için.

Aradan 14-15 yıl geçtikten sonra tekrar gittiğimiz bölgede bu sefer maden alanının tamamını gezme olanağı bulduk. Tepeoba Molibden Madeni’ne bu kadar zaman sonra yeniden gelmemizi Altınolukta’ki bir yerel seçim çalıştayında karşılaştığımız Kamil Aru ile kararlaştırmıştık. Tarım Orman İş Genel merkez yöneticisi de olan Aru’nun molibden madeni ile ilgili anlattıkları o kadar ilginç şeylerdi ki aradan bir iki hafta geçmeden bu çekimler için tekrar bölgeye geldik.

Bu Molibden Madeni ile ilgili daha önce yaptığımız bir haberi de yeri gelmişken anımsatayım; Evrensel’de 30 Mart 2013 tarihinde çıkan haberde Küçükkuyu beldesinde bir kadının zehirlenme öyküsü anlatılıyordu. Eylül ayında Tepeoba köyü yakınlarındaki yanan alanda fidan dikme etkinliğine katılan Sonay Demir bir süre sonra dudağının etrafında oluşan iltihaplanmalarla ilgili doktora gitmişti. Yanan alanda eldivenlerle fidan dikimi yapan Demir yaşadığı sağlık sorununu şöyle anlatmıştı gazetemize;........

© Evrensel


Get it on Google Play