Neredeyse 11 yıl olmuş, o zamanki tartışmaların üzerine “Dönek” başlıklı yazımı yazalı. Limter-İş Sendikasından Süleyman Yeter’in işkence sonucu ölümünden sorumlu sanıklardan Okuducu aldığı ceza üzerine Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulunca düzenlenen rapora karşı çıkıp; “Dava dosyasındaki Adli Tıp Raporunda imzası bulunan Şebnem Korur Fincancı, öğrencilik yıllarında MLKP örgütüne bakan TEM şube TİM-4 görevlilerince gözaltına alınıp sorgulanmıştır. Bu konuyu daha önce ben ve avukatlarım ifade etmemize rağmen konu yeterince araştırılmamıştır. Süleyman Yeter de bu son gözaltı olayından önce TİM-4 tarafından gözaltına alınmış ve şikayette bulunmasının ardından işkence suçlamasıyla polis memurları hakkında dava açılmıştır” diyerek raporu karalama ve değersizleştirme çabalarını sürdürmüştü. Adli Tıp Kurumunda 6 kişilik bir heyet tarafından oy birliği ile verilmiş bir karar vardı ve 6 üyenin de imzaladığı bu raporun tüm sorumluluğu o zaman da bana yüklenmişti. Sonrasında “devlet düşmanı” sıfatı ile tanımlanıp, Adli Tıp Kurumundaki ikinci görevime son verilmesi de aynı döneme rastlıyor. O zaman yazıda da belirtmişim, devlet düşmanı sıfatı edinmem ve aidiyetimin yeniden tanımlanmasında Uğur Mumcu ve daha birçok düşün insanının ölümünde sorumluluğu olduğu ve Hizbullahçı oldukları iddia edilen kişilerin gözaltı sürecinde muayenelerinin yeterli olmadığı, yeniden muayene edilmeleri gerektiğine ilişkin raporumun da katkısı vardı. Anlaşılan o ki, kafaları karışmış, solculara da kökten dincilere de rapor düzenlediğime göre olsam olsam devlet düşmanı olabilirim kararına varılmıştı sonunda ve bu sıfatı o zamandan beri, çeyrek yüzyıldır taşıyorum. Dönemin Aktüel dergisi de bu haberi; ironiyle “Fincancı, bir solcu bir sağcı” başlığı ile haber yapmıştı o yıllarda.

O dönemdeki yazıyla devam edelim: “Sanık Okuducu öğrencilik yıllarımda MLKP örgütüne bakan TEM şube TİM-4 görevlilerince gözaltına alınıp sorgulandığımı söylüyor. Bilmez değiller elbet, öğrencilik yıllarım 1977-1983, oysa MLKP örgütünün kuruluşu yanılmıyorsam 1994 yılıdır. Bu durumda olmayan bir örgütten gözaltına alınıp sorgulanmış oluyorum, hatta belki de neredeyse kuruluşundan 20 yıl önce bu örgütü kurmayı planladığımı anlamış ve gözaltına almışlardır, kim bilir! Halbuki tam da MLKP’nin kurulduğu yıllarda dönemin Adalet Bakanı bana Dev-Solcu olup olmadığımı sormuştu, gene işkencede öldürülen ve bu durumu belgeleyen rapor düzenlediğim Baki Erdoğan’ın örgütüne dayanarak… Bu konuşmanın üzerinden geçen 10 yılda ülke gündemindeki örgüt değişmiş olmalı ki, 2005 yılında Sevil Atasoy ve Ümit Sayın tarafından o zaman 1. Ordu komutanı olan Hurşit Tolon’a verilen raporda PKK ile ilişkim olduğuna karar verilmiş. Bu kadar çok örgüt ilişkisi arasında kafam karıştığı için, nerede okuduğumu hatırlayamadığım bir diğer yazılı belgede de, Ceyhan Mumcu’nun hakkımdaki suç duyurusu olabilir, öğrencilik yıllarımda İGD ve Dev-Yol ile ilişkilerimden söz ediliyor. Farkındaysanız durum eşyanın tabiatına aykırı! Anlaşılan örgüt örgüt dolaşmamak, devlet düşmanı ilan edilmemek için benim de emirlere uymam, etik ilkeleri bir yana bırakmam gerekirmiş. Nasıl olsa bir insanı işkencede öldürmenin bu ülkede hatırı sayılır bir bedeli yok, hiç olmazsa döne döne başım dönmezdi!

Ne yazık ki bu ülkede okuma alışkanlığımız yerlerde sürünüyor. Öyle olunca en eğitimli kesimler bile okudukları kısacık metinleri dahi kavrama/idrak konusunda zorluk yaşıyorlar. İnsan haklarını ayrımsız herkes için kabulde, hiç kimseye işkence yapılamayacağı gerçeğini anlamakta zorlanıyorlar. Neden her zaman bu tür olaylarda adımın geçtiğini düşünmemeyi, inatla ayrımsız herkes için insan hakları diyen olarak bir ajandam olduğuna, paraya tamah etmiş olabileceğime, bilimden uzak dillere inanmayı tercih ediyorlar. Bu karalamaların, hak ihlallerinin belgelenmesinden meslektaşlarımın bucak bucak kaçmasının asıl sebebinin tam da bu saldırılar olduğunu, o nedenle sıkıntılı her durumda başvurulan kişi olmak zorunda kaldığımı görmezden geliyorlar.

Hayır, hiç kimseye sahte rapor düzenlemedim. Evet, Mumcu sanıklarını muayene etmedim. Zaten muayene etmediğimi de yazmıştım raporda ve muayeneler yetersiz, yeniden muayene edilsinler demiştim. Hayır, Myasthenia Gravis (kas zayıflığına neden olan hastalık) var demedim. Ayırıca tanı için bu hastalık da dahil araştırdık, bulamadık, dedim. Hayır, Karabulut dosyasında Adli Tıp Kurumuna yön vermedim. Kurumun bulaş olduğu açıklaması üzerine, o yıllarda henüz kendine muhalif, solcu diyen basın organlarının da TTB Başkanı olduğumdan beri dahil oldukları sansüre ana akımda bile takılmadığım için sordular, bilimsel olarak mümkün olduğunu anlattım. Üstelik o zaman Adli Tıp Kurumundaki görevime son verileli 10 yılı bulmuştu.

Hayır, işkence raporları düşündüğünüz kadar etkili değil. Neden mi? İşkencenin bazılarına uygulanabileceğini düşünenler her seferinde karşı mahallenin işkencelerini görünür kılanlara ağız dolusu sövmeyi marifet belledikleri için... Dönen ben olmadığıma göre, kimin döndüğünü herkes kendisine sormalı derim.

QOSHE - Büyük kavga - Şebnem Korur Fincancı
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Büyük kavga

51 25
15.02.2024

Neredeyse 11 yıl olmuş, o zamanki tartışmaların üzerine “Dönek” başlıklı yazımı yazalı. Limter-İş Sendikasından Süleyman Yeter’in işkence sonucu ölümünden sorumlu sanıklardan Okuducu aldığı ceza üzerine Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulunca düzenlenen rapora karşı çıkıp; “Dava dosyasındaki Adli Tıp Raporunda imzası bulunan Şebnem Korur Fincancı, öğrencilik yıllarında MLKP örgütüne bakan TEM şube TİM-4 görevlilerince gözaltına alınıp sorgulanmıştır. Bu konuyu daha önce ben ve avukatlarım ifade etmemize rağmen konu yeterince araştırılmamıştır. Süleyman Yeter de bu son gözaltı olayından önce TİM-4 tarafından gözaltına alınmış ve şikayette bulunmasının ardından işkence suçlamasıyla polis memurları hakkında dava açılmıştır” diyerek raporu karalama ve değersizleştirme çabalarını sürdürmüştü. Adli Tıp Kurumunda 6 kişilik bir heyet tarafından oy birliği ile verilmiş bir karar vardı ve 6 üyenin de imzaladığı bu raporun tüm sorumluluğu o zaman da bana yüklenmişti. Sonrasında “devlet düşmanı” sıfatı ile tanımlanıp, Adli Tıp Kurumundaki ikinci görevime son verilmesi de aynı döneme rastlıyor. O zaman yazıda da belirtmişim, devlet düşmanı sıfatı edinmem ve aidiyetimin yeniden tanımlanmasında Uğur Mumcu ve daha birçok düşün insanının ölümünde sorumluluğu olduğu ve Hizbullahçı oldukları iddia edilen kişilerin gözaltı sürecinde muayenelerinin yeterli olmadığı, yeniden muayene edilmeleri gerektiğine ilişkin raporumun da katkısı vardı. Anlaşılan o ki, kafaları karışmış, solculara da kökten dincilere de rapor düzenlediğime göre olsam olsam devlet düşmanı olabilirim kararına varılmıştı sonunda ve bu sıfatı o zamandan beri, çeyrek yüzyıldır taşıyorum.........

© Evrensel


Get it on Google Play