Bir 14 Mart haftasını daha geride bırakırken, Türkiye genelinde tabip odaları birçok etkinlikte hekimlerle bir araya gelmeye, hekimlerin yaşadıkları zorlukları ve çözüm önerilerini dile getirmeye, 16 Mart günü ise illerden gelip İstanbul’da buluşarak “Şiddetsiz, Güvenli, Güvenceli, Demokratik Bir Yaşam” sözüyle toplumsal ve politik iyilik hali için tüm insanların mücadelesinin ortaklaşması gereğini ifade etmeye çalıştık. Meslektaşlarımıza her 14 Mart için olduğu gibi, bir mektup göndermiştik:

Peki biz hekimler; yok sayıldığımız, tüketim nesnesine dönüştürülen sağlığın araçları olarak tepe tepe kullanıldığımız, ölümüne çalıştırıldığımız, emeğimizin değersizleştirildiği koşullarda neler yapabiliriz, bu zorlukların üstesinden birlikte gelebilir miyiz diye sormak ve yanıt aramak isterim bir 14 Mart’ta daha mektubumla sizlere ulaşırken.

Çok olmadı, yıllardır süregelen mücadelemizin köşe taşlarından biri de 11 Ekim 2021’de duyurarak emek ve meslek örgütleriyle birlikte başlattığımız “Emek Bizim Söz Bizim” eylemleriydi. İstanbul’dan başlayıp yol boyu coşkulu meslektaşlarımızla buluştuğumuz, emeğimizin karşılığını talep ettiğimiz Beyaz Yürüyüş, Forum, Nöbet, G(ö)rev eylemlerinden 305, bordrolarımızı faksladıktan ve çalışma alanlarımızdan “Oyalama değil, Hakkımızı istiyoruz” diyerek seslendikten 220 gün sonra; 12 Ağustos 2022’de Sağlık Bakanı “Beyaz Reform” demek zorunda kalmış, ek ödeme yönetmeliği ile ekonomik koşullarda en azından çalıştığımız süre boyunca kısmen de olsa bir iyileşme olmuştu.

Bizleri makineleştiren sistem içinde 10 dakikada bir verilen randevular yerini o 10 dakikaya iki hatta daha fazla hasta sıkıştırmak zorunda bırakmış; itirazımızı dile getirdiğimiz 20 Ekim 2021 gününün ardından süren eylemler ile 5 dakikada hekimlik yapılamayacağını, sağlığın o dakikalara sığamayacağını topluma da anlatma çabalarımız sonucunda, bakan 354 gün sonra randevu aralığının 10 dakikadan daha kısa olamayacağını açıklamak zorunda kalmıştı.”

Mektupta da ifade ettiğimiz gibi, mücadele kazandırıyor. Bu mücadeleyi de ne hekimler tek başına yapabilir ne de tüm sağlık emekçileri katılımı yeter kazanımlar için. Toplumun da sağlığa erişim hakkını savunması, sağlık ortamına ilişkin bizleri güvencesiz kılan, emeğimizi değersizleştiren, kölelik düzeninde çalışmaya zorlayan, aylardır kovaladığı randevuyu alabildiğinde hekimle ancak birkaç dakika kalabilmesini dayatan bu sistemin sağlıksızlığımıza prim verdiğini görüp bu mücadeleye destek olması mücadeleyi güçlendirir, güçlendirdi de. Bu mücadele sürecinde toplumsal katılım kamu otoritesini, pek çok yanlışı da barındırsa, bazı değişimler yapmaya zorladı.

Sağlık Bakanı 14 Mart arifesinde, gene tüm suçu topluma yükledi: Türkiye genelinde bir yıl boyunca 23 milyon kişi randevu alıp randevusuna gelmedi. Düzce’de ise 500 bin kişi randevusuna geldi, 100 bin kişi gelmedi. Randevu alıp randevuya gelmemek sağlık hizmetine ihtiyaç duyan bir kardeşimizin o hizmete ulaşmasına engel oluyor. Ödemenizin mümkün olmadığı hakka girmeyin” diye bir mesaj paylaşarak sorumluluğu topluma yıkmaya, kışkırttıkları sağlık talebinin, şehir dışında ulaşılamaz yerlere inşa ettikleri hasta garantili şirket hastanelerinin sağlıklı olmaya yeteceği algısı yaratmaya devam etti. Acaba o 23 milyon randevuya neden gidilemedi diye sormuyor da başkasının hakkına göz diktiğimizi ima ediyor.

Aylarca bekleyecek takati olmadığı için yemeğinden, suyundan kısıp tam da istedikleri gibi sermayeye teslim olmak, özel sağlık kuruluşu başvurularını artırmak, çareyi buralarda aramak zorunda kalmış olmasın insanlar. Belki de cebinde şehirler arası yolculuk yapacak parası kalmamıştır, kim bilir? Acilleri poliklinik hizmeti vermeye zorlamalarının payını da buraya bırakalım ayrıca. Bir yıl içinde nüfusunun on katı hastane ziyareti yapılan, acil başvurusu neredeyse nüfusun iki katı olan bu ülkede her 37 randevudan birine gidilememiş olmasının yükü insanlarda mı kalmalı yoksa ayda bir hekime gitme ihtiyacı yaratan ve sağlıksızlık üreten bir ülke yaratanları mı kutlamalıyız, sormak isterim. Hak ihlalinden söz edilecekse, ellerine kimse su dökemez zaten. Meslek örgütümüzün görevi de haklarımız için mücadele etmektir, hep birlikte sağlıklı kalacağımız demokratik bir yaşam için...

QOSHE - Demokratik bir yaşam sağlık için elzemdir! - Şebnem Korur Fincancı
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Demokratik bir yaşam sağlık için elzemdir!

11 16
21.03.2024

Bir 14 Mart haftasını daha geride bırakırken, Türkiye genelinde tabip odaları birçok etkinlikte hekimlerle bir araya gelmeye, hekimlerin yaşadıkları zorlukları ve çözüm önerilerini dile getirmeye, 16 Mart günü ise illerden gelip İstanbul’da buluşarak “Şiddetsiz, Güvenli, Güvenceli, Demokratik Bir Yaşam” sözüyle toplumsal ve politik iyilik hali için tüm insanların mücadelesinin ortaklaşması gereğini ifade etmeye çalıştık. Meslektaşlarımıza her 14 Mart için olduğu gibi, bir mektup göndermiştik:

Peki biz hekimler; yok sayıldığımız, tüketim nesnesine dönüştürülen sağlığın araçları olarak tepe tepe kullanıldığımız, ölümüne çalıştırıldığımız, emeğimizin değersizleştirildiği koşullarda neler yapabiliriz, bu zorlukların üstesinden birlikte gelebilir miyiz diye sormak ve yanıt aramak isterim bir 14 Mart’ta daha mektubumla sizlere ulaşırken.

Çok olmadı, yıllardır süregelen mücadelemizin köşe taşlarından biri de 11 Ekim 2021’de duyurarak emek ve meslek örgütleriyle birlikte başlattığımız “Emek Bizim Söz Bizim” eylemleriydi. İstanbul’dan başlayıp yol boyu coşkulu meslektaşlarımızla buluştuğumuz, emeğimizin karşılığını talep ettiğimiz Beyaz Yürüyüş, Forum, Nöbet, G(ö)rev eylemlerinden 305, bordrolarımızı faksladıktan ve çalışma alanlarımızdan “Oyalama değil, Hakkımızı istiyoruz” diyerek seslendikten 220 gün sonra; 12 Ağustos 2022’de Sağlık Bakanı “Beyaz Reform” demek........

© Evrensel


Get it on Google Play