Şenay AYDEMİR

Mary Harron’un Bret Easto Ellis’in aynı adlı romanından uyarladığı 2000 tarihli “Amerikan Sapığı” (American Psycho) filmi, eleştirmen klişesiyle söylersek ‘güzel yaşlanmış’! Hatta kült haline geldiği bile iddia edilebilir.

Zira film gösterildiği dönemde beğenilse de öyle aman aman bir ilgi de görmemişti. Oysa şimdi bu tarihten bakınca filmin öngörüsü ve bunu anlatırken yaptığı tercihlerin doğruluğu hayret uyandırıyor. Harron’un, romandaki anlatıda yaptığı değişiklikler filmin gerçek zamanı için fazla radikal bulunmuştu. Örneğin ana karakterimiz Patrick Bateman’ın aileden zengin bir züppe olduğu burada ima ediliyor sadece. Züppe olmasıyla yetiniyoruz!

Film, 1980’lerin sonunda Ronald Reagan döneminde bir grup Wall Street yöneticisinin dünyasında geçer. Asıl olarak da içindeki öldürme güdüsünü durduramayan Patrick karakterine odaklanırız. Bugün yıkıcı sonuçlarını yaşadığımız kapitalist dünyanın yeniden inşa edildiği bir dönem, söz konusu yıllar. Sovyetler Birliği ile birlikte halk cumhuriyetlerinin çözüldüğü, kapitalizmin kendince ‘sonsuz zaferini’ ilan ettiği ve yeni zenginler yarattığı (Yuppie) bir dönem.

İşte film, bu yeni yetme zenginlerin karakterlerine odaklanır. Onları hiçbir zaman çalışırken görmeyiz. Şık restoranlarda yerler, pahalı takımlar giyerler, lüks harcamalar yaparlar. Sürekli onay bekleyen, başkaları tarafından onore edilmeye ihtiyaç duyan, farklı olmak için çabaladıkça birbirine benzeyen bir erkek güruhu filmin merkezinde yer alır. Kadınları aşağılamayı, birbirleriyle öldüresiye rekabet etmeyi severler, alt sınıflardan ise tiksinirler.

Karakterimiz Patrick özelinde gördüğümüz gibi beden onlar için bir metaya dönüşmüştür. Filmin daha açılışındaki sahnede yeni kapitalist düzende arzu nesnesi haline gelen, cinsel objeye dönüşen ve bu yüzden sürekli yatırım yapılması gereken bir beden söz konusudur. Patrick’in yaptığı gibi egzersizlerle, diyetlerle, pahalı kozmetikler, estetik operasyonlarla korunması ve idealleştirilmesi gereken tüketim nesnesidir artık beden. Üstelik bu bedenin sürekli olarak başkaları tarafından onaylanmaya ihtiyacı vardır.

Film bu züppe grubunun birbirlerinin eşyalarını onaylama ama aynı zamanda da kıskanma ritüelleriyle doludur. Takım elbiseler, ayakkabılar, saatler, çantalar vb. sürekli gösterilmek, onaylanmak ve aynısına sahip olunmak üzere işlev kazanır filmin dünyasında. Birbirlerine üstünlük taslamak için durmadan yeni şeyler alan bir grup zengin züppe giderek birbirlerine benzer ve en nihayetinde finalde hepsi Reagan’ın suretinin bir yansıması olarak görünürler!

Ve fakat “Amerikan Sapığı”nı bugün kült film haline getiren şey yalnızca dönemin yeni yetme burjuvalarının tek tipliğini, ego manyaklıklarını ya da alt sınıflara karşı bitmeyen kinlerini göstermesi değil. Asıl olarak o dönem için ‘burjuvalara ait’ görünen kimi ‘tüketim alışkanlıkları’nın toplumsallaşmış olduğunu fark etmemizi sağlıyor film bir anda!

Örneğin bedenen bir arzu nesnesine, cinsel objeye dönüşmesi, sürekli yatırım istemesi, idealleştirilmesi fikrinin bugün toplumların büyük bir kesiminde içselleştiğini söylemek durumundayız. Üstelik bu bedenin de sürekli olarak başkaları tarafından onaylanmaya ihtiyacı var! Ya da belirli ürünleri tüketerek (sahip olarak) kendimizi ayrıcalıklı hissetme duygusunun genelleşmesini de sayabiliriz. Özetle filmde ‘tüketim toplumu’nun birer prototipi olarak gösterilen bu yeni yetme burjuvaların ruh hallerinin aradan geçen zamanda kapitalist toplum bireylerinin alametifarikası haline geldiğini görmek hayli şaşırtıcı.

Filmin züppeleri durmadan lüks restoranlarda yemeğe gitmek, oralarda yer bulabilmek için çabalarlar. Ancak görürüz ki asıl mesele yemeğin tadı, şöhreti falan değildir. Oradaki isimlerle yan yana olmanın hazzını yaşamak isterler. Dönemin siyasilerine, ama özellikle de zenginlerine yakın olmak isterler. Peki, bunu fahiş giriş ücretlerinin alındığı, 2 lahmacun 1 ayrana 3 bin lira ödenen plajlara girebilmek için günler önceden rezervasyon yaptıran, araya tanıdık sokan zamane ruhuna benzetebilir miyiz? Bu mekan sahiplerinden birisi “insanlar bu kadar parayı mekana ya da lahmacuna vermiyor ki, içerideki ünlülerle yan yana gelebilme fırsatına veriyor” demişti. Filmde anlatılan ve kapitalizmin ustaca başardığı şeylerden birisi bu galiba. Kendi ihtiyaçlarını bizimmiş gibi gösterme mahareti. Kendi arzularını bize mal etme becerisi. Bir yere giderek, bir şeye sahip olarak statü ve güç kazanacağımız yanılsaması!

En nihayetinde Patrick’in gözü film boyunca Trump’ı arar. Bir ara eşini, bir ara arabasını gördüğünü sanır. Olmak istediği kişi odur. Trump’ın ABD başkanlığında ve belki yeniden seçilecek olmasında, Arjantin’in ‘çakma Trump’ı Javier Milei’nın zaferinde ve daha birçok zengin züppenin toplumların yönetiminde söz kazanmaya başlamasında ‘Amerikan Sapığı’nın arzularının küresel anlamda toplumsallaşmasının da etkileri vardır, kim bilir?

QOSHE - ‘Amerikan sapığı’ içimizde mi? - Şenay Aydemir
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

‘Amerikan sapığı’ içimizde mi?

30 1
02.12.2023

Şenay AYDEMİR

Mary Harron’un Bret Easto Ellis’in aynı adlı romanından uyarladığı 2000 tarihli “Amerikan Sapığı” (American Psycho) filmi, eleştirmen klişesiyle söylersek ‘güzel yaşlanmış’! Hatta kült haline geldiği bile iddia edilebilir.

Zira film gösterildiği dönemde beğenilse de öyle aman aman bir ilgi de görmemişti. Oysa şimdi bu tarihten bakınca filmin öngörüsü ve bunu anlatırken yaptığı tercihlerin doğruluğu hayret uyandırıyor. Harron’un, romandaki anlatıda yaptığı değişiklikler filmin gerçek zamanı için fazla radikal bulunmuştu. Örneğin ana karakterimiz Patrick Bateman’ın aileden zengin bir züppe olduğu burada ima ediliyor sadece. Züppe olmasıyla yetiniyoruz!

Film, 1980’lerin sonunda Ronald Reagan döneminde bir grup Wall Street yöneticisinin dünyasında geçer. Asıl olarak da içindeki öldürme güdüsünü durduramayan Patrick karakterine odaklanırız. Bugün yıkıcı sonuçlarını yaşadığımız kapitalist dünyanın yeniden inşa edildiği bir dönem, söz konusu yıllar. Sovyetler Birliği ile birlikte halk cumhuriyetlerinin çözüldüğü, kapitalizmin kendince ‘sonsuz zaferini’ ilan ettiği ve yeni zenginler yarattığı (Yuppie) bir dönem.

İşte film, bu yeni yetme zenginlerin karakterlerine odaklanır. Onları hiçbir zaman çalışırken görmeyiz. Şık restoranlarda yerler, pahalı takımlar giyerler, lüks harcamalar yaparlar. Sürekli onay bekleyen, başkaları tarafından onore edilmeye ihtiyaç duyan, farklı olmak için çabaladıkça birbirine benzeyen bir erkek güruhu filmin merkezinde yer alır. Kadınları aşağılamayı, birbirleriyle öldüresiye rekabet etmeyi severler, alt sınıflardan ise........

© Evrensel


Get it on Google Play