Şenay Aydemir

Norveçli Yönetmen Kristoffer Borgli uluslararası tanınırlık kazandığı ikinci uzun metrajı “İlgi Manyağı” (Syk Pike)* filminde beden meselesini takıntı haline getiren genç bir kadını merceğine alıyordu. Ama bu perdenin arkasında gizlenen asıl şey ilgi görme, ilgi çekmenin verdiği hazzın bizi nerelere kadar götürebileceğini göstermekti.

Bu hafta itibarıyla sinemalarımıza konuk olan yeni uzun metrajı “Rüya Senaryo” (Dream Scenario) ile ABD topraklarına adım attığını gördüğümüz yönetmen benzer bir temayı başka türlü ele alıyor. Bir kez daha hikayenin odağında ‘ilgi’ var aslında. Ancak bu sefer daha fantastik bir alana doğru çekiyor anlatıyı Borgli, biraz da toplumsal eleştiri katıyor işin içine. “İlgi Manyağı”ndaki Signe ile buradaki Paul arasında paralellikler de göze çarpıyor kimi zaman.

Paul, evli, iki çocuğu olan tabii ki iki katlı bir banliyö evinde yaşayan bir üniversite hocasıdır. Film, kızının bir rüyasıyla açılır. Küçük kız rüyasında bir tehditle karşılaşır ama yanında olan Paul hiçbir şey yapmaz onu kurtarmak için. Paul benzer bir rüyayı yakın arkadaşının da gördüğünü öğrenir. Daha sonra başka tanıdıkları da rüyalarında çeşitli biçimlerde onu görmüşlerdir. Hemen hepsinde rüya gören tehdit altındadır ama Paul onları kurtarmak için kolunu kıpırdatmaz. Filmin bu evresi Paul’un nasıl bir adam olduğuna dair. Silik bir adamdır Paul. Kimse için bir şey yapmadığı için, hiçbir şeye karışmadığı için siliktir biraz da. Öğrencilerine anlattığı zebralar gibidir. Yani doğada değil, sürünün içinde kamufle olmak için evrimleşmiştir sanki o da. İlk önce tanıdığı kişiler tarafından görülen bu rüyalar, onun hakkındaki fikirlerinin bir iz düşümü olarak da düşünülebilir. Ancak tanımadığı insanların rüyalarına da girmeye başlayınca bir anda dikkatler üzerine çekilir.

Sosyal medya çağında şöhret bir anda gelir. Paul’un bir salgın gibi herkesin rüyasına girmeye başlamasıyla gelen tanınırlık eşi ve kızları üzerinde de olumlu etki yapar. Onların da işleri yoluna girmeye başlar. Tabii bu durumdan en çok zevk alan Paul’dur. Yeni nesil ‘imaj şirketleri’ onunla temasa geçip, altı sıfırlı rakamlardan bahsetmeye başlarlar. O ise bu durumu bir kitap yazarak değerlendirmek ister. Ancak bu kitap tabii ki hiç yazılmayacaktır.

“Rüya Senaryo”, Paul’un rüyalardaki imajının değişmeye başlamasıyla birlikte başka bir yola giriyor ve kahramanımız “persona non grata” ilan ediliyor. Nasıl ki başkalarının rüyasına girdiği için sevildiyse, aynı rüyalarda insanlara kötü davrandığı için nefret öznesi haline gelir. İlkinin keyfini nasıl sürdüyse ikincisinin sonuçlarına da öyle katlanmak zorunda kalır. “Rüya Senaryo” bir biçimiyle çağdaş bir “Amerikan Rüyası” eleştirisi. Bir yanıyla da yeni nesil kapitalizme dair dokundurmalar barındırıyor. Hollywood “Sıradan adamın kahramana dönüşmesi” temasını pek sever. Film biraz da böyle. Vasat bir adamın Amerikan kahramanına dönüşme rüyası. Sonra bu rüyanın kabusa dönme serüveni. Ancak ‘sıradanın kahramanlığı’ anlatısını finale doğru ‘kahramanın sıradanlığı’na dönüştürüyor ki güçlü yanlarından birisi filmin. Öte yandan kapitalizmin rüyayı da bir pazarlama alanına dönüştürme iştahını ironik bir buluşla göstermeyi de ihmal etmiyor Kristoffer Borgli.

“Rüya Senaryo”, sosyal medya çağında “Sizin ne olduğunuz değil, başkalarının kafalarında sizi nasıl konumlandırdığı önemlidir” diyor özetle. Kötü birini iyi, iyi birini vahşi; yobazı demokrat, demokratı ‘terörist’ görebilirsiniz! En nihayetinde gerçekte olup bitene değil, gördüğünüz rüyaya inanmaya bakar her şey.

Kristoffer Borgli, yer yer fantastik, çoğu zaman da absürt bir dil tutturmayı başarıyor. Bu da seyir zevkini daha da artırıyor. Filmin dikkat çekici kurgusuna da imza atmış yönetmen. Açıkçası çok iyi bir oyuncu olduğunu kabul etmekle birlikte Nicolas Cage’e bir türlü ısınamadığımı itiraf etmeliyim. Ancak bazı yapımlardaki (Yüz/Yüze, Elveda Las Vegas, Tersyüz, Birdy vb.) unutulmaz performanslarının hakkını yemeyelim. “Rüya Senaryo” benim açımdan bu listeye eklendi. Filmi tek başına sırtlamayı başarıyor emektar oyuncu.

“Rüya Senaryo” haftanın ilgiye değer yapımlarından.

*https://www.evrensel.net/yazi/91901/onu-alma-beni-al

QOSHE - Amerikan kabusu - Şenay Aydemir
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Amerikan kabusu

25 1
27.01.2024

Şenay Aydemir

Norveçli Yönetmen Kristoffer Borgli uluslararası tanınırlık kazandığı ikinci uzun metrajı “İlgi Manyağı” (Syk Pike)* filminde beden meselesini takıntı haline getiren genç bir kadını merceğine alıyordu. Ama bu perdenin arkasında gizlenen asıl şey ilgi görme, ilgi çekmenin verdiği hazzın bizi nerelere kadar götürebileceğini göstermekti.

Bu hafta itibarıyla sinemalarımıza konuk olan yeni uzun metrajı “Rüya Senaryo” (Dream Scenario) ile ABD topraklarına adım attığını gördüğümüz yönetmen benzer bir temayı başka türlü ele alıyor. Bir kez daha hikayenin odağında ‘ilgi’ var aslında. Ancak bu sefer daha fantastik bir alana doğru çekiyor anlatıyı Borgli, biraz da toplumsal eleştiri katıyor işin içine. “İlgi Manyağı”ndaki Signe ile buradaki Paul arasında paralellikler de göze çarpıyor kimi zaman.

Paul, evli, iki çocuğu olan tabii ki iki katlı bir banliyö evinde yaşayan bir üniversite hocasıdır. Film, kızının bir rüyasıyla açılır. Küçük kız rüyasında bir tehditle karşılaşır ama yanında olan Paul hiçbir şey yapmaz onu kurtarmak için. Paul benzer bir rüyayı yakın arkadaşının da gördüğünü öğrenir. Daha sonra başka tanıdıkları da rüyalarında çeşitli biçimlerde onu görmüşlerdir. Hemen hepsinde rüya gören tehdit altındadır ama Paul onları kurtarmak için kolunu kıpırdatmaz. Filmin bu evresi Paul’un nasıl bir adam olduğuna dair. Silik bir adamdır Paul. Kimse için bir şey........

© Evrensel


Get it on Google Play