Şenay AYDEMİR

Finlandiyalı Usta Aki Kaurismaki, kırk yılı bulan kariyerinde başta emekçi sınıflar olmak üzere, bohemlerin, göçmenlerin, yersiz yurtsuzların hikayelerini taşıdı beyazperdeye. Bugün Avrupa sinemasının yaşayan en büyük yönetmenlerinden birisi olarak anılmasının birçok nedeni var ama bana soracak olursanız “Bir hikayeyi çok basit anlatacak kadar sinemaya hakim olmak” derim. Kaurismaki’nin filmlerinde hikaye, sahne, mizansen, oyun o kadar basitmiş gibi görünür ki onun sinemasıyla ilk kez karşılaşan bir sinemaseverin “Bunu herkes yapar” diye düşünmesi işten bile değildir.

Ama Kaurismaki sinemasının alametifarikası tam olarak da budur. Herkesin yapamayacağı bir olgunluğa erişmiştir onun kamerası. Çok zor olanı, kolay gibi göstermesindedir maharet. Bunun ne kadar zor olduğunu, benzer temaları işleyen meslektaşlarını gördüğümüzde daha iyi anlarız. Onun sinemasının gerçek ve gerçeküstüyle kurduğu ilişki ve tezat, şimdiki zamanı işaret edip zamansız bir boyutta kendisini yeniden kurgulaması, karakterlerinin hislerini hiçbir zaman aşkın duygular olarak kurgulayıp göstermemesine rağmen anlatmak istediğini geçirmekteki mahareti sinemasını tanımlayabilir. Kaurismaki’nin kuzeye ait mizahı da buna eklendiğinde her defasında yeni bir tat bırakır filmleri. Öte yandan söyleyeyim seyirci dostudur filmleri. Kısadır, bir meselenin en saflaşmış halini anlatır bizlere.

Bununla da bitmez Kaurismaki sinemasının güzellikleri. Kapitalist dünyada emekçi sınıflara dair anlatıların tonu, filmlerin iyi/kötü olmalarından bağımsız karanlık ve kasvetlidir çoğu zaman. Emek ve beden sömürüsünün, kapitalist yaşamın emekçilere dayattığı dünyanın bir metaforuna dönüşür çoğu zaman bu ‘grimsi’ renk kuşağı. Oysa Kaurismaki’nin proleterleri renkli bir dünyanın içindedirler her zaman. Kıyafetleri, evleri, gittikleri mekanlar, bisikletleri, arabaları tam da ait oldukları sınıfın neşesine dair bir renklilik taşır. Kahramanları da öyledir yönetmenin. Bütün hüzünlerine, sömürülmelerine rağmen proletaryanın günlük hayatının neşesini, eğlencesini görmek; karakterlerin aşka düşüşünü, dostlukları paylaşmasını izlemek başka bir seyir zevki verir. Kaurismaki’nin proleterlerine bakınca bugünün kasvetini değil, ait oldukları sınıfın vadettiği geleceğin renklerini görürüz! Tıpkı geçen yıl Cannes Film Festivali’nde Jüri Ödülü kazanan son filmi “Sararmış Yapraklar” gibi.

Kısa süre önce MUBI Türkiye’de gösterilmeye başlanan “Sararmış Yapraklar”, güvencesiz işlerde çalışan orta yaşlı iki işçinin dünyasına götürüyor bizi. Süpermarket elamanı Ansa ve inşaatlarda çalışan Holappa’yı takip ediyor Kaurismaki’nin kamerası bu kez. İkili bir akşam karaoke barında karşılaşırlar. Birbirlerinin isimlerini bile sorma gereği durmazlar. Birlikte sinemaya giderler. Holappa, hoşlandığı bu kadının telefon numarasını aldığı an kaybeder. O yüzden yolları ayrılır. Ama tekrar karşılaşırlar. Bu kez babası ve kardeşini içkiden kaybeden Ansa, Holappa’ya içkiyi bırakana kadar kapıyı gösterir. Ama bütün bunlar sinema deyince aklımıza gelen, hele de aşkı anlatırken karşımıza çıkan aşkın hislerin ekrandan akıp geçtiği bir biçimde gerçekleşmez. İki taraf da bir yandan kendi karakterlerini karşıdakine samimiyetle gösterirken, aynı zamanda aşkın da bir örgütlenme işi olduğunu, değişmeyi dönüşmeyi gerektirdiğini hatırlatır bize. Onları harekete geçiren şey, kuşkusuz iki yetişkin insan olarak birbirlerine duydukları ilgidir. Ama bağlayan şeyin bu olamayacağını anlarız hikaye boyunca. Ansa ve Holappa, benzer bir ruh halinin, sınıf aidiyetinin, dünya görüşünün parantezi içinde bağlanmanın olanaklarını bulmaya ve yaratmaya çalışırlar.

Kaurismaki filmlerindeki zamansızlık “Sararmış Yapraklar”da da hakim. Filmde gördüğümüz bir takvim 2024’ü işaret eder. Ama karakterlerin evleri, kıyafetleri zamansızdır. Öte yandan yönetmenin çok sevdiği Helsinki’de geçen filmde günlük hayata baskın gelen ‘dış tehdit’ algısını ve bunun içeride nasıl inşa edildiğini de görürüz. Karakterler ne zaman müzik dinlemek için radyoyu açsalar, Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik şiddetli bir saldırısına dair haberler duyarlar. Radyolardan yükselen bu tek sesli bildirim emekçilerin “dış tehdit” algısıyla tetikte tutulduğunun bir metaforuna dönüşüyor bir süre sonra.

Kaurismaki, “Proletarya Üçlemesi” olarak adlandırdığı filmlerine eklenen dördüncü bir halka olarak tanımlıyor bu filmi. Bir temizlikçinin başrolde olduğu “Cennetteki Gölgeler, 1986”, işini kaybeden bir maden işçisini anlatan “Ariel, 1988” ve kibrit fabrikasında çalışan bir kadını başrole taşıdığı “Kibritçi Kız, 1990” sosyalist blokun çözüldüğü ve neoliberalizmin emekçilerin kazanımlarına saldırdığı bir dönemde geçiyordu. Kibritçi Kız’ın patlayan öfkesi buna karşıydı belki de! Aradan yaklaşık kırk yıl geçtikten sonra Ansa ve Holappa’nın güvencesiz bir çalışma hayatında durmadan iş değiştirmeleri ve bununla barışık olmaları onların hem çaresizliğini hem de gücünü gösteriyor. Çaresizliğini gösteriyor çünkü bu çalışma düzeni hiçbir zaman onlar için düşük de olsa bir refah sağlayamayacak. Öte yandan fırsat çünkü filmde de gördüğümüz gibi haksızlığa uğradıkları anda posta koyup işten ayrılmak da o kadar kolay görünüyor.

MUBI Türkiye’de gösterilen “Sararmış Yapraklar” tek başına da değil üstelik. Yönetmenin yirmiyi aşkın filmi daha platformda seyircilerini bekliyor. Çağının en önemli ve özgün yönetmenlerinden birisini hatmetmek için bulunmaz bir fırsat.

QOSHE - Kaurismaki’nin renkli proleterleri - Şenay Aydemir
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Kaurismaki’nin renkli proleterleri

17 1
03.02.2024

Şenay AYDEMİR

Finlandiyalı Usta Aki Kaurismaki, kırk yılı bulan kariyerinde başta emekçi sınıflar olmak üzere, bohemlerin, göçmenlerin, yersiz yurtsuzların hikayelerini taşıdı beyazperdeye. Bugün Avrupa sinemasının yaşayan en büyük yönetmenlerinden birisi olarak anılmasının birçok nedeni var ama bana soracak olursanız “Bir hikayeyi çok basit anlatacak kadar sinemaya hakim olmak” derim. Kaurismaki’nin filmlerinde hikaye, sahne, mizansen, oyun o kadar basitmiş gibi görünür ki onun sinemasıyla ilk kez karşılaşan bir sinemaseverin “Bunu herkes yapar” diye düşünmesi işten bile değildir.

Ama Kaurismaki sinemasının alametifarikası tam olarak da budur. Herkesin yapamayacağı bir olgunluğa erişmiştir onun kamerası. Çok zor olanı, kolay gibi göstermesindedir maharet. Bunun ne kadar zor olduğunu, benzer temaları işleyen meslektaşlarını gördüğümüzde daha iyi anlarız. Onun sinemasının gerçek ve gerçeküstüyle kurduğu ilişki ve tezat, şimdiki zamanı işaret edip zamansız bir boyutta kendisini yeniden kurgulaması, karakterlerinin hislerini hiçbir zaman aşkın duygular olarak kurgulayıp göstermemesine rağmen anlatmak istediğini geçirmekteki mahareti sinemasını tanımlayabilir. Kaurismaki’nin kuzeye ait mizahı da buna eklendiğinde her defasında yeni bir tat bırakır filmleri. Öte yandan söyleyeyim seyirci dostudur filmleri. Kısadır, bir meselenin en saflaşmış halini anlatır bizlere.

Bununla da bitmez Kaurismaki sinemasının güzellikleri. Kapitalist dünyada emekçi sınıflara dair anlatıların tonu, filmlerin iyi/kötü olmalarından bağımsız karanlık ve kasvetlidir çoğu zaman. Emek ve beden sömürüsünün, kapitalist yaşamın emekçilere dayattığı dünyanın bir metaforuna dönüşür çoğu zaman bu ‘grimsi’ renk kuşağı. Oysa Kaurismaki’nin proleterleri renkli bir dünyanın içindedirler her zaman. Kıyafetleri, evleri, gittikleri........

© Evrensel


Get it on Google Play