Türkiye’de davullar gümbür gümbür çalıyor. Rejimin borazanları hiç durmadan ötüyorlar. “100 yıl oldu,” diyorlar. “Türkiye Yüzyılı” diyorlar. Kulaklarımızı bunlara tıkadıktan sonra 100 yıllık Türkiye Cumhuriyeti çocuk haklarında nerede duruyor hızlıca değerlendirelim. Gerekli ölçütler, BM tarafından 20 Kasım 1989 tarihinde kabul edilen Çocuk Hakları Sözleşmesi (ÇHS) içerisinde. Bu değerlendirme, kafaları “yerli ve milli” çizgide çalışanlara uygun gelmeyebilir. Hemen anımsatalım: Türkiye Cumhuriyeti bu sözleşmeyi imzalayan devletlerden biri! Sözleşmeyi imzaladığı için Anayasa’sı dahil, tüm yasaları ve uygulamaları ile sözleşmeye uymak zorunda!

Yaşama hakkı ile başlayalım. Bebek ölümleri hâlâ yüksek. Avrupa Birliğinde 1000 bebek içerisinde 1 yaşını dolduramadan ölen bebek ortalaması 3.5. Türkiye’de ise henüz 9 altına düşmüş değil. Güvenlik güçleri tarafından kötü muamele gören, hatta öldürülen çocuk sayısı içler acısı ama cezasızlık sürüyor.

Korunma hakkı açısından durum daha da kötü. Kapsamlı, bütünlüklü, tutarlı bir çocuk koruma politikası yok. Çocukların korunması için ayrılması gereken bütçe başka yerlere akıtıldığı için “bütçe yetersizliği” olağanlaştırılan bir sorun. Devlet korumasında olması gereken çocuk sayısı artarken, “koruyucu aile” gibi uygulamalar gerek sayıca, gerekse niteliksel olarak çok yetersiz. Suça sürüklenen çocukların sayısı yanında mağdur çocuk sayısında da artış var. Çocuk işçiliği değil önlenmek, teşvik ediliyor.

Bilimsel ve profesyonel bir çocuk koruma işleyişi yerini, tümüyle keyfi ve siyasi bir işleyişe bırakmış durumda. Çocukların korunması için bilim insanları ve çocuk haklarını savunan sivil kuruluşlarla iş birliği yapılması gerekirken, çocukların açık açık tarikatlara teslim edilmesi ve çocukların tarikatların elinde zarar görmesi, “köklü” ve “İslami” uygulamalar olarak gösterilmek isteniyor.

Rejimin 2015’den beri uyguladığı ölüm siyaseti, bir arada yaşayabilmek için gerekli barış iklimini yok ederken, çocukların korunma hakkını da tehdit ediyor. Toplum şiddet ile kavrulurken, korunmasız çocuklar şiddete maruz kalıyorlar. Cinsel şiddet de artıyor ve güçsüzlere yöneliyor. Çocuk istismarının artması da bundan.

Çocukların gelişme hakkı artık koşullu bir hak, yani “ayrıcalık” durumuna düşürüldü. Her çocuk için sağlık, her çocuk için beslenme, her çocuk için eğitim lafta bile yok. Neoliberal kapitalist düzenin favori sözcüklerinden “ayrıcalık” aslında ayrımcılık demek. En erken yaştan başlayarak her aşamada sağlık, beslenme ve eğitime erişim artık parası veya bağlantısı olana açık. Kızların okula gönderilmemesi, kapanmaya zorlanması, Kürtçenin okullarda yer almasına sürekli engel çıkarılması, din dersinin çocuklara dayatılması, okul öncesine dek uzatılan mescit zorunluluğu hep ayrımcılık örnekleri. Okullarda din, milliyetçilik, militarizm propagandasının giderek güçlendirilmesi önceliğin kesinlikle çocukların gelişmesi olmadığını gösteriyor.

Çocukların katılım hakkı ise tümüyle yok sayılmakta. Katılım hakkı çocukların görüşlerinin değerli görülmesine, kendi çıkarlarını en iyi onların bileceği inancına, yani demokratik yaşamın çocuklar için de var olması görüşüne dayanır. Okullar değil demokratikleşmek, birer kışla gibi işliyor. Rejimin savaş siyaseti ve militarizm, kaba gücün otoritesini ve boyun eğmeyi toplumda yayıyor. Tüm toplumu çağ dışı tek adam rejimine uydurmak isteyenler, okulların demokratik ortamlar olması gibi bir fikri elbette ki, reddediyorlar.

Son olarak çocuk haklarının iki temel ilkesine bakalım. Her uygulamada önce çocukların yararının düşünülmesi ilkesi ve çocuklar arasında ayrımcılık yapılmaması ilkesi rafa kaldırılmış durumda. Artık her çocuk değerli değil. Tam tersine, ülkeye çöreklenmiş olan rejim için ilke, değersizlik. Bir çocuk başında bir büyük, bir koruyucu, bir sıfat olmadan değer taşımıyor. Günümüzde bir çocuğun değer taşıması için anasının, babasının, dayısının, teyzesinin değerli olması, ya da parası olan birilerinin çocuğu olması gerekiyor. Eskiden cumhuriyet için söylenen, “kimsesizlerin kimsesi” olma işlevi çoktan ortadan kalktı. Artık ilke, “birilerinin bir şeyi” olmayan çocukların değersiz, önemsiz ve kimsesiz bırakılması.

Bugün Türkiye’de çocuğa değer vermeyen bir rejim var. İnsan haklarını ve çocuk haklarını yok sayıyor. Oysa Çocuk Hakları Sözleşmesi (ÇHS) doğru yolu gösteriyor: Bu topraklardaki her çocuk değerli olmalı. Çocuklar arasında hiçbir ayrım yapılmamalı. Her uygulamada önce çocukların yararı düşünülmeli. Çocuklar toplumun ışığı, cıvıltısı, heyecanı olabilmeli. Türkiye’de ve dünyanın her yerinde, her çocuğun yaşama, korunma, gelişme ve katılım hakkının güvenceye alındığı bir düzen ancak bir demokrasi olabilir. Çocuk haklarını krallar, emirler, reisler, patronlar değil; toplumsal irade yaşama geçirebilir. Çocuk hakları, Türkiye’de ve dünyanın her yerinde, ancak barış, adalet ve özgürlük sağlayan bir demokrasiyle güvenceye alınabilir.

QOSHE - 100 yılda çocuk hakları - Serdar M. Değirmencioğlu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

100 yılda çocuk hakları

16 38
29.10.2023

Türkiye’de davullar gümbür gümbür çalıyor. Rejimin borazanları hiç durmadan ötüyorlar. “100 yıl oldu,” diyorlar. “Türkiye Yüzyılı” diyorlar. Kulaklarımızı bunlara tıkadıktan sonra 100 yıllık Türkiye Cumhuriyeti çocuk haklarında nerede duruyor hızlıca değerlendirelim. Gerekli ölçütler, BM tarafından 20 Kasım 1989 tarihinde kabul edilen Çocuk Hakları Sözleşmesi (ÇHS) içerisinde. Bu değerlendirme, kafaları “yerli ve milli” çizgide çalışanlara uygun gelmeyebilir. Hemen anımsatalım: Türkiye Cumhuriyeti bu sözleşmeyi imzalayan devletlerden biri! Sözleşmeyi imzaladığı için Anayasa’sı dahil, tüm yasaları ve uygulamaları ile sözleşmeye uymak zorunda!

Yaşama hakkı ile başlayalım. Bebek ölümleri hâlâ yüksek. Avrupa Birliğinde 1000 bebek içerisinde 1 yaşını dolduramadan ölen bebek ortalaması 3.5. Türkiye’de ise henüz 9 altına düşmüş değil. Güvenlik güçleri tarafından kötü muamele gören, hatta öldürülen çocuk sayısı içler acısı ama cezasızlık sürüyor.

Korunma hakkı açısından durum daha da kötü. Kapsamlı, bütünlüklü, tutarlı bir çocuk koruma politikası yok. Çocukların korunması için ayrılması gereken bütçe başka yerlere akıtıldığı için “bütçe yetersizliği” olağanlaştırılan bir sorun. Devlet korumasında olması gereken çocuk sayısı artarken, “koruyucu aile” gibi uygulamalar gerek sayıca, gerekse niteliksel olarak çok yetersiz. Suça sürüklenen çocukların sayısı yanında mağdur çocuk sayısında da artış var. Çocuk işçiliği değil önlenmek, teşvik ediliyor.

Bilimsel ve profesyonel bir çocuk koruma işleyişi yerini, tümüyle keyfi ve siyasi bir işleyişe bırakmış durumda. Çocukların korunması için bilim........

© Evrensel


Get it on Google Play