Yerel seçim tartışmalarının olduğu şu günlerde yönetime aday olanların sıklıkla dile getirdiği ifadelerden birisi de “katılımcı yönetim” oluyor. Kentleri, yaşam alanlarımızı yöneticilerle birlikte planlamaktan söz ediyorlar. Peki adayların bu vaadi mevcut sistem içinde mümkün mü? Kentleri biz biçimlendirebilir miyiz?[1]

Bu konuda Arnstein’ın sıkça başvurulan görseldeki katılımcılık merdiveni yol gösterici olabilir.[2] Arnstein katılımı kısaca üç bölüme ayırır. En alt bölüm “katılım olmamasıdır”. Bunun yolu da “manipülasyon” ve “terapi” ile sağlanır. Bir üst basamak “göstermelik katılımdır”. Bu seviyede katılımcılara “bilgilendirme” yapılır, onlardan veya uzmanlardan “danışmanlık” alınır, böylece herkes “yatıştırılır”. Son basamak ise, “yurttaş gücünün derecelerine” işaret eder. Bunların en alt seviyesi “ortaklıktır”. Bir üst seviye “devredilmiş yetki” iken, en üst seviyedeki katılımcılık “yurttaş denetimi” olarak tariflenir. Mevcut kentleşme pratikleri içerisinde planlama süreçlerine halk katılımı gerçekten de bu şekilde işler. Burjuva katılımcılık olarak da tarif edebileceğimiz bu yöntem, demokrasinin daha fazla işlediği yerlerde son basamağın alt kademelerine kadar erişebilir. Ancak tamamen yurttaş denetiminin sağlandığı ve gücün yurttaşa/topluluğa devredildiği, halkın karar verici olduğu bir seviye nadirdir. Zira en doğrudan ifadeyle sınıfsal düzen içinde gücün halka devredilmesi istenmez.

Bu tabloyu Türkiye’den somut pratikler üzerinden ele alırsak; örneğin bir yere imar faaliyeti yapılmak istendiğinde çevre etki değerlendirme (ÇED) raporları hazırlanır. ÇED’in gereklerinden biri de ilgili imar faaliyetinden etkilenecek olan halkın katıldığı toplantılar düzenlenmesidir. Sık sık basına yansıdığı üzere bu toplantılara katılan halka sadece bilgilendirme yapılır. Tüm plan, proje zaten önceden hazırlanmıştır. Toplantıda itirazlar kayda alınsa bile projeye etki etmez. Bu bağlamda ÇED toplantıları esasen göstermelik bir katılım zemini hazırlar. Bir diğer deyişle boş gösteren bir ortam kurulur. Tam da bu nedenle çok defa halk itirazlarına sahne olur. İstanbul’da Galataport, Haliçport, Kanal İstanbul projesine, Türkiye’nin çok yerindeki büyük projelere karşı çıkanların sözleri ÇED raporlarına girer girmesine ama bu itirazlar akışı değiştirmez. Meslek örgütleri ÇED kurullarında ilgili raporlara karşı raporlar hazırlar, dava açarlar ama bu da olsa olsa süreci yavaşlatır.

Nitekim artık göstermelik ÇED toplantılarına bile gerek olmadığı döneme geldik. İşte bu nedenle halihazırda korkunç bir emek ve doğa katliamının yaşandığı İliç’te TMMOB’nin yıllardır sürdürdüğünü ifade ettiği ÇED davalarının mevcut sistem içinde dönüştürücü bir karşılık bulmayacağı açıktır.[3] Benzer bir durum halihazırda deprem illerinde de yaşanmaktadır. Kalyon Holding’den Mehmet Kalyoncu’nun[4] başkanlığındaki Türkiye Tasarım Vakfı tarafından yürütülen Antakya’nın yeniden inşası projesi için yapılan halk katılım toplantıları da birer boş gösterendir.[5] Örneğin benim de katıldığım 20 Ekim 2023 tarihli halk katılım toplantısında[6] yukarıdaki tablonun “manipülasyon, terapi, bilgilendirme, danışma, yatıştırma” tüm aşamaları uygulandı.[7] Bu toplantıda Kalyoncu’nun TMMOB Mimarlar Odası Hatay Şubesi’ne katkıları için teşekkür etmesi ise hayli düşündürücüydü. Konuyla ilgili şu haber ortamdaki eleştirel düzeyin nasıl olduğunu açıkça gösteriyor.[8] Bu yazıda detayına giremeyeceğim, ancak ileride ele almayı planladığım 6306 sayılı yasaya müdahalelerin ilk uygulama alanlarından biri olan rezerv yapı alanı düzenlemeleri karşısında Antakya’da ciddi sorunlar yaşanacağını şimdiden öngörebiliriz. Tam da bu bağlamda halihazırda barınma hakları için İstanbul, Üsküdar’da 29 Mayıs Sitesi, Başakşehir Şahintepe Mahallesi gibi çok yerde halklar örgütleniyor, direniyor.[9]

Eşitlerin masaya oturmadığı bir ortamda, belli sermaye gruplarının lehine projeler üretildiğinde, kuralları egemenlerin kurduğu bir burjuva katılım ortamında, sermayenin kâr beklentisinden geri adım atmasını beklemek, halklar lehine bir kazanım ummak en hafif tabirle saflık olacaktır. Bu nedenle mevcut kuralları bozacak ve ezilenler lehine yeniden kuracak bir katılım tarifi olarak boş gösteren yerine radikal katılımcılık gerekir. Kentleşmenin sınıfsallığını gören, kenti devrimci bir siyasetin konusu haline getiren adil bir planlama, her şeyden önce bir uzlaşmadan ziyade, sistemin içindeki çelişki ve çatışmaları açığa çıkarmalıdır.

Geçen haftaki yazıda[10] kent hakkının sadece kent kaynaklarına erişim ile sınırlı olmadığını ifade etmiştim. Kent hakkı aynı zamanda kenti değiştirerek kendimizi de değiştirme hakkıdır. Zira nasıl bir kent istediğimiz sorusu, ne tür bir toplumsal ilişki istediğimiz sorusu ile paraleldir. Biçimlendirdiğimiz kent bizleri de biçimlendiriyorsa bu ilişkinin dönüşümselliği başka bir yaşamı kurmanın da yolu olacaktır. Mevcut sistem içinde yetki devrine hevesli olunmayacağı açıktır. Bu nedenle sınıfsal, toplumsal cinsiyet, emek gibi tüm mücadelelerin mekân üzerinden de örülmesi anlamlıdır. Bugün ülkedeki mega projelerden, kent suçu uygulamalarına karşı örgütlenen tüm kentsel toplumsal mücadelelerin de hedefi budur. Öyleyse kentin kullanımı değerini ve tüm haklarını talep edecek, kararlara katılımı yetki devrine varacak şekilde yükseltmek için mekân üzerinden örgütlenmek elzemdir…

[1] Bu sorunsala kısaca şurada da değinmiştim; T. Gül Köksal, “İstanbul’un metalaştırılması, kent hakkının gaspı ve katılımcılık tahayyülü”, Evrensel, 16 Ekim 2022

[2] Sherry R. Arnstein, “A ladder of citizen participatin”, AIP Journal, Temmuz 1969. (Erişim tarihi: 08/03/2024)

[3] TMMOB basın açıklaması. “Emin Koramaz: İliç’te yürütmeyi durdurma kararları yetmez, verilmiş bütün ÇED ve işletme izinleri iptal edilmelidir”, 5 Mart 2024

[4] Mehmet Kalyoncu

[5] Türkiye Tasarım Vakfı, Halk Buluşmaları

[6] Türkiye Tasarım Vakfı

[7] Avukat Ecevit Alkan’ın kayda aldığı toplantı buradan izlenebilir; 20 Ekim 2023

[8] Samandağ Ayna Haber, “İhya mı, imha mı?”, 24 Ekim 2023

[9] 1+1 Express, “İstanbul-Üsküdar’da rezerv alan mücadelesi, rezerv alan kararı iptal edilsin, net!”, 11 Ocak 2023 ; Evrensel, “Şahintepe rantsal dönüşüme karşı ayakta, mahalleyi biz kurduk, rantçılar göz dikti”, 7 Şubat 2024

[10] T. Gül Köksal, "Başlangıç: Radikal kent hakkına doğru", Evrensel, 2 Mart 2024

QOSHE - Boş gösteren katılımcılık yerine radikal katılımcılık - T. Gül Köksal
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Boş gösteren katılımcılık yerine radikal katılımcılık

12 4
09.03.2024

Yerel seçim tartışmalarının olduğu şu günlerde yönetime aday olanların sıklıkla dile getirdiği ifadelerden birisi de “katılımcı yönetim” oluyor. Kentleri, yaşam alanlarımızı yöneticilerle birlikte planlamaktan söz ediyorlar. Peki adayların bu vaadi mevcut sistem içinde mümkün mü? Kentleri biz biçimlendirebilir miyiz?[1]

Bu konuda Arnstein’ın sıkça başvurulan görseldeki katılımcılık merdiveni yol gösterici olabilir.[2] Arnstein katılımı kısaca üç bölüme ayırır. En alt bölüm “katılım olmamasıdır”. Bunun yolu da “manipülasyon” ve “terapi” ile sağlanır. Bir üst basamak “göstermelik katılımdır”. Bu seviyede katılımcılara “bilgilendirme” yapılır, onlardan veya uzmanlardan “danışmanlık” alınır, böylece herkes “yatıştırılır”. Son basamak ise, “yurttaş gücünün derecelerine” işaret eder. Bunların en alt seviyesi “ortaklıktır”. Bir üst seviye “devredilmiş yetki” iken, en üst seviyedeki katılımcılık “yurttaş denetimi” olarak tariflenir. Mevcut kentleşme pratikleri içerisinde planlama süreçlerine halk katılımı gerçekten de bu şekilde işler. Burjuva katılımcılık olarak da tarif edebileceğimiz bu yöntem, demokrasinin daha fazla işlediği yerlerde son basamağın alt kademelerine kadar erişebilir. Ancak tamamen yurttaş denetiminin sağlandığı ve gücün yurttaşa/topluluğa devredildiği, halkın karar verici olduğu bir seviye nadirdir. Zira en doğrudan ifadeyle sınıfsal düzen içinde gücün halka devredilmesi istenmez.

Bu tabloyu Türkiye’den somut pratikler üzerinden ele alırsak; örneğin bir yere imar faaliyeti yapılmak istendiğinde çevre etki değerlendirme (ÇED) raporları hazırlanır. ÇED’in gereklerinden biri de ilgili imar faaliyetinden etkilenecek olan halkın katıldığı toplantılar düzenlenmesidir. Sık sık basına yansıdığı üzere bu toplantılara katılan halka sadece bilgilendirme yapılır. Tüm plan, proje zaten önceden hazırlanmıştır. Toplantıda itirazlar kayda alınsa bile projeye etki etmez. Bu bağlamda ÇED toplantıları esasen göstermelik bir katılım zemini hazırlar. Bir diğer deyişle boş gösteren bir ortam kurulur. Tam da bu nedenle çok defa halk itirazlarına sahne olur. İstanbul’da Galataport, Haliçport, Kanal İstanbul projesine,........

© Evrensel


Get it on Google Play