Yarın yerel seçimler olacak. Yarın akşamdan itibaren bir süre boyunca da seçim sonuçları üzerine konuşulacak.

Bir aydan uzundur çeşitli partilerin vaatleri, bayrakları, şarkıları, söylemleri, adayların, başkanlarının suretlerine vb. maruz kalıyoruz. Her ilde bu dayatmalar süregidiyor, ancak gündemde yine ağırlıkla İstanbul var. Deprem korkusuna dayalı kentsel dönüşüm vaatlerinden, ekonomik krize yönelik çözüm önerilerine, ya da barınma, kültür sanat erişimi gibi türlü konuya dair ilk fikirler İstanbul’dan türüyor, ülkeye yayılıyor…

Bu yazıda siyasi partilerin tutumları, eylem/söylemleri arasındaki ilişki vb. konulara girmeyeceğim. Siyasetin biz halklara ne vaat ettiğinden ziyade, bizim bu işin neresinde durduğumuzu mesele etmeyi önemsiyorum. Bu nedenle vasata indirgenmiş, popülist politikalarla ilerleyen seçimler yerine, içinde anlık seçimin de olduğu ufuk genişletici perspektife odaklanıyorum. Bu çerçevede İstanbul’dan türeyen ve ülkeye yayılan yaklaşıma, bir de bölgede ve deprem illerinde olan biten kentleşme üzerinden bakalım istiyorum. Oralarda olanlar İstanbul’a ne söylüyor, biraz da bunu mesele edelim.

Niye gerçekçi olup imkânsızı isteyelim? Yukarıda söz ettiğim yerel seçim (ve dahi türlü seçim) ortamında aklıma gelen ilk şey bu sözler çünkü. Çünkü sıkıştırıldığımız seçim süreçleri arasında mütemadiyen arasında bırakıldığımız ikili seçenekler, daha da kötüsü olmasın diye kötünün iyisini seçmeler, vasata tabii kalmalar halet-i ruhiyesinde, ülkenin-dünyanın gerçeklerinin bu seviyede olduğunu görmek, imkânsızı istemeye cüret etme ihtiyacını arttırıyor.

Tıpkı deprem sonrasında ait oldukları toprakları terk etmemek için direnen bir grup Hatay halkının oluşturduğu “Geri Döneceğiz” oluşumunun şuradaki1 sözleri gibi düşünüyorum; “Belediye sevdası: Kapitalizmde sosyal-halkçı belediyecilik mümkün mü? Değil. Belediye, çalışma ve buna bağlı sosyal hayatın akışını kesintisiz şekilde gerçekleştirecek altyapının tesisinden sorumlu yapıdır…”. Ancak ve ancak kentsel-toplumsal dönüşüme geçiş sürecinde bir araçtır.

Başlığa dönelim;

Gerçekçi olup imkânsızı isteyelim; çünkü seçimler deprem illerinde acil ihtiyaçların tesisine yönelik hareket etmek gerekirken akışı kesintiye uğratıyor, dikkatleri dağıtıyor. Oy vermeye dayalı bir demokrasi algısı yaratıyor. İnsanları talep siyasetine yönlendiriyor, projelere indirgiyor, beklentiye sokarak pasifize ediyor, edilgenleştiriyor. Nihayetinde seçim sonrasında da demoralize ediyor. Ülke gerçekleri buysa, bununla yetinmek yerine kendi dönüştürücü gücümüze odaklanan seçimler üstü bir politikayı tesis edelim.

Gerçekçi olup imkânsızı isteyelim; çünkü yine deprem illerinde kentlerin yeniden inşasına ilişkin halk katılım toplantılarında halkı manipüle eden, haklı itirazları bastıran, üç-beş sorgulamayı “sizi arayacağız” diye öteleyen ortamlar kuruluyor. Bu “boş gösteren katılımcılık” ortamında yaşamı yeniden kuracağını iddia eden karar vericiler kendi siyasi ideolojilerini tesis ediyor. Türkiye Tasarım Vakfı (TTV) Başkanı Mehmet Kalyoncu “…Biz şehrimiz Toledo olsun istiyoruz. Toledo İspanya’da gerçekten yaşam standardı yüksek, dünya çapında bilinen bir miras. Antakya Toledo gibi olursa başarılı olmuş oluruz…” derken bu sözleriyle Davutoğlu’nun Diyarbakır’ın Sur ilçesi için kullandığı “Sur’u Toledo yapacağız” sözlerine referans veriyor.2 Toplantının kaydını izlerseniz bu ve benzeri söylemler kanınızı donduracaktır.3 Karar vericilerin mimarı, mühendisi, akademisyeni bu toplantılarda “iyi mimarlık” hizmeti sunduklarını iddia ediyorlar. TTV Hatay web sayfasında4 adı geçen bu kişiler siyasetin arka planında, halklara yansımayan pazarlıklara suskun kalırken, esasen haksızlıkları görmezden gelmenin tasarımını yapıyorlar. Bu siyasetin kullanışlı aleti oluyorlar. Kalyoncu bu siyasi tabloda, toplantı esnasında TMMOB Mimarlar Odası Hatay Şubesi’ne katkıları için teşekkür ediyor. Yetmiyor, “akıllı değil, vicdanlı şehirler imar edelim” söylemiyle İstanbul’un da yeniden inşasına aday oluyor.5 Durmuyor, şimdi de Gazze’nin ihyası için tasarıma girişiyor.6 “Hatay’dan öğrendik ki Gazze’de tam da şu an tasarım yapılmalı” derken dumanı tüten her türlü kentsel yıkıma karşı iktidarın, sermayenin, mimarlarının tutumları hep aynı oluyor. Peki gerçekler buysa imkânsızı istemek şart değil mi? Ve evet, başka bir yaşam, başka bir kentleşme mümkün, neden olmasın?7

Bu seçim de bitsin ve Nazım Dikbaş'ın “Herkes Heyecanlanır Sanmıştım” sergisinden bir “düşünce balonu”nun dediği gibi; biz yine "buluşalım ve imkânsız şeylerden bahsedelim".8 Zira Dikbaş’ın da söyleşisinde ifade ettiği biçimde; “…gerçekçi ol imkânsızı iste” hayatın her anında, her alanında geçerli. Yaratıcı dönüşüm böyle gelişecek. Bu bir hayat yaklaşımı, bir müdahale stratejisi, bunun gündemimizde olmadığı bir an yok. Bahsedeceğimiz şeyi kendimiz yaratalım ve yeni şeyler doğuralım”…

QOSHE - Gerçekçi olup imkânsızı isteyelim! - T. Gül Köksal
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Gerçekçi olup imkânsızı isteyelim!

13 1
30.03.2024

Yarın yerel seçimler olacak. Yarın akşamdan itibaren bir süre boyunca da seçim sonuçları üzerine konuşulacak.

Bir aydan uzundur çeşitli partilerin vaatleri, bayrakları, şarkıları, söylemleri, adayların, başkanlarının suretlerine vb. maruz kalıyoruz. Her ilde bu dayatmalar süregidiyor, ancak gündemde yine ağırlıkla İstanbul var. Deprem korkusuna dayalı kentsel dönüşüm vaatlerinden, ekonomik krize yönelik çözüm önerilerine, ya da barınma, kültür sanat erişimi gibi türlü konuya dair ilk fikirler İstanbul’dan türüyor, ülkeye yayılıyor…

Bu yazıda siyasi partilerin tutumları, eylem/söylemleri arasındaki ilişki vb. konulara girmeyeceğim. Siyasetin biz halklara ne vaat ettiğinden ziyade, bizim bu işin neresinde durduğumuzu mesele etmeyi önemsiyorum. Bu nedenle vasata indirgenmiş, popülist politikalarla ilerleyen seçimler yerine, içinde anlık seçimin de olduğu ufuk genişletici perspektife odaklanıyorum. Bu çerçevede İstanbul’dan türeyen ve ülkeye yayılan yaklaşıma, bir de bölgede ve deprem illerinde olan biten kentleşme üzerinden bakalım istiyorum. Oralarda olanlar İstanbul’a ne söylüyor, biraz da bunu mesele edelim.

Niye gerçekçi olup imkânsızı isteyelim? Yukarıda söz ettiğim yerel seçim (ve dahi türlü seçim) ortamında aklıma gelen ilk şey bu sözler çünkü. Çünkü sıkıştırıldığımız seçim süreçleri arasında mütemadiyen arasında bırakıldığımız ikili seçenekler, daha da kötüsü olmasın diye kötünün iyisini seçmeler, vasata tabii kalmalar halet-i ruhiyesinde, ülkenin-dünyanın gerçeklerinin bu seviyede olduğunu görmek, imkânsızı istemeye cüret etme ihtiyacını arttırıyor.

Tıpkı deprem sonrasında ait oldukları toprakları terk........

© Evrensel


Get it on Google Play