Yaşam alanlarımız sürekli tehdit altında. Doğal alanlar mütemadiyen tahrip ediliyor. Müşterek birikimlerimiz yok oluyor. Ve tüm bunlar sermaye birikimi lehine oluyor. Yasalar çeşitli yollarla müdahale görüyor. Zaten de işlemiyor, davalar yıllarca sürüyor. Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) toplantıları nicedir boş gösterene dönüştü. Her genel veya yerel seçim zamanında vaatler havada uçuşuyor, insanlar dönüşüm olacağını umuyor, ancak sonrası sükût-u hayal oluyor…

Bu moral bozucu tablo karşısında çözümün dayanışmak ve örgütlenmekten geçtiğini sıklıkla dile getiriyoruz. Bir kurtuluş yolu inşa edilecekse bunu inşa edecek olanların biz olduğunu her seferinde yeniden fark ediyoruz. “Bizi kurtaracak biziz”, “örgütlü mücadelemiz” olacak diyoruz. Sonra da örgütlenmenin zafiyetlerine takılıyoruz…

Bu kısa yazıda örgütlenmenin zafiyetlerini layıkıyla irdeleme gibi bir iddiam olamayacak, ancak sadece parçası olduğum yapılar üzerinden birkaç noktayı sorunsallaştırmak istiyorum. Yazının başlığına taşıdığım gibi örgütlenmeyi toplumsal dönüşüm ile yan yana gören bir yerden ele alacağım. Geçen haftaki yazıda ÇED davaları ve Hatay'daki imar faaliyetleri üzerinden TMMOB ve Mimarlar Odası’na ilişkin iki somut örnek vermiştim. Otuz yıldan uzundur üyesi olduğum TMMOB'u ve bünyesindeki Mimarlar Odası’nı yakından takip ediyorum. Toplumsal değerleri koruyan ve yaşatmaya çalışan meslek örgütümüzün son yıllardaki basın açıklamalarını takip ettiğimizde gördüğümüz şey AKP hükümetinin karşısında söylediklerinin yerine getirilmediği çok sayıda teknik bilgiler manzumesi üretiliyor. Başta kentleşme olmak üzere mühendislik, planlama ve mimarlık alanlarında mütemadiyen kayıplar var ve meslek odaları bu kayıpların olmaması için neler yapılması gerektiğini ifade ediyorlar. Ancak bunlar yerine gelmiyor. Mevcut sistem içinde de pek yerine gelecek gibi de durmuyor. Örneğin geçen yazıda ifade ettiğim, halihazırda korkunç bir emek ve doğa katliamının yaşandığı İliç’te TMMOB’nin yıllardır sürdürdüğünü ifade ettiği ÇED davalarının mevcut sistem içinde dönüştürücü bir karşılık bulmadığı gibi.(1) ÇED dosyalarının hazırlanması, dava açmak yetmiyorsa ötesine nasıl geçebiliriz? Ya da diğer örnek, deprem illerinde planlamayı Kalyon Holding’den Mehmet Kalyoncu’nun(2) başkanlığındaki Türkiye Tasarım Vakfı (TTV) yürütüyorsa onlarla aynı masaya oturmadan bir güç, irade nasıl oluşturulur? Zira eşit güçlerin masaya oturmadığı bir ortamda radikal bir katılımcılık olamayacağını geçen yazıda açmaya çalışmıştım. Bu tür bir sistem-içi onarım çabası, kentsel-toplumsal mücadeleye ne kadar katkı sağlayabilecek? Hakların kazanımında nasıl bir rolü olacak? Dahası yarın bir gün TTV ile Mimarlar Odası karşı karşıya geldiklerinde, şu zamana kadar aynı masaya oturduktan, birlikte “resim verdikten” sonra, nasıl bir yasal süreç nasıl işleyecek, dava açılabilecekler? İşte tam da bu noktada bizleri güçlendirici bir yol olarak dayanışma ve örgütlenme daha da anlam kazanıyor. Bülent Batuman “Titanik’in batışı üzerine özeleştiri: Mimarlar Odası Ankara Şube seçimleri” üzerine kaleme aldığı yazıda Mimarlar Odası Ankara Şubesi üzerinden popülizmi ve kolektivizmi ele alırken örgütün kentsel mücadelesini detaylı olarak açıyor.(3) Ancak meslek odasının seçimlerine ilgi olmadığı ön kabulünü “…(ü)stelik, bilindiği gibi, Oda seçimlerine -branştan bağımsız olarak- genelde üyeler bile çok rağbet göstermez…” ifadeleriyle geçiştiriyor. Kanımca sorunsalı her şeyden önce buradan kurmak gerekiyor. Özeleştirinin de buradan başlaması gerektiğini düşünüyorum. Zira yönetim kadrolarından, delege seçimlerine, komisyonlardan, meslektaşlarla ve meslek adaylarıyla bağ kurmaya kadar çok boyutu olan örgütlenme sorunsalı önümüzde çığ gibi büyüyor.

Bu bağlamda mesleki örgütlenmenin farklı sorunlarını ele alan bir konuşmayı önermek isterim; Forum Sağlık 2023 bünyesinde “Meslek Örgütleri Nereye?” üzerine tartışmayı açan Yüksel Akkaya ve Feride Aksu Tanık; 2024 Türkiye'si ve sonrasında toplumcu bir aktör olarak meslek örgütlerinin yerini, siyasal iktidarın meslek örgütlerine yönelik yaklaşımını, meslek örgütlerinin içinde bulunduğu süreçleri, siyasal/sınıfsal hedeflerini, üyeleri ve meslek mensupları ile ilişkilerini ayrıntılı olarak irdeliyorlar.(4) İşveren, işçi-memur, serbest meslek gibi farklı pozisyonlarda temsiliyetleri olan, sendika gibi sınıfsal bir yapısı olmayan meslek örgütünde örgütlenmenin yapısını da günümüz koşullarında yeniden ele almak gerekiyor.

Örgütlenmelerde kazanılan gücün kontrolü, gücün örgütlenme içinde dağıtılması/devredilmesi, ha­reketin gücü kadar farklı sermaye türleri ve erk/eklik gibi toplumsal yapısal güçlerin/kabullerin devredilmesinde rıza gösterecek bir ortamın te­sis edilebilmesi, birbirinden öğrenme, birbirini geliştirme ve dönüştürmeye açık olma, ilkelerle beraber kolektif bir tartışma süreciyle esneklik­lere de yer verebilme, kendine de öz-eleştirel ve öz-dönüşümsel olma arzusu taşıma, kararlara doğrudan katılım, şiddetsiz iletişim, yol açma/yol verme gibi karşılaştığımız sorunlar üzeri­ne çalışmayı ve bu bağlamda dönüşümün önce bizim potentia’larımızı çoğaltmak üzere kendi davranış biçimlerimizden başlaması gerektiğini düşünüyorum.(5) Bunun çok kolay olmadığının farkındayım ve fakat toplumsal bir dönüşümü arzu ediyorsak örgütlenmelerimizi daha incelikli olarak dert etmek zorundayız…

QOSHE - Örgütlenme ve toplumsal dönüşüm üzerine - T. Gül Köksal
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Örgütlenme ve toplumsal dönüşüm üzerine

8 16
16.03.2024

Yaşam alanlarımız sürekli tehdit altında. Doğal alanlar mütemadiyen tahrip ediliyor. Müşterek birikimlerimiz yok oluyor. Ve tüm bunlar sermaye birikimi lehine oluyor. Yasalar çeşitli yollarla müdahale görüyor. Zaten de işlemiyor, davalar yıllarca sürüyor. Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) toplantıları nicedir boş gösterene dönüştü. Her genel veya yerel seçim zamanında vaatler havada uçuşuyor, insanlar dönüşüm olacağını umuyor, ancak sonrası sükût-u hayal oluyor…

Bu moral bozucu tablo karşısında çözümün dayanışmak ve örgütlenmekten geçtiğini sıklıkla dile getiriyoruz. Bir kurtuluş yolu inşa edilecekse bunu inşa edecek olanların biz olduğunu her seferinde yeniden fark ediyoruz. “Bizi kurtaracak biziz”, “örgütlü mücadelemiz” olacak diyoruz. Sonra da örgütlenmenin zafiyetlerine takılıyoruz…

Bu kısa yazıda örgütlenmenin zafiyetlerini layıkıyla irdeleme gibi bir iddiam olamayacak, ancak sadece parçası olduğum yapılar üzerinden birkaç noktayı sorunsallaştırmak istiyorum. Yazının başlığına taşıdığım gibi örgütlenmeyi toplumsal dönüşüm ile yan yana gören bir yerden ele alacağım. Geçen haftaki yazıda ÇED davaları ve Hatay'daki imar faaliyetleri üzerinden TMMOB ve Mimarlar Odası’na ilişkin iki somut örnek vermiştim. Otuz yıldan uzundur üyesi olduğum TMMOB'u ve bünyesindeki Mimarlar Odası’nı yakından takip ediyorum. Toplumsal değerleri koruyan ve yaşatmaya çalışan meslek örgütümüzün son yıllardaki basın açıklamalarını takip ettiğimizde gördüğümüz şey AKP hükümetinin karşısında söylediklerinin yerine getirilmediği çok sayıda teknik bilgiler manzumesi üretiliyor. Başta kentleşme olmak üzere mühendislik, planlama ve mimarlık alanlarında mütemadiyen kayıplar var ve meslek odaları bu kayıpların olmaması için neler yapılması gerektiğini ifade ediyorlar. Ancak bunlar yerine gelmiyor. Mevcut sistem........

© Evrensel


Get it on Google Play