Geniş bir zaman bulunca yine eski defterleri, fotoğrafları, beğenip de kestiğim kupürleri karıştırmaya başladım. Bu arada 1957-1958 yıllarına rastlayan bir kısa şiirim geçti elime. “Güneş bu değin güçlü/ Sen böylesi güzel olmasaydın/ yaşamak dediğin bir tadımlık/ değer miydi?” belli ki gençlik melankolisi içinde kaleme almışım. Şimdi ise 80’li yaşları sürerken içimi kaplayan gideremediğim bu sıkıntı topluma uyum sağlayamamaktan olmalı. Bizim kuşak giderek eksiliyor. Her düşündüğümü açık seçik konuşabildiğim üç beş dostum kaldı. Her gün biraz daha içinde yaşadığım topluma yabancı hissediyorum kendimi. Ve artık anlamaya başladım ki, bu yabancılaşmayı gidermenin bir çaresi yok. Yani bu topraklardan uzaklaşmak, başka ülkelere yelken açmak da bizler için bir çözüm içermiyor. Üstelik neresinden bakarsanız bakın doğa güzeli bir ülkemiz var. Yeşil alanları, ormanları, akarsuları, gölleri, ovaları, dağları, evcil ve yaban hayvanları, dört mevsimi bir arada görebileceğiniz birbirinden güzel bölgeleriyle… Peki, doğanın bağışladığı bütün bu güzelliklere rağmen insanın yüreğini karartan sıkıntı nereden kaynaklanıyor derseniz. Elbette insandan, sevgisizlikten, bilgisizlikten, ilgisizlikten, açgözlülükten ve bunların tümünün bir toplumun oluşmasında ağırlık kazanan faktörler olmasından. Öncelikle kendi kültürümüzü geliştirmeye olanak tanımayan iktidar baskılarından, insanların düşüncelerine yasak getiren iktidar mekanizmalarından ve şu kısacık ömrümüzü kazanç uğruna heba edişimizden… İnsanları din kıskacınca eğitmeye çalışan, bilim insanlarına hor gözlerle bakan siyasetçilerimiz var. Üstelik ülkeyi yönetmeye soyunan bu siyasetçilerimizin çoğunun ne kadar cahil olduğunu anlamanız için uzun araştırmalar yapmanıza gerek yok. Sadece Meclis zabıtlarına geçen konuşmaları okuyun kafi.

Buraya kadar yazdıklarıma bakıp da çok karamsar olduğumu düşünmenizi istemem. Çünkü asla karamsar değilim. 80’li yaşları yürüsem de insan hakları, kadın erkek eşitliği ve özgür düşünce için mücadele etmekten asla vazgeçmem. Ama ülkenin üstüne çöken kabus da öylesine ağır ki, düşünen aydın insanların katlanacağı gibi değil.

Bu yazıyı bir İngiliz şairin şiiriyle bitirelim istedim. Henry King (1592-1669) şiirini dilimize Şavkar Altınel aktarmış. Şavkar Altınel, Chicago ve Glasgow Üniversitelerinde İngiliz edebiyatı üzerinde çalışmalar yapmış ve halen İngiltere’de yaşayan değerli bir şair, yazar, akademisyen ve çevirmen. Henry King’in “Böyledir Hayat” adlı şiirini birlikte okuyalım.

Kayışı gökte bir yıldızın,

Ya da uçuşu bir kartalın,

Ya da baharın güzelliği,

Ya da parlayan sabah çiyi,

Ya da bir seli dürten rüzgâr,

Ya da sudaki kabarcıklar;

Ödünç verilmiş ışığıyla,

Benzer insan işte bunlara.

Rüzgâr diner, kabarcık söner,

Mevsim bahardan güze döner,

Çiy kuruyup yıldız kaybolur,

Kuş geçer, insan unutulur.

QOSHE - Böyledir hayat - Turgay Olcayto
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Böyledir hayat

7 4
06.03.2024

Geniş bir zaman bulunca yine eski defterleri, fotoğrafları, beğenip de kestiğim kupürleri karıştırmaya başladım. Bu arada 1957-1958 yıllarına rastlayan bir kısa şiirim geçti elime. “Güneş bu değin güçlü/ Sen böylesi güzel olmasaydın/ yaşamak dediğin bir tadımlık/ değer miydi?” belli ki gençlik melankolisi içinde kaleme almışım. Şimdi ise 80’li yaşları sürerken içimi kaplayan gideremediğim bu sıkıntı topluma uyum sağlayamamaktan olmalı. Bizim kuşak giderek eksiliyor. Her düşündüğümü açık seçik konuşabildiğim üç beş dostum kaldı. Her gün biraz daha içinde yaşadığım topluma yabancı hissediyorum kendimi. Ve artık anlamaya başladım ki, bu yabancılaşmayı gidermenin bir çaresi yok. Yani bu topraklardan uzaklaşmak, başka ülkelere yelken açmak da bizler için bir çözüm içermiyor. Üstelik neresinden bakarsanız bakın doğa güzeli bir ülkemiz var. Yeşil alanları, ormanları, akarsuları, gölleri, ovaları, dağları, evcil ve yaban hayvanları, dört mevsimi bir arada........

© Evrensel


Get it on Google Play