Bahar mevsimine yaklaştık yaklaşmasına yine de kendimi pek keyifli hissetmiyorum. Oysa baharla birlikte doğanın canlılığının insanlara da yansıması gerekmez mi? Ne var ki yaşadığımız coğrafyadaki toplum bir ulusu temsil etmekten çok her gün biraz daha büyüyen karmaşık bir kalabalık. Dolayısıyla sevinçte, tasada ortak olması gereken bir topluma ulaşamadık hiç. Cumhuriyetin 100. yılı da bu karmaşa içinde buldu bizleri. Cumhuriyetin ilk yıllarına “yurtta barış, dünyada barış” sloganıyla çıkan bağımsız laik Türkiye Cumhuriyeti geçen yıllar boyunca öylesine yıprandı ki bağımsızlık bir yana yer üstü ve yer altı servetlerimizi de emperyalist ülkelere kaptırmaya başladık. Doğadaki çevre dengemiz giderek bozuldu. Ormanlarımız, akarsularımız, denizlerimiz çok uluslu sermaye tarafından işgal edildi. Şimdi aynı grupların gözleri Türkiye’nin yer altı servetlerinde, madenlerinde, petrolünde, altın, gümüş, bor madeninde kısaca ne kadar değerli madenimiz varsa onlarda. Diyebilirsiniz ki koskoca devletimizin bu yağmaya karşı çıkma gibi bir çabası yok mu? Uzun yıllar yaşadığım, çalıştığım, gözlemlediğim bu topraklarda iktidarlar dillerinden düşürmedikleri dış güçlerle yatıp kalktılar ama gerçekte onlardan hiç ayrılamadılar. Rant sağlamanın, sermayenin vatanı olmaz diye düşündüler herhalde. Son İliç’teki altın arama örneği de bunlardan biri.

Önümüzde bir yerel seçim var. Neredeyse seçime bir ay var ama ortalık hâlâ toz duman. Belediye başkanlığına adaylığını koyanları bu kez her zamankinden daha büyük bir sorumluluk bekliyor. Belediye başkanı olarak sermaye ile kol kola ranta mı çalışacaklar yoksa olanca güçleriyle yörelerindeki halkın haklarını korumaya, gelişmelerini sağlamaya mı bakacaklar. Doğrusu zor bir durum. İktidarın her kurumun olduğu gibi belediyelerin üzerine de kurduğu vesayet karşısında güçlük elbette artıyor. Umuyorum belediye başkanları çevrelerini egoları yüksek, cüzdanları şişkin iş adamlarından oluşturmazlar; tersine şehir planlamacılarına, bilim insanlarına, çevrecilere kapılarını açık tutarlar. Bekleyip göreceğiz.

Bütün bu bozuk düzen içinde hâlâ cezaevinde çile dolduran, kültür dağarı dolu insanlar çürümeye terkediliyor. Bunun adına da adalet deniyor. Halkın iradesiyle, verdiği oylarla milletvekili seçilen Av. Can Atalay da bunlardan biri. Önce milletvekilliği Türkiye Büyük Millet Meclisinde iktidar ittifakı tarafından gasbediliyor. Şimdi bu genç hukukçu tüm bu olanaklara karşın cezaevinde hukuk mücadelesini sürdürüyor. Sahi, bir ara vicdandan söz ederdik. Ne oldu da bu ülkede ahlak, vicdan sahipleri birer birer ortadan kayboldu? Yazımın başında dediğim gibi ulus olmaktan çıkıp bir garip topluluk olduk. Ne sağımız belli ne solumuz belli…

Şiir dünyamızın içindeki çocuğu yitirmeyen şairlerimizden biridir Ülkü Tamer. Yalnız şair değil, çevirmen, bilge bir yazardır da. Bu yazıyı da onun bir şiiriyle bitirelim: “Uyku”

Bana çiçek gönderme

Bir kuş ağacı gönder

Dallarında gezinsin

Kül rengi güvercinler

Konsunlar yastığıma

Uyutmak için beni

Sırtlarında kuş tüyü

Gagalarında ninni

Kaldırıp yatağımı

Uçursunlar göklere

Kendimi yıldızlarda

Bulayım birdenbire

Bana çiçek gönderme

Bir kuş ağacı gönder

Alnıma dokunanlar

İyileşmiş desinler

QOSHE - Şu dış güçler meselesi - Turgay Olcayto
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Şu dış güçler meselesi

14 15
28.02.2024

Bahar mevsimine yaklaştık yaklaşmasına yine de kendimi pek keyifli hissetmiyorum. Oysa baharla birlikte doğanın canlılığının insanlara da yansıması gerekmez mi? Ne var ki yaşadığımız coğrafyadaki toplum bir ulusu temsil etmekten çok her gün biraz daha büyüyen karmaşık bir kalabalık. Dolayısıyla sevinçte, tasada ortak olması gereken bir topluma ulaşamadık hiç. Cumhuriyetin 100. yılı da bu karmaşa içinde buldu bizleri. Cumhuriyetin ilk yıllarına “yurtta barış, dünyada barış” sloganıyla çıkan bağımsız laik Türkiye Cumhuriyeti geçen yıllar boyunca öylesine yıprandı ki bağımsızlık bir yana yer üstü ve yer altı servetlerimizi de emperyalist ülkelere kaptırmaya başladık. Doğadaki çevre dengemiz giderek bozuldu. Ormanlarımız, akarsularımız, denizlerimiz çok uluslu sermaye tarafından işgal edildi. Şimdi aynı grupların gözleri Türkiye’nin yer altı servetlerinde, madenlerinde, petrolünde, altın, gümüş, bor madeninde kısaca ne kadar değerli madenimiz varsa onlarda. Diyebilirsiniz ki koskoca devletimizin bu yağmaya karşı çıkma gibi bir çabası yok mu? Uzun yıllar yaşadığım, çalıştığım,........

© Evrensel


Get it on Google Play