14 Mayıs 2023 seçimlerinde TİP’ten Hatay Milletvekili seçilen Can Atalay hakkındaki Yargıtay kararı, geçtiğimiz salı günü TBMM Genel Kurulunda okundu ve Atalay’ın milletvekilliği düşürüldü.

Can Atalay’ın milletvekilliği düşürüldükten sonra yaptığı ilk açıklamada, "Bu da oldu, bunu da yaptılar. Anayasa’nın açık, hiçbir kuşkuya yer bırakmayan hükümlerine karşın seçilmiş Hatay milletvekilinin milletvekilliğini düşürdüler. Peki onlar ‘bitti’ dediler diye ben görevimi yapmaktan, çalışmaktan geri mi duracağım? Asla!” demesi önemliydi.

Ancak kararın hemen ertesinde yapılan yorum ve atılan adımların hepsinde Can Atalay’ın kararlı tutumu izlenmedi; konuyu hâlâ hukuk çerçevesi içinde değerlendirmekte ısrar edenlerin önerileri gündeme egemen oldu. Sıcağı sıcağına atılması gereken siyasal adımlara kafa yormak, hızlı ve etkili yöntemlerle müdahalenin yollarını açacak bir duruşun ön işaretlerini vermek yerine, Numan Kurtulmuş’un oturum sırasında yurt dışında olması üzerinde duruldu. Sanki güncel ve kritik bir önemi varmış gibi Bekir Bozdağ’ın onu kullanışlı kılan eski defterleri açıldı.

Verilen tepkilerin siyasetsizliği, Anayasa Mahkemelerinin faşizmi bertaraf etmek için kurulmuş mekanizmalar olduğunun çoktan unutulduğunu gösterdi. Anayasal kurumların Anayasa’da öngörüldüğü şekilde işleyişinin iktidar tarafından bilinçli ve sistemli bir biçimde engellendiği koşullarda, muhalefetin durumun ciddiyetinin bilincinde olmadığı bir kez daha hissedildi. Hal böyleyken, sorunu hukuk tekniği içinde tartışmaktan bıkmayanların gayretkeşliği akla “Tayyip Erdoğan’ın 14 Mayıs 2023 seçiminde aday olma hakkı olup olmadığı konusunu yargıya taşımayı, ‘Nasıl olsa bu yargıdan olumsuz sonuç çıkmaz’ diye geçiştirenler günah mı çıkarıyor?” sorusunu getirdi.

***

Erdoğan rejiminin sistemli bir biçimde sayısını artırdığı hukuksuz tutuklamalar, hak arayanlara yönelik şiddet uygulamaları, adım adım ilerletilen ‘anayasasızlaştırma’ operasyonları ‘otoriterleşme’ sürecinin dozunun artırılarak devam edeceğini gösteriyor. Can Atalay’ın milletvekilliğinin sonlandırılması seçmen iradesine yönelik açık bir saldırı ve mevcut anayasal düzenin meşruiyet alanının bilerek, isteyerek ortadan kaldırılması anlamına geliyor.

Bu koşullarda direnişi hukuk tekniği içine hapsetmek, burjuva demokrasisinden çoktan vazgeçmiş bir zihniyete karşı burjuva demokrasisi savunuculuğu yapmak gibi bir tuhaflık içerdiği gibi, etkisizliğiyle moral ve enerji kaybına da neden oluyor.

İktidar blokunun çoktandır belirginleşen ve yerel seçimlerden sonra da devam ettirileceği izlenimi veren baskıcı tutumu, başta yargı olmak üzere medya, üniversiteler, sendikalar ve meslek odalarına doğru genişleyerek sürüyor. Siyasal sistemi, sermaye tahakkümüyle barışık, ‘din eksenli bir çoğunlukçuluk’a dönüştürme yolunda hayli yol alındığı gözleniyor.

Yüzünü çoktandır faşizme dönmüş bulunan iktidarın, bir burjuva demokrasisi varmış ve işliyormuş izlenimi verme konusundaki gayreti, kurduğu oyun ve çektiği operasyonlarda kritik bir öneme sahip. Bu durum akıldan çıkarılmadan, baskı mekaniğini sorgulayan, hegemonyanın ideolojik, siyasal, kültürel ve bürokratik yeniden üretimini deşifre eden adımların zaman geçirilmeden atılması gerekiyor. TBMM üyeliğinin konforuna kapılmadan, Meclisten çekilme seçeneği dahil olmak üzere, daha aktif bir yaklaşımın sergilenmesi büyük önem taşıyor.

Geçtiğimiz hafta, TBMM Genel Kurulunda, Hakimler ve Savcılar Kuruluna (HSK) üye seçilme sürecinin Atalay kararı eksenli bir protestoya dönüştürülmemesiyle büyük bir fırsat kaçırıldı. Benzeri fırsatların kaçırılmaması, bu konuda teslimiyet niyeti olmadığının en önemli işaretlerinden olacaktır.

Ayrıca, Meclis kürsüsünden birbirine benzer konuşmaları tekrar etmek yerine, Can Atalay’ın bir ‘terörist’ olmayıp, Soma ve Ermenek madenci katliamlarında, Aladağ’daki yurt yangınında, Hendek’teki havai fişek fabrikası patlamasında, Çorlu tren kazasında, Tarlabaşı yıkımında, Emek Sineması, Validebağ Korusu ve tabii Taksim yayalaştırma projesi (namıdiğer Gezi) davalarında ve daha nicelerinde halka yaptığı gönüllü hizmetin her fırsatta her platformda anlatılması, güvenlikçi dilin kara bulutlarının dağıtılmasına katkı sunacaktır.

AYM’nin ‘hak ihlali’ kararlarına rağmen bir milletvekilinin milletvekilliğinin düşürülmesi, Recep Tayyip Erdoğan’ın 1 Şubat’ta ‘Diyanet Akademisi Başkanlığı mezuniyet töreni’nde yaptığı konuşmadaki sözleriyle birlikte değerlendirildiğinde, siyaset ve hukuk düzeninde bir ‘sonun başlangıcı’na gelindiği çok açık. Çatışma halindeki tutum ve tezler arasında hangisinin bitip, hangisinin başlangıcına adım atılacağı sorusunun yanıtını verilecek siyasal mücadelenin niteliği ve sıra dışılığı belirleyecek.

QOSHE - Sonun başlangıcı - Yücel Demirer
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Sonun başlangıcı

16 31
03.02.2024

14 Mayıs 2023 seçimlerinde TİP’ten Hatay Milletvekili seçilen Can Atalay hakkındaki Yargıtay kararı, geçtiğimiz salı günü TBMM Genel Kurulunda okundu ve Atalay’ın milletvekilliği düşürüldü.

Can Atalay’ın milletvekilliği düşürüldükten sonra yaptığı ilk açıklamada, "Bu da oldu, bunu da yaptılar. Anayasa’nın açık, hiçbir kuşkuya yer bırakmayan hükümlerine karşın seçilmiş Hatay milletvekilinin milletvekilliğini düşürdüler. Peki onlar ‘bitti’ dediler diye ben görevimi yapmaktan, çalışmaktan geri mi duracağım? Asla!” demesi önemliydi.

Ancak kararın hemen ertesinde yapılan yorum ve atılan adımların hepsinde Can Atalay’ın kararlı tutumu izlenmedi; konuyu hâlâ hukuk çerçevesi içinde değerlendirmekte ısrar edenlerin önerileri gündeme egemen oldu. Sıcağı sıcağına atılması gereken siyasal adımlara kafa yormak, hızlı ve etkili yöntemlerle müdahalenin yollarını açacak bir duruşun ön işaretlerini vermek yerine, Numan Kurtulmuş’un oturum sırasında yurt dışında olması üzerinde duruldu. Sanki güncel ve kritik bir önemi varmış gibi Bekir Bozdağ’ın onu kullanışlı kılan eski defterleri açıldı.

Verilen tepkilerin siyasetsizliği, Anayasa Mahkemelerinin faşizmi bertaraf etmek için kurulmuş mekanizmalar olduğunun çoktan unutulduğunu gösterdi. Anayasal kurumların Anayasa’da öngörüldüğü şekilde işleyişinin iktidar tarafından bilinçli ve sistemli bir biçimde engellendiği koşullarda, muhalefetin durumun ciddiyetinin bilincinde olmadığı bir kez daha hissedildi. Hal böyleyken, sorunu hukuk tekniği içinde tartışmaktan bıkmayanların gayretkeşliği akla “Tayyip........

© Evrensel


Get it on Google Play