İsrail’in Gazze’ye yönelik sürdürdüğü saldırı ve işgal, bölgede (Ortadoğu) kaçınılmaz bir şekilde ABD ve İran’ın başını çektiği güçler arasındaki gerilim ve çatışmaları tetikleyici bir rol oynadı. Özellikle son günlerde bu güçlerin Irak ve Suriye’de karşılıklı olarak düzenledikleri saldırılar, Erdoğan iktidarını da yeni arayışlara zorluyor. Bu bakımdan önce MİT Başkanı Kalın’ın ve ardından da Milli Savunma Bakanı Güler ve Genelkurmay Başkanı Gürak’ın Irak ve Irak Kürdistan Bölgesi’ndeki temaslarına dikkat çekmek gerekiyor.

ABD ve İsrail ile İran ve destekçisi (Lübnan Hizbullahı, Irak’taki Haşdi Şabi ve Suriye’deki Şii milisler) güçler arasında bugüne kadar kısmen ‘kontrollü’ olarak tanımlanabilecek saldırıların tırmanması, Dışişleri Bakanı Fidan’ın “Ateşle oynuyorlar” ifadesinde olduğu gibi diğer bölgesel aktörleri de kaygılandırıyor. Çünkü ABD’nin Irak’ta Haşdi Şabi’ye yönelik gerçekleştirdiği ve Irak hükümeti tarafından da kınanan saldırılarından sonra Suriye-Ürdün sınırında 3 ABD askeri öldürülmüş; ABD’nin bu saldırıya Irak ve Suriye’de yüze yakın hedefi vurarak yanıt vermesinden sonra bu kez Suriye’de İran destekli güçlerin Suriye Demokratik Güçlerinden (SDG) 6 savaşçının yaşamını yitirdiği saldırısı gerçekleşmişti. En son ABD’nin Bağdat Havalimanında gerçekleştirdiği saldırıda Ketaib Hizbullah’ın üst düzey komutanlarından biri öldürülmüştü.

Türkiye’deki Erdoğan iktidarının bölgedeki son gelişmeler üzerinden yeni pozisyon arayışına geçmeden nasıl bir pozisyon alınmaya çalışıldığını anlamak bakımından önemli birkaç noktaya dikkat çekmek gerekiyor.

Öncelikle Türkiye, her ne kadar ‘Astana formatı’nda Suriye konusunda Rusya ile birlikte İran’la da belli bir iş birliği içinde bulunsa da bu güçler Irak’tan başlayarak Lübnan’dan (Hizbullah) Yemen’e kadar bölgede birçok alanda ve konuda rakip konumunda bulunuyorlar. Öte yandan Türkiye’nin İsveç’in NATO üyeliğine ve ABD’nin de uzunca bir süredir sürüncemede bıraktığı Türkiye’ye F-16 savaş uçaklarının satışına onay vermesi, Erdoğan iktidarı ile ABD emperyalizmi arasındaki ilişkilerde ‘iyimserlik’ havasının esmesine yol açmıştı. Böylesi bir süreçte Rusya Lideri Putin’in 12 Şubat’ta Türkiye’ye yapacağı açıklanan ziyaretten hangi sonuçların çıkacağı merakla beklenirken bu ziyaret ileri bir tarihe ertelendi. Ayrıca Putin’in ziyaretinden rahatsızlık duyacağı beklentisinin aksine, ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün bu ziyaretle ilgili Türkiye’den beklentilerini ifade etmesi de Erdoğan iktidarı ile ABD arasındaki ‘yakınlaşmanın’ işaretlerinden biri olarak sayılabilir.

Kalın ve Güler’in son Irak ziyaretlerinde birbiriyle bağlantılı iki konu öne çıkıyor. PKK ile mücadele ve enerji-ticaret iş birliğinin geliştirilmesi. Aslında bu konudaki görüşmeler ve iş birliğinin geliştirilmesi arayışı yeni değil ama son gelişmeler ve bölgesel rekabetin kızışması, bu arayışların hız kazanmasını zorluyor. Erdoğan iktidarıyla birçok alanda iş birliği halinde bulunan KDP ve Barzani yönetimi de bu pozisyon arayışı bakımından özel bir rol oynuyor.

Daha önce belirtildiği gibi İran, Irak’ta sadece ABD ile değil, Erdoğan yönetimi ile de çıkar çatışması halinde bulunuyor. Kerkük ve Şengal bu çıkar çatışmasının en belirgin yaşandığı alanlar olarak öne çıkıyor. Son günlerde yaşanan çıkar çatışmasının merkezinde ise aralık ayında yapılan yerel seçimlerden sonra Kerkük valisinin hangi güçler tarafından belirleneceği konusu yer alıyor. Kerkük parlamentosu için yapılan seçimlerde Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB/YNK) 5, KDP 2, seçime üç ayrı listeden giren Araplar 6, Türkmenler 2 ve Hıristiyanlar 1 milletvekili çıkarmıştı.

Erdoğan yönetimi ve KDP, benzer kaygılarla Kerkük valisinin seçimlerden birinci parti olarak çıkan KYB’den seçilmesinin önüne geçmeye çalışıyor. Uzunca bir süredir İran’a yakınlığı ile bilinen KYB’nin özellikle 2014’te IŞİD saldırganlığı karşısında Şengal ve Kerkük’te aldığı tutumdan sonra PKK ile de ilişki ve iş birliğini geliştirmesi, Erdoğan yönetimini ciddi biçimde rahatsız ediyor. Türkiye’nin geçen yıl hava sahasını KYB’nin denetimindeki Süleymaniye Havaalanına kapatmasının ardından geçtiğimiz günlerde Dışişleri Bakanı Fidan da “KYB, Süleymaniye’de PKK ile iş birliğine devam ederse daha ileri adımlar atmak zorunda kalacağız” tehdidiyle bu rahatsızlığın yeni bir boyuta taşınacağının sinyallerini veriyor ki zaten MİT’in SİHA’larla sürdürdüğü saldırılar Süleymaniye’yi Türkiye’nin çatışma alanlarından biri haline getirmiş bulunuyor.

Bu arada Irak’ta ABD ve Türkiye politikasının kesişim noktalarını (çıkar ortaklığını) anlayabilmek bakımından şu hatırlatmayı yapmak yerinde olacaktır. ABD’nin birkaç gün önce Bağdat’ta komutanlarından birini öldürdüğü Ketaib Hizbullah grubu, geçtiğimiz dönemde Erdoğan’ı Irak’ta yayılmacı emeller peşinde koşmakla suçlayarak Şengal’e yönelik saldırılarına karşı sessiz kalmayacağını ilan etmişti. ABD de özellikle PKK ve Haşdi Şabi’nin Şengal’den çıkartılması için Türkiye, Irak merkezi ve Kürdistan Bölgesel Yönetimini iş birliği yapmaya çağırmıştı.

Bu köşede daha önce yayımlanan yazılarda Pençe-Kilit operasyonlarının ve Irak Kürdistan Bölgesi’nde kurulan askeri üslerin PKK ile mücadelenin ötesinde Irak petrol ve doğal gazının pazarlanmasında Türkiye’yi merkez haline getirme hesabıyla ilişkisine dikkat çekişmişti. Irak ve Kürdistan Bölgesi’nde son yapılan görüşmelerde Basra Körfezi’nden başlayarak Türkiye’ye ulaşacak ‘kalkınma yolu’ projesinin de masaya yatırılması, PKK ile mücadelenin arkasındaki ticari/ekonomik hesapların görülmesi bakımından önem taşıyor.

Suriye’ye gelince, Erdoğan yönetiminin Rusya ve İran ile sürdürdüğü iş birliği, “Esad rejimi ile normalleşme adımları” noktasında tıkanmış görünüyor. Öte yandan kendi çıkarları için SDG/Kürt güçleriyle sürdürdüğü iş birliği nedeniyle ABD’yle buradaki anlaşmazlıklar önemli oranda devam ediyor. Erdoğan yönetimi, Suriye sahasında ABD-İran geriliminin tırmanmasının kendisine Kürtlere yönelik yeni bir operasyon için kapı aralayıp aralayamayacağına odaklanmış gibi görünüyor.

Bölgedeki gelişmelerin nasıl bir seyir izleyeceğini önümüzdeki günlerde tartışmaya devam edeceğiz. Ancak şimdiden söyleyebiliriz ki Kürt sorunundaki baskı ve savaş politikaları ile Türk burjuvazisinin bölgedeki paylaşım mücadelesinden pay almasını amaçlayan yayılmacı emelleri, Türkiye’yi bölgedeki gerilim ve çatışmaların içine daha fazla çekmekten, Türkiye halkları için tehdidi büyütmekten başka bir sonuç doğurmuyor.

QOSHE - Bölgesel gelişmeler ve Erdoğan’ın yeni pozisyon arayışı - Yusuf Karadaş
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Bölgesel gelişmeler ve Erdoğan’ın yeni pozisyon arayışı

27 3
10.02.2024

İsrail’in Gazze’ye yönelik sürdürdüğü saldırı ve işgal, bölgede (Ortadoğu) kaçınılmaz bir şekilde ABD ve İran’ın başını çektiği güçler arasındaki gerilim ve çatışmaları tetikleyici bir rol oynadı. Özellikle son günlerde bu güçlerin Irak ve Suriye’de karşılıklı olarak düzenledikleri saldırılar, Erdoğan iktidarını da yeni arayışlara zorluyor. Bu bakımdan önce MİT Başkanı Kalın’ın ve ardından da Milli Savunma Bakanı Güler ve Genelkurmay Başkanı Gürak’ın Irak ve Irak Kürdistan Bölgesi’ndeki temaslarına dikkat çekmek gerekiyor.

ABD ve İsrail ile İran ve destekçisi (Lübnan Hizbullahı, Irak’taki Haşdi Şabi ve Suriye’deki Şii milisler) güçler arasında bugüne kadar kısmen ‘kontrollü’ olarak tanımlanabilecek saldırıların tırmanması, Dışişleri Bakanı Fidan’ın “Ateşle oynuyorlar” ifadesinde olduğu gibi diğer bölgesel aktörleri de kaygılandırıyor. Çünkü ABD’nin Irak’ta Haşdi Şabi’ye yönelik gerçekleştirdiği ve Irak hükümeti tarafından da kınanan saldırılarından sonra Suriye-Ürdün sınırında 3 ABD askeri öldürülmüş; ABD’nin bu saldırıya Irak ve Suriye’de yüze yakın hedefi vurarak yanıt vermesinden sonra bu kez Suriye’de İran destekli güçlerin Suriye Demokratik Güçlerinden (SDG) 6 savaşçının yaşamını yitirdiği saldırısı gerçekleşmişti. En son ABD’nin Bağdat Havalimanında gerçekleştirdiği saldırıda Ketaib Hizbullah’ın üst düzey komutanlarından biri öldürülmüştü.

Türkiye’deki Erdoğan iktidarının bölgedeki son gelişmeler üzerinden yeni pozisyon arayışına geçmeden nasıl bir pozisyon alınmaya çalışıldığını anlamak bakımından önemli birkaç noktaya dikkat çekmek gerekiyor.

Öncelikle Türkiye, her ne kadar ‘Astana formatı’nda Suriye konusunda Rusya ile birlikte İran’la da belli bir iş birliği içinde bulunsa da bu güçler Irak’tan başlayarak Lübnan’dan (Hizbullah) Yemen’e kadar bölgede birçok alanda ve konuda rakip konumunda bulunuyorlar. Öte yandan Türkiye’nin İsveç’in NATO üyeliğine ve ABD’nin de uzunca bir süredir sürüncemede bıraktığı Türkiye’ye F-16 savaş uçaklarının satışına onay vermesi, Erdoğan iktidarı ile ABD emperyalizmi arasındaki ilişkilerde ‘iyimserlik’ havasının esmesine yol açmıştı.........

© Evrensel


Get it on Google Play