HDP Eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın yargılandığı Kobanê davasındaki savunmasında anlattığı olay ve süreçler, bugün TİP Milletvekili Can Atalay’ın Anayasa Mahkemesinin kararlarına rağmen neden tahliye edilmediğini de açıklıyor.

Demirtaş, kendisinin ve yargılanan HDP’li siyasetçilerin “çözüm süreci”nde Öcalan ve Erdoğan iktidarı arasındaki görüşmelerde oynadıkları rolden bugün sanık sandalyesine gelmelerine kadarki süreci anlatırken aslında yakın dönemin kısa tarihini de sunuyor. Bu kısa tarihte Kobanê direnişinden “çözüm süreci”nin Erdoğan tarafından sona erdirilmesine, 7 Haziran 2015 seçimlerinden IŞİD katliamlarının sahne aldığı savaş ve kaos planına, özerklik ilanlarından hendek/şehir savaşlarına, darbe girişiminden yeni rejimin inşasına ve Kobanê ile Gezi davalarının siyasi iktidar tarafından bu rejim inşasının araçları olarak devreye sokulmasına kadar birçok olay ve süreci okumak mümkün oluyor.

Özellikle iktidar ve destekçilerinin İsrail’in Gazze’deki yıkım ve katliamlarına karşı mitingler yaparak sesini yükselttiği bir dönemde Demirtaş’ın şehir/hendek savaşları döneminde yaşananları hatırlatması, iktidarın ikiyüzlü politikasını da çarpıcı bir biçimde ortaya koyuyor. 2015-2016’da Sur başta olmak üzere özerklik ilan edilen Kürt kentlerine devlet güçleri tank ve topları kullanarak müdahale etmiş ve bu kentler büyük bir yıkıma uğratılmıştı ki bu yıkımın sonucunda yaklaşık 500 bin kişi yerinden edilmişti. O dönem çatışma alanlarında “Esadullah timi” gibi polis ve ordu içinde radikal İslamcı-faşist örgütlenmeler boy göstermiş ve demokrasi güçlerinin bütün çabalarına rağmen Cizre’de bodrumlara sığınan sivil insanlar yakılarak katledilmişti.

Bunca yıkım ve katliama rağmen bir tek devlet görevlisinin bile bu olaylardan dolayı yargılanmaması hem arkasındaki siyasi iradeyi ve hem de bu iradenin nasıl bir yönelim içinde olduğunu gösteriyordu.

Kobanê direnişi (Erdoğan iktidarı tarafından desteklenen IŞİD’in yenilgiye uğratılması), Erdoğan’ın hem içeride Kürtleri kendi “çözüm”üne razı etme ve hem de dışarıda yayılmacı emellerine yedekleme hesaplarının boşa çıkartılması bakımından önemli bir kırılma noktası olmuştu. Ancak Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Yüksel Kocaman’ın Erdoğan’la Saray’da yaptığı görüşmeden sonra hazırladığı iddianame üzerine açılan Kobanê davası, sadece bu hesabı bozanlardan öç almayı amaçlamıyor. Bu dava aynı zamanda Kürt siyasetini “terör” parantezinin içine alarak bütün siyasi alanı yeniden dizayn etmeyi ve bu dizayn üzerinden faşist inşanın duvarlarından birini örmeyi hedefliyordu.

Başka bir deyişle Erdoğan ve kader birliği yaptığı sermaye güçleri, Kürtleri içeride başkanlık sistemine ve dışarıda da Suriye ve bölgedeki paylaşım mücadelesine yedeklemeyi başaramayınca bu kez Kürtlere yönelik baskı ve terör siyasetini yasama, yürütme ve yargıyı tek elde toplayan bu baskı rejimini kurmanın ve bölgede yayılmacı emellerle yapılan müdahalenin dayanağı olarak kullanmaya yöneldiler. Dolayısıyla yargılamalar, tanıklıklar ve gözlemler kişiler üzerinden sürdürülüyor olsa da olup biteni doğru anlamak için olup biteni dönemin siyasi gelişmeleri ve hesaplarıyla birlikte okumak gerekiyor.

Bugün Kobanê davasından yargılanan Selahattin Demirtaş’ın ve Gezi davasından yargılanan Osman Kavala ve Can Atalay’ın Anayasa Mahkemesinin kararlarına rağmen serbest bırakılmamaları, sadece bu davaların siyasi iktidarın talimatıyla açılmış davalar olduklarını göstermiyor. Aynı zamanda bu davaların iktidarın siyasi hesaplarına göre yürütülen ve dolayısıyla siyasi iradenin izni olmadan hiçbir yargı kararının da uygulanmayacağı davalar olduklarını da ortaya koyuyor. Hatay Milletvekili Can Atalay’ın tahliyesi konusunda Anayasa Mahkemesi tarafından iki defa üst üste karar verilmesine rağmen Yargıtayın bu karara direnmesi ve ayrıca Anayasa Mahkemesini “Yetkilerini aşmak”la suçlaması, bu davalarda siyasi iradenin onayı olmadan hiçbir adım atılamayacağını bir kez daha gösterdi.

İktidar, Kürtleri “terörizm” ve milyonlarca insanın katıldığı Gezi direnişi tutsaklarını da “darbecilik” ile suçlayarak faşist rejim inşasına toplumsal rıza yaratmaya çalışıyor. Ancak meselenin sadece Kürtler ya da “Geziciler” olmadığını ve aslında iktidarın ülkeye nasıl bir elbise giydirmeye çalıştığını Akbelen’de ya da en son Urfa Özak direnişinde gördük. Akbelen’de kendi yaşan alanlarını savunmaya çalışan köylülere karşı Limak’ın çıkarlarını savunmak için dikilen jandarmalar ya da sendikal hakları ve insanca yaşayacakları ücret talepleri için direnen Urfa Özak işçilerine karşı validen jandarmaya, imamdan mahkemeye kadar devletin bütün kurumlarının aldığı tutum, yeni rejimin kimlerin/hangi sınıfın çıkarlarını ve nasıl korumaya çalıştığını açıklıyor.

Sadece Anayasa Mahkemesinin kararına rağmen Can Atalay’ın tahliyesine karşı iktidar ve emrindeki yargı organlarının tutumu bile Kobanê ve Gezi davaları ile ülkedeki demokrasi ve hukuk mücadelesi arasındaki ilişkiyi anlamak için yetiyor. Anayasa Mahkemesinin Atalay kararı karşısında ortaya koyduğu tutum ise Demirtaş’ın anlattığı yakın tarihin bir sonucu olarak iktidarın geldiği noktayı işaret ediyor. Ancak ne yargılamalar ve ne de bu yargılamalara konu yapılan mücadeleler bitmediğine göre, emek ve demokrasi güçlerine bu gidişatı tersine çevirmek üzere daha güçlü ve birleşik bir mücadeleyi örgütlemek düşüyor.

QOSHE - Demirtaş savunmasından Atalay kararına yakın dönemin kısa tarihi - Yusuf Karadaş
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Demirtaş savunmasından Atalay kararına yakın dönemin kısa tarihi

38 1
05.01.2024

HDP Eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın yargılandığı Kobanê davasındaki savunmasında anlattığı olay ve süreçler, bugün TİP Milletvekili Can Atalay’ın Anayasa Mahkemesinin kararlarına rağmen neden tahliye edilmediğini de açıklıyor.

Demirtaş, kendisinin ve yargılanan HDP’li siyasetçilerin “çözüm süreci”nde Öcalan ve Erdoğan iktidarı arasındaki görüşmelerde oynadıkları rolden bugün sanık sandalyesine gelmelerine kadarki süreci anlatırken aslında yakın dönemin kısa tarihini de sunuyor. Bu kısa tarihte Kobanê direnişinden “çözüm süreci”nin Erdoğan tarafından sona erdirilmesine, 7 Haziran 2015 seçimlerinden IŞİD katliamlarının sahne aldığı savaş ve kaos planına, özerklik ilanlarından hendek/şehir savaşlarına, darbe girişiminden yeni rejimin inşasına ve Kobanê ile Gezi davalarının siyasi iktidar tarafından bu rejim inşasının araçları olarak devreye sokulmasına kadar birçok olay ve süreci okumak mümkün oluyor.

Özellikle iktidar ve destekçilerinin İsrail’in Gazze’deki yıkım ve katliamlarına karşı mitingler yaparak sesini yükselttiği bir dönemde Demirtaş’ın şehir/hendek savaşları döneminde yaşananları hatırlatması, iktidarın ikiyüzlü politikasını da çarpıcı bir biçimde ortaya koyuyor. 2015-2016’da Sur başta olmak üzere özerklik ilan edilen Kürt kentlerine devlet güçleri tank ve topları kullanarak müdahale etmiş ve bu kentler büyük bir yıkıma uğratılmıştı ki bu yıkımın sonucunda yaklaşık 500 bin kişi yerinden edilmişti. O dönem çatışma alanlarında “Esadullah timi” gibi polis ve ordu içinde radikal İslamcı-faşist örgütlenmeler boy göstermiş ve demokrasi güçlerinin bütün çabalarına rağmen Cizre’de bodrumlara sığınan sivil insanlar yakılarak katledilmişti.

Bunca yıkım ve katliama rağmen bir tek devlet görevlisinin bile bu olaylardan dolayı........

© Evrensel


Get it on Google Play