Yazının ilk bölümünde Yeni Yaşam Yazarı Doğan Durgun’un “Türk solu” olarak tanımladığı sol-sosyalist parti ve güçlerin Dersim’de DEM ve diğer devrimci güçlere de çağrı yapan bir ittifak oluşturmasını “Kürtlere karşı ittifak” olarak göstererek sorunların aşılmasına değil, birlik zemininin parçalanmasına hizmet eden yaklaşımların tipik bir temsilcisi olarak öne çıktığına değinilmişti -ki, böylesi yaklaşımlara rağmen daha sonra yapılan görüşmeler sonucunda Dersim’de DEM’in de içinde yer aldığı bir ittifak kuruldu. Durgun’un sol-sosyalist güçlere karşı saldırgan tutumunu haklı çıkarmak için tarihsel olayları ve Marksist teoriyi tahrif etmesinden “sosyalistlerin çoğunluğunun” psikolojik çözümlemesine kadar birçok çarpıtmaya başvurduğuna işaret edilmişti.

Durgun’un sözcülüğüne soyunduğu ve sosyal medyada da oldukça “alıcısı” bulunan yaklaşımların her fırsatta kullanmaya çalıştıkları konuların başında Kürt özgürlük hareketi ile sol-sosyalist güçler arasında bugüne kadar kurulan ittifak-iş birlikleri ve bunun sonucunda “Kürtlerin oyuyla seçilen milletvekilleri” bulunuyor.

Öncelikle belirtmek gerekir ki, sorunun ele alınışındaki çarpıklığın ve provoke edici yaklaşımların temelinde ortaya çıkan sorun ya da anlaşmazlıkların “Kürt solu” ve “Türk solu” arasındaki sorun ve anlaşmazlıklar olarak gösterilmesi gerçeği yer alıyor.

Bu köşede daha önce de bu konuda bir tartışma yürütüldüğü için üzerinde uzun uzadıya durmayacağız. Ancak işçi sınıfı ideolojisi olarak Marksizm-Leninizmin milli değil, enternasyonalist bir hareket olduğuna ve ülkeler düzeyinde örgütlenmenin bu gerçeği değiştirmediğine bir kez daha dikkat çekmek gerekiyor. Türkiye ve Kürdistan özgülünde ise, Kürt ulusal kurtuluş hareketlerinin Türkiye sol-sosyalist hareketinin içinde gelişmeleri ve o dönem “sosyalist Kürdistan” hedefiyle ortaya çıkmaları, yanlış bir şekilde bu ulusal kurtuluş hareketlerinin “Kürt solu” ve Türkiye ve Kürdistan’da ortak örgütlenme ve mücadeleyi savunan sol-sosyalist güçlerin de “Türk solu” olarak tanımlanmasına yol açmıştı. Ancak burada özellikle Ş. Hüsnü TKP’sinin Kürtlerin ulusal hak istemli ayaklanmalarını “gerici ayaklanmalar” olarak gösterip cumhuriyet rejiminin bu ayaklanmaları bastırmasını desteklemesinin bu ayrımın kabul görmesinde etkili olduğunu da belirtmek gerekiyor.

Elbette bugün de kendilerini “sosyalist”, “komünist” olarak tanımlayan ama Kürt sorunu karşısında şoven bir tutum takınan partiler bulunuyor ve son genel seçimlerde ittifakların kurulması sürecinde bu yaklaşımların etkilerini de gördük. Ancak ortaya çıkan bu durum ve kurulan ittifak, “Kürt solu”-“Türk solu” ayrımını değil; sorunun Kürt özgürlük hareketi ile şu ya da bu sol-sosyalist partinin bu hareketle ilişkisi sorunu olduğunu bir kez daha göstermişti. Mesela EMEP Dersim İl Örgütünün, sürdürülen tartışmalara cevaben yaptığı açıklamada 20 yılı aşkın bir sürede DEM’in sürdürücüsü olduğu Kürt ulusal özgürlük mücadelesini temsil eden siyasi gelenekle 7 genel seçim ve 4 yerel seçimde ittifak kurulduğu hatırlatılmıştı.

Durgun yazısında Dersim’de Kemalizmin tarihsel etkisine dikkat çekerek ve sol-sosyalist güçleri Kemalist mirasın devamcısı ilan ederek kurulan ittifakı da “TunçEli” ittifakı olarak niteliyor. Dersimlilerin Alevilik kimliğinin ve laisizmi sahiplenmelerinin onları düzene yedeklemek için kullanılmaya çalışıldığı ve bu konuda CHP’nin özel bir rol üstlendiği doğrudur. Ancak Durgun gibilerinin iddialarının aksine Dersim’de onlarca yıldır etkili olan sol-sosyalist hareketler darağacında Türk ve Kürt halkının mücadelesini haykıran Deniz Gezmişlerin ve yine Kemalizme açık tutum alan Kaypakkaya geleneğinin devamcısı siyasetlerdir.

Öte yandan bu güçlerin sadece Dersim’de ittifak kurdukları da doğru değildir. Çünkü Dersim’den çok daha önce Hatay Defne başta olmak üzere birçok yerelde bu yönde çalışmalar yapıldı ve ittifaklar kuruldu. Ancak yazar sol-sosyalist güçlerin Kürt coğrafyasında Kürt işçi-emekçiler arasında siyaset yapmasını meşru görmediği için sadece Dersim’i görüyor ve dahası buradaki ittifakı “DEM Parti’ye ve Kürtlere karşı” bir ittifak olarak gösteriyor. Demek ki, bu sol-sosyalistlerin parti ve örgütlerin Dersim’de bir araya getirdiği güçleri de Kürt’ten saymıyor!

Buradan ittifak sorununa gelirsek, her siyasal parti temsil ettiği ya da temsil etme iddiasında bulunduğu toplumsal sınıf ya da kimliğin çıkarları temelinde ittifaklar yapar. Dolayısıyla bugün DEM Parti ve devamcısı olduğu siyasi geleneğin de Türkiye ve Kürdistan’daki ittifak politikasını, kendi programı ve politik hedeflerinin belirlediğine şüphe yoktur. Bu nedenle Kürt özgürlük hareketinin ve ittifak yaptığı sol-sosyalist partilerin güçleri arasında bir orantısızlık olsa da bugüne kadar kurulan ittifaklar birilerine “hayır” olsun diye yapılmadı ve yapılmıyor.

Mesela HADEP ve EMEP, 2002 genel seçimlerinde DEHAP çatısında ittifak kurmuş ve yüzde onluk baraj aşılamasa da bu ittifak Kürt özgürlük hareketinin ilk kez İç Anadolu ve Karadeniz gibi bölgelere girebilmesini sağlamıştı. Yazarımız isterse bu konuda o dönem yazılanlar için isterse özgür basın arşivlerine bakabilir.

Durgun “Milletvekili seçtirme” konusunda geçmişte ÖDP’li Ufuk Uras ve EMEP’li Levent Tüzel’in “Meclise taşınmasını” ve son seçimleri hatırlatıyor. Bilindiği gibi Tüzel, Erdoğan iktidarının çoğunluğu kaybettiği 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında savaş ve kaos planını devreye sokmak için oluşturduğu ve aslında bir savaş hükümeti olan “seçim hükümeti”ne katılmayı reddettiği için “İttifak hukukuna uymamak”la eleştirilmişti. Oysa bu eleştirilen ittifak ile iltihakın birbirlerine karıştırıldığını gösteriyordu. Çünkü HDP’nin böylesi bir hükümette yer alma kararı alması, sadece HDP ile yapılan ittifakla seçilmiş olduğu için EMEP’li Tüzel’in de bu karara uyması ve bu savaş hükümetine katılması gerektiği anlamına gelmiyordu. Buna rağmen yaşanan tartışmalar neticesinde 1 Kasım seçimlerinde EMEP’ten kimse aday olmadığı halde EMEP, HDP’yle birlikte hareket etme kararı almıştı. Yani mesele sadece milletvekilliği değil, partilerin temsil ettikleri çıkarların gereği olarak bir araya gelmesi, mücadeleyi ilerletmesiydi.

Bir kez daha belirtmek gerekir ki, ittifaklar temsil edilen siyasi çıkarlara ve ortaya konan politik hedeflere göre yapılır ve EMEP ya da başka bir partinin ittifak yaparken kendi siyasi gücü ya da bu ittifakın yaratacağı etkiye göre milletvekilliği ya da belediye başkanlığı istemesi kadar doğal bir şey olamaz. Son seçimlerde TİP’in oynadığı rolü bir tarafa koyarsak bu partilerin bugün A ya da B yerinde tek başlarına milletvekili çıkaracak güce sahip olmaması, listelere giren ve seçilen adayların bu ittifakın genel etkisi ve bu konudaki siyasi beklentilere göre belirlendiği gerçeğini değiştirmiyor. Yani ne ittifaklar birilerine iyilik olsun diye kuruluyor ve ne de seçilen milletvekilleri hatır gönül ilişkileriyle belirleniyor.

Bu nedenle yaşanan her siyasi anlaşmazlıktan sonra Yeşil Sol çatısında seçime girip seçilen milletvekillerinin hatırlatılması, bu hatırlatmayı yapanların ittifaktan iltihakı anladığını gösteriyor -ki, farklı programları olan ve farklı siyasi çıkarları temsil eden güçlerin yakın dönemdeki hedefleri bakımından ortaklaşarak ittifak kurması aralarındaki ayrımları ortadan kaldırmaz. Dolayısıyla ittifak hukukunun kurulabilmesi, her şeyden önce bu gerçeğin kabulünü gerektirir.

Elbette Durgun’un yazdıkları ve aynı çizgide duran yaklaşımlar üzerine çok şey söylenebilir. Ancak şurası kesindir ki, topyekün bir saldırıyla karşı karşıya olduğumuz, en küçük adımın ve kazanımın bile önem taşıdığı böylesi bir dönemde onlarca yılda ağır bedeller ödenerek yaratılan değerler ve kurulan mücadele birlikteliği üzerinde böylesine hoyratça tepinmeyi kendilerine hak görenler en çok Kürt halkının mücadelesine zarar veriyorlar. Hiçbir kanıt gösteremeden kolayca “Kemalistlik” ile suçladığı sosyalistlerle yürünecek yolun sonuna gelindiğini ilan etmek için fırsat kollayan Durgun’a, hemşehrisi Mehmet Metiner’den başlayarak son 20 yılda Kürt özgürlük hareketinin sosyalistlerle ittifak kurmasına karşı çıkanların bugün nereye savrulduklarına dönüp bakmasını tavsiye ediyoruz.

QOSHE - Dersim tartışmasının gösterdikleri: İttifak mı iltihak mı? (2) - Yusuf Karadaş
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Dersim tartışmasının gösterdikleri: İttifak mı iltihak mı? (2)

56 44
31.01.2024

Yazının ilk bölümünde Yeni Yaşam Yazarı Doğan Durgun’un “Türk solu” olarak tanımladığı sol-sosyalist parti ve güçlerin Dersim’de DEM ve diğer devrimci güçlere de çağrı yapan bir ittifak oluşturmasını “Kürtlere karşı ittifak” olarak göstererek sorunların aşılmasına değil, birlik zemininin parçalanmasına hizmet eden yaklaşımların tipik bir temsilcisi olarak öne çıktığına değinilmişti -ki, böylesi yaklaşımlara rağmen daha sonra yapılan görüşmeler sonucunda Dersim’de DEM’in de içinde yer aldığı bir ittifak kuruldu. Durgun’un sol-sosyalist güçlere karşı saldırgan tutumunu haklı çıkarmak için tarihsel olayları ve Marksist teoriyi tahrif etmesinden “sosyalistlerin çoğunluğunun” psikolojik çözümlemesine kadar birçok çarpıtmaya başvurduğuna işaret edilmişti.

Durgun’un sözcülüğüne soyunduğu ve sosyal medyada da oldukça “alıcısı” bulunan yaklaşımların her fırsatta kullanmaya çalıştıkları konuların başında Kürt özgürlük hareketi ile sol-sosyalist güçler arasında bugüne kadar kurulan ittifak-iş birlikleri ve bunun sonucunda “Kürtlerin oyuyla seçilen milletvekilleri” bulunuyor.

Öncelikle belirtmek gerekir ki, sorunun ele alınışındaki çarpıklığın ve provoke edici yaklaşımların temelinde ortaya çıkan sorun ya da anlaşmazlıkların “Kürt solu” ve “Türk solu” arasındaki sorun ve anlaşmazlıklar olarak gösterilmesi gerçeği yer alıyor.

Bu köşede daha önce de bu konuda bir tartışma yürütüldüğü için üzerinde uzun uzadıya durmayacağız. Ancak işçi sınıfı ideolojisi olarak Marksizm-Leninizmin milli değil, enternasyonalist bir hareket olduğuna ve ülkeler düzeyinde örgütlenmenin bu gerçeği değiştirmediğine bir kez daha dikkat çekmek gerekiyor. Türkiye ve Kürdistan özgülünde ise, Kürt ulusal kurtuluş hareketlerinin Türkiye sol-sosyalist hareketinin içinde gelişmeleri ve o dönem “sosyalist Kürdistan” hedefiyle ortaya çıkmaları, yanlış bir şekilde bu ulusal kurtuluş hareketlerinin “Kürt solu” ve Türkiye ve Kürdistan’da ortak örgütlenme ve mücadeleyi savunan sol-sosyalist güçlerin de “Türk solu” olarak tanımlanmasına yol açmıştı. Ancak burada özellikle Ş. Hüsnü TKP’sinin Kürtlerin ulusal hak istemli ayaklanmalarını “gerici ayaklanmalar” olarak gösterip cumhuriyet rejiminin bu ayaklanmaları bastırmasını desteklemesinin bu ayrımın kabul görmesinde etkili olduğunu da belirtmek gerekiyor.

Elbette bugün de kendilerini “sosyalist”, “komünist” olarak tanımlayan ama Kürt sorunu karşısında şoven bir tutum takınan partiler bulunuyor ve son genel seçimlerde ittifakların kurulması sürecinde bu yaklaşımların etkilerini de gördük. Ancak ortaya çıkan bu durum ve kurulan ittifak, “Kürt solu”-“Türk solu” ayrımını değil; sorunun Kürt özgürlük hareketi........

© Evrensel


Get it on Google Play