İsrail’in Gazze’de Filistin halkına yönelik saldırı ve katliamları nedeniyle Netanyahu’yu Hitler’e benzeten Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rojava’da yüz binlerce insanın yaşam alanlarının ve altyapı tesislerinin bombalanmasını “terörizmle mücadele” adına savunmaya devam ediyor. Önceki gün 53. muhtarlar toplantısında konuşan Erdoğan, TSK’nin Suriye’de Kürtlere yönelik hava operasyonları konusunda “Terör örgütü için kritik önemde 70 tesis vuruldu. Bunların içinde adeta petrol rafinerileri var. Bunların hepsini vuruyoruz. Buralar günlerce yanıyor. Durmayacağız” açıklamasını yapmıştı.

Peki, Erdoğan’ın “terör örgütü için kritik önemde” dediği tesisler silah yapım tesisleri mi, askeri eğitim kampları mı?

Hayır!

Erdoğan’ın sözünü ettiği bu tesisler; Kuzey-Doğu Suriye Özerk Yönetimi altında yaşayan yüz binlerce insanın su ve elektrik ihtiyaçlarının karşılandığı altyapı tesisleri, okullar, hastaneler ve tarımsal üretim alanlarından oluşuyor. Oysa aynı Erdoğan, İsrail’in Gazze’de altyapı tesislerinin ve sivil halkın yaşam alanlarını hedef alan saldırıları için “Toplu cezalandırmaya dönüşen ve savaş suçu teşkil eden İsrail saldırılarını hiçbir şekilde kabul etmiyoruz. Hastane, ibadethane, okul, her koşulda koruma altında olması gereken mekanların hedef alınması, halkın göçe zorlanması vicdansızlıktır, barbarlıktır” demişti.

Erdoğan, Filistin’de “vicdansızlık, barbarlık” olarak nitelediği saldırıların benzerlerini Suriye Kürtlerine karşı düzenlemiş olmayı bir “başarı” gibi göstermekten geri durmuyor.

Zaten Netanyahu da bu gerçeği çok iyi bildiği için kendisini Hitler’e benzeten Erdoğan’a: “Kürtlere soykırım uygulayan, kendi yönetimine karşı çıkan gazetecileri hapse atma konusunda dünya rekorunu elinde bulunduran Erdoğan, bize ahlak dersi verecek son kişidir” sözleriyle yanıt veriyor.

Netanyahu, Erdoğan’a “Yok aslında birbirimizden farkımız” diyor!

Gerçekten de yer ve örgüt isimleri kaldırıldığında hangi açıklamanın Netanyahu ve hangi açıklamanın Erdoğan tarafından yapıldığı anlaşılmaz hale geliyor.

Erdoğan, geçtiğimiz günlerde 134 maddelik demokratik bir ‘toplumsal sözleşme’yi (anayasa) kabul eden Kuzey-Doğu Suriye Özerk Yönetimini “terör örgütü” olarak gördüğü için bu yönetim altında yaşayan yüz binlerce Suriyelinin cezalandırılmasında da bir sakınca görmüyor.

Oysa bu toplumsal sözleşme sadece “terörizm”, “bölücülük” iddialarına yanıt vermekle kalmıyor, Erdoğan yönetiminin asıl korkusunu da dışa vuruyor. Öncelikle bu sözleşmede “Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi, Suriye’nin ayrılmaz bir parçasıdır” denilerek demokratik Suriye’nin bir parçası olma iradesi ortaya konuyor. Devamında da bu toplumsal sözleşmenin bölgedeki halklar ve farklı inançlar arasında barış, adalet ve eşitliği sağlamayı amaçladığı vurgulanıyor.

Görüldüğü gibi burada ne iddia edildiği gibi ayrı bir devlet kurulması ve ne de herhangi bir grubun ya da topluluğun başka kesimler üzerinde baskı kurması hedefleniyor. Dolayısıyla Erdoğan iktidarının asıl korkusu buradan Türkiye’ye yönelecek saldırılar değil, Rojava’da Kürtlerin başını çektiği bu demokratik kazanımların ülkede Kürt sorununun çözümü konusunda uygulanan politika ve bölgedeki yayılmacı emeller bakımından ortaya çıkaracağı sonuçlardır.

Birinci olarak, binlerce Kürt siyasetçiyi cezaevlerinde rehin tutan, yerel yönetimlere kayyumlar atayan Erdoğan iktidarı, demokratik hak eşitliği sorunu olan Kürt sorununu bir “terör sorunu” ve milyonlarca insanın oyunu alan legal Kürt siyasetini (HDP/DEM Parti) de “terörün yasal uzantısı” ilan ediyor. Bu politikanın arka planında tekelci Türk burjuva gericiliğinin Kürdistan pazarı üzerindeki egemenliğini, Kürt coğrafyasındaki yer altı ve yer üstü kaynakları üzerindeki yağmasını tavizsiz bir biçimde sürdürme hedefi bulunuyor. Başka bir deyişle bu “güvenlikçi” politika iddia edildiği gibi Türk halkının değil, küçük bir azınlığın çıkarlarını güvence altına almayı amaçlıyor. Çünkü Türk ve Kürt halklarının güven içinde ve birlikte yaşamasının yolu, uygulanan politikanın aksine Kürt sorununun demokratik-barışçıl çözümünden geçiyor.

Kürt sorununun “terörizm” olarak kodlanması, Erdoğan iktidarı tarafından demokratik siyaset zeminin giderek daha çok daraltılması ve her türlü demokratik hakkın “terör” ile ilişkilendirilerek baskı rejiminin kalıcılaştırılmasının bir aracı olarak da kullanılıyor.

İkinci olarak; Kürt sorunu üzerinden “terör” algısının yaratılması, Kürtlerin sınırların ötesindeki kazanımlarının da bir ‘tehdit’ olarak gösterilmesinin ve bu tehdidin ortadan kaldırılması adına yayılmacı emellerle müdahalelerin yapılmasının, başka ülkelerin topraklarının işgal edilmesinin ve bu ülkelerde kalıcı üsler kurulmasının da olanağı olarak değerlendiriliyor.

Geçtiğimiz günlerde Irak Kürdistan Bölgesi sınırları içinde kurulan kalıcı üslerde 12 askerin yaşamını yitirmesi, bu üslerin varlığını ve hangi çıkarlara hizmet ettiğini tartışma konusu haline getirmişti.

Rojava’da kendi bölgesel çıkarları için Kürtlerle iş birliği yapan ABD emperyalizmi, Erdoğan yönetiminin operasyonları karşısında “kaygılarını” dile getirmekle yetiniyor. Suriye Demokratik Meclisinin ABD Temsilcisi Muhammed’in “Onlar için Türkiye çok önemli. Dolayısıyla Türkiye’yi de çok ‘rahatsız’ etmek istemiyorlar” sözleri ABD emperyalizminin tutumunu özetliyor. Aynı şekilde Erdoğan yönetiminin Kürtler üzerinde baskı kurmasını kendi çıkarlarına gören Rusya ve Suriye yönetimi de bu saldırılar karşısında sessizliğini koruyor.

Bu ikiyüzlü politika sadece emperyalistler ve bölge gericilikleri tarafından değil, Filistin sorunu konusunda tutum alıp Kürtler söz konusu olunca susan İslamcı çevreler başta birçok siyasi çevre tarafından da sürdürülüyor.

Bu tablo, yeni yıla girerken ülkede demokrasi ve bölgede barış mücadelesinin nasıl iç içe geçtiğini ve bu mücadelenin asıl dayanağının şu ya da bu emperyalist güç veya bölge gericiliği değil, bölge halkları olduğunu çarpıcı bir biçimde ortaya koyuyor.

QOSHE - İkiyüzlülüğün aynası Rojava! - Yusuf Karadaş
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

İkiyüzlülüğün aynası Rojava!

52 1
30.12.2023

İsrail’in Gazze’de Filistin halkına yönelik saldırı ve katliamları nedeniyle Netanyahu’yu Hitler’e benzeten Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rojava’da yüz binlerce insanın yaşam alanlarının ve altyapı tesislerinin bombalanmasını “terörizmle mücadele” adına savunmaya devam ediyor. Önceki gün 53. muhtarlar toplantısında konuşan Erdoğan, TSK’nin Suriye’de Kürtlere yönelik hava operasyonları konusunda “Terör örgütü için kritik önemde 70 tesis vuruldu. Bunların içinde adeta petrol rafinerileri var. Bunların hepsini vuruyoruz. Buralar günlerce yanıyor. Durmayacağız” açıklamasını yapmıştı.

Peki, Erdoğan’ın “terör örgütü için kritik önemde” dediği tesisler silah yapım tesisleri mi, askeri eğitim kampları mı?

Hayır!

Erdoğan’ın sözünü ettiği bu tesisler; Kuzey-Doğu Suriye Özerk Yönetimi altında yaşayan yüz binlerce insanın su ve elektrik ihtiyaçlarının karşılandığı altyapı tesisleri, okullar, hastaneler ve tarımsal üretim alanlarından oluşuyor. Oysa aynı Erdoğan, İsrail’in Gazze’de altyapı tesislerinin ve sivil halkın yaşam alanlarını hedef alan saldırıları için “Toplu cezalandırmaya dönüşen ve savaş suçu teşkil eden İsrail saldırılarını hiçbir şekilde kabul etmiyoruz. Hastane, ibadethane, okul, her koşulda koruma altında olması gereken mekanların hedef alınması, halkın göçe zorlanması vicdansızlıktır, barbarlıktır” demişti.

Erdoğan, Filistin’de “vicdansızlık, barbarlık” olarak nitelediği saldırıların benzerlerini Suriye Kürtlerine karşı düzenlemiş olmayı bir “başarı” gibi göstermekten geri durmuyor.

Zaten Netanyahu da bu gerçeği çok iyi bildiği için kendisini Hitler’e benzeten Erdoğan’a: “Kürtlere soykırım uygulayan, kendi yönetimine karşı çıkan gazetecileri hapse atma konusunda dünya rekorunu elinde bulunduran Erdoğan, bize ahlak dersi verecek son kişidir” sözleriyle yanıt veriyor.

Netanyahu, Erdoğan’a “Yok aslında birbirimizden farkımız” diyor!

Gerçekten de yer ve örgüt isimleri kaldırıldığında hangi açıklamanın Netanyahu ve hangi........

© Evrensel


Get it on Google Play