Geçtiğimiz hafta sonu İsrail’le ticari ilişkilerin kesilmesi için ‘Filistin İçin Bin Genç’ İnisiyatifinin İstanbul İstiklal’de yapmak istediği eyleme yapılan sert müdahale tartışılmaya devam ediyor. Aralarında türbanlı kadınların da yer aldığı eylemcilere şiddet uygulayan polis onlarca kişiyi de ters kelepçe takarak gözaltına almıştı. İktidar ve medyası “provokatörlük” ile suçladığı eylemcileri ‘FETÖ’cü ve hatta MOSSAD ajanı ilan etti. İktidar medyasının MOSSAD ajanlığı ile suçladığı türbanlı genç kadınlardan Evra ve Beyza Akyüz’ün 2010’da Mavi Marmara Vapuru’nda İsrail tarafından katledilen Cengiz Akyüz’üz kızları çıkmasıyla aslında suç üstünde yakalanan Erdoğan iktidarı oldu.

‘One Minute’ ve ‘Mavi Marmara olayından İsrail’le ticari ilişkileri protesto edenlere ters kelepçe takılmasına kadar yaşanan gelişmeler, iktidarın Filistin davası ve İsrail’le ilişkiler konusunda nereden nereye geldiğini de çarpıcı bir biçimde ortaya koyuyor.

Erdoğan iktidarının ‘stratejik derinlik’ adı altında yeni Osmanlıcı politikalara yöneldiği ve yayılmacı emeller doğrultusunda Ortadoğu’da daha etkin bir pozisyon almaya çalıştığı dönemlerde Erdoğan’ın 2009’daki Davos zirvesinde İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e söylediği “Siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz” sözleri büyük bir etki yaratmıştı. Bu sözleri Erdoğan’ı Filistin ve Arap coğrafyasında posterleri taşınan bir lider haline getirmişti -ki, bu ABD’deki Obama yönetiminin de o dönem Türkiye’ye biçtiği bölgesel pozisyon ve rollerle uyumlu bir durumdu.

2010’da İHH’nın (İnsani Yardım Vakfı) abluka altındaki Gazze’ye insani yardım gönderme amacıyla bir filo oluşturması da böylesi bir siyasal iklimde ve iktidarın desteğinde gerçekleşti. Zaten Erdoğan da 2014’te “Mavi Marmara’ya izni biz verdik” diyerek iktidarın bu süreçteki rolünü kabul ediyordu. İsrail’in Gazze’ye gönderilen yardım filosuna düzenlediği saldırıda Mavi Marmara vapurundaki 10 kişi yaşamını yitirmiş ve bu olay ‘Mavi Marmara olayı’ olarak tarihe geçmişti.

Bu dönemde tıpkı bugünlerde olduğu gibi İsrail’le siyasi ilişkiler askıya alınsa da ticari ve askeri anlaşmalar kesintisiz bir biçimde devam etmişti.

Ancak 2011’de önce Libya ve sonra da Suriye savaşında üstlendiği rol, Erdoğan iktidarının bölgedeki imajının giderek tersine döneceği bir sürecin önünü açmıştı. Çünkü Erdoğan iktidarının ABD ve Batılı emperyalistlerin desteğinde, öncülüğünde soyunduğu Suriye savaşı, Suriye’deki Esad rejiminin düşürülmesiyle birlikte İran ve Lübnan Hizbullah’ının da kuşatılıp etkisizleştirilmesini ve Filistin davasının da yalnızlaştırılıp İsrail’in güvenceye alınmasını amaçlıyordu.

Suriye’de rejim değişikliği gerçekleştirme ve Şam’daki Emevi Camisinde Sünni İslam liderliğini ilan etme hesabı tutmasa da Erdoğan iktidarı, Suriye ve Libya başta bölgedeki yayılmacı emelleri ve işgalleri için radikal İslamcı gruplarla iş birliğini sürdürdü. El Nusra (HTŞ) başta radikal İslamcı grupların varlığı, bölgedeki gerilim, çatışma ve istikrarsızlıkların devam etmesini isteyen İsrail tarafından da desteklenen bir politikaydı -ki, İsrail bu gruplara “insani yardım” adı altında destek göndererek bu politikanın devamını sağlamaya çalışıyordu. Bilindiği gibi sonraki dönemlerde ABD Suriye Özel Temsilcisi Jeffrey de İdlib’deki HTŞ için “Esad rejimiyle mücadeleye odaklanmış durumdalar” diyerek bu politikayı onaylayan bir tutum ortaya koymuştu.

Türkiye ve İsrail arasındaki siyasi gerilim, aslında daha 2013’te Obama’nın araya girmesi ve İsrail Başbakanı Netanyahu’nun Erdoğan’a bir “özür telefonu” etmesiyle düşmeye başlamış ve 2016’da yapılan anlaşma ile ilişkiler yeniden ‘normalleştirilmişti’. Erdoğan yönetimi, ilişkilerin normalleştirilmesi için “Özür, tazminat ve Gazze’ye yönelik ambargonun kaldırılması” şartlarını açıklamıştı. Ancak anlaşmada Mavi Marmara’da yakınlarını kaybedenler için 20 milyon dolar tazminat ödenmesi dışında “Ambargonun hafifletilmesi” adı altında Gazze’ye yönelik ambargonun kaldırılması şartından vazgeçilmişti. Dolayısıyla bu anlaşma, her ne kadar aksi bir hava yaratılmaya çalışılsa da İsrail’in Gazze’ye yönelik ambargo ve saldırılarının Erdoğan iktidarı tarafından onaylanması, başka bir deyişle Filistin davasının alenen satılması olarak anlam kazanmıştı.

Daha önceleri hem bölge politikası ve hem de iç politikadaki propagandası için Mavi Marmara olayını kullanan Erdoğan, bu kez anlaşmaya tepki gösteren Mavi Marmara’da yakınlarını kaybeden aileler ve İHH’ye “Giderken bana mı sordunuz?” diye çıkışmıştı.

2016’daki darbe girişimi ve Doğu Akdeniz’deki rekabet, iki ülke ilişkilerinde yeniden gerilimi tırmandırsa da BAE ve S. Arabistan başta diğer bölge ülkeleriyle olduğu gibi yaşadığı siyasi ve ekonomik sıkışmışlığın bir sonucu olarak İsrail’le ilişkilerin yeniden ‘normalleşmesi’ için adım atan yine Erdoğan iktidarı olmuş ve 2022’de İsrail Cumhurbaşkanı Herzog’un Türkiye ziyareti ile diplomatik ilişkiler yeniden en üst seviyeye çıkartılmıştı.

Bu süreci herkesin bildiği gibi, geçtiğimiz yılın ekim ayında Hamas’ın abluka altındaki Gazze Şeridi’nden İsrail’e karşı Aksa Tufanı adı altında düzenlediği saldırı ve İsrail’in o günden bugüne devam eden işgal ve katliamları takip etti.

İsrail’in Gazze’ye yönelik işgal ve katliamları bütün dünyada büyük bir tepkiye yol açmış; Cumhurbaşkanı Erdoğan Gazze için düzenlenen mitingde “Gazze için kıyam” (kutsal savaş) ilan etmiş ve ortağı Bahçeli de “Gazze için yola revan olmazsam namerdim” demişti. Ancak iktidar bloku iç politikada halkın Filistin davası konusundaki hassasiyetlerini yedeklemek için böylesi bir propaganda sürdürürken iktidarın en yakınındaki tekeller İsrail ile ticari ilişkilerini sürdürmeye ve İsrail Filistin’de soykırım düzenlerken bile lojistik destek vermeye devam ettiler. Özellikle bu dönemde Gazeteci Metin Cihan, Erdoğan’a bağlı ‘Varlık Fonu’ şirketlerinden Eti Maden’den MHP Milletvekili Hilmi Durgun’un şirketine kadar iktidar bloku ve destekçisi sermaye gruplarının İsrail ile ticari ilişkilerini ortaya koyan birçok belgeyi yayımlayarak bu suç ortaklığının gözler önüne serilmesinde önemli bir rol oynadı.

İşte iktidar ve medyasının ‘komplo teorileri’ geliştirmeye çalıştıkları (Bu bakımdan İstanbul Valisi Davut Gül’ün bu eylemi “beşinci kol faaliyeti” olarak nitelendirmesinin altını çizmek gerekiyor) ve polis şiddetiyle gündeme gelen İstiklal’deki eylem de İsrail’le ticari ilişkilerin kesilmesi talebiyle gerçekleştirilmişti. Zaten iktidarı bu kadar rahatsız eden de aralarında türbanlıların yer aldığı eylemcilerin iktidarın söylemlerinin aksine İsrail’le ticari ilişkileri sürdürmeye yönelik ikiyüzlü politikasını gözler önüne sermeleriydi.

‘One Minute’ ve Mavi Marmara olayından İsrail’le ticari ilişkileri protesto edenlere ters kelepçe takılmasına kadar Erdoğan iktidarının Filistin sorununa yaklaşımı ve İsrail’le ilişkilerine bakıldığında söylenebilecek şey şudur: Filistin davası ve bu arada HAMAS ile ilişkileri Erdoğan iktidarı için bölgedeki emelleri için bir pazarlık konusu olmaktan ve iç politikada ise, halkın Filistin halkına desteğini kendi politikalarına yedeklemek için kullandığı bir araç olmaktan öteye gitmedi. İktidar ve medyasını bu kadar öfkelendiren artık mızrağın çuvala sığmaması, bu gerçeğin gizlenememesidir.

QOSHE - Mavi Marmara'dan ters kelepçeye! - Yusuf Karadaş
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Mavi Marmara'dan ters kelepçeye!

32 73
09.04.2024

Geçtiğimiz hafta sonu İsrail’le ticari ilişkilerin kesilmesi için ‘Filistin İçin Bin Genç’ İnisiyatifinin İstanbul İstiklal’de yapmak istediği eyleme yapılan sert müdahale tartışılmaya devam ediyor. Aralarında türbanlı kadınların da yer aldığı eylemcilere şiddet uygulayan polis onlarca kişiyi de ters kelepçe takarak gözaltına almıştı. İktidar ve medyası “provokatörlük” ile suçladığı eylemcileri ‘FETÖ’cü ve hatta MOSSAD ajanı ilan etti. İktidar medyasının MOSSAD ajanlığı ile suçladığı türbanlı genç kadınlardan Evra ve Beyza Akyüz’ün 2010’da Mavi Marmara Vapuru’nda İsrail tarafından katledilen Cengiz Akyüz’üz kızları çıkmasıyla aslında suç üstünde yakalanan Erdoğan iktidarı oldu.

‘One Minute’ ve ‘Mavi Marmara olayından İsrail’le ticari ilişkileri protesto edenlere ters kelepçe takılmasına kadar yaşanan gelişmeler, iktidarın Filistin davası ve İsrail’le ilişkiler konusunda nereden nereye geldiğini de çarpıcı bir biçimde ortaya koyuyor.

Erdoğan iktidarının ‘stratejik derinlik’ adı altında yeni Osmanlıcı politikalara yöneldiği ve yayılmacı emeller doğrultusunda Ortadoğu’da daha etkin bir pozisyon almaya çalıştığı dönemlerde Erdoğan’ın 2009’daki Davos zirvesinde İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e söylediği “Siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz” sözleri büyük bir etki yaratmıştı. Bu sözleri Erdoğan’ı Filistin ve Arap coğrafyasında posterleri taşınan bir lider haline getirmişti -ki, bu ABD’deki Obama yönetiminin de o dönem Türkiye’ye biçtiği bölgesel pozisyon ve rollerle uyumlu bir durumdu.

2010’da İHH’nın (İnsani Yardım Vakfı) abluka altındaki Gazze’ye insani yardım gönderme amacıyla bir filo oluşturması da böylesi bir siyasal iklimde ve iktidarın desteğinde gerçekleşti. Zaten Erdoğan da 2014’te “Mavi Marmara’ya izni biz verdik” diyerek iktidarın bu süreçteki rolünü kabul ediyordu. İsrail’in Gazze’ye gönderilen yardım filosuna düzenlediği saldırıda Mavi Marmara vapurundaki 10 kişi yaşamını yitirmiş ve bu olay ‘Mavi Marmara olayı’ olarak tarihe geçmişti.

Bu dönemde tıpkı bugünlerde olduğu gibi İsrail’le siyasi ilişkiler askıya alınsa da ticari ve askeri anlaşmalar kesintisiz bir biçimde devam etmişti.

Ancak 2011’de önce Libya ve sonra da Suriye savaşında üstlendiği rol, Erdoğan iktidarının bölgedeki imajının giderek tersine döneceği bir sürecin önünü açmıştı. Çünkü Erdoğan iktidarının ABD ve Batılı emperyalistlerin desteğinde, öncülüğünde........

© Evrensel


Get it on Google Play