Moskova’da 22 Mart’ta gerçekleştirilen ve 137 kişinin ölümüne yol açan terör saldırısı, bu saldırıyı gerçekleştirenlerden arkasındaki güçlere ve saldırının yol açabileceği sonuçlara kadar çeşitli boyutlarıyla tartışılmaya devam ediyor.

Bu saldırı ve olası sonuçları hakkında sonda söylenmesi gerekeni baştan söyleyelim: Moskova saldırısı; Ortadoğu’dan Ukrayna’ya, Karadeniz ve Kafkasya’dan Orta Asya’ya emperyalistler ve iş birlikçi gericilikler arasında devam eden paylaşım mücadelesinin ve bu mücadelede kullanılan çetelerin dönüp dolaşıp halkları vurduğunu, bu gerilim ve çatışmaların asıl kaybedeninin her durumda halklar olduğunu acı bir şekilde bir kez daha gözler önüne serdi.

Moskova Crocus City Hall konser salonunda sergilenen vahşet, bu mücadelenin daha da sertleşeceği bir döneme girildiğinin ilanı olarak da anlam kazanıyor.

Öncelikle bu terör saldırısının Putin’in yüzde 87 gibi çok yüksek bir oyla beşinci kez Rusya Devlet Başkanı seçilmesinin (Burada Rusya’daki seçimlerin ne kadar demokratik olduğu sorusu sorulabilir ama zaten bu seçimler Putin yönetimi için asıl olarak Ukrayna başta uyguladığı politikaların oylandığı bir referandum işlevi gördü) hemen ardından gerçekleştirilmesinin Rus halkında güvensizlik yaratarak Putin’in “zafer”ini sarsmak ve ayrıca Rusya içindeki etnik-dinsel gerilimleri tetiklemek amacı taşıdığına şüphe yoktur.

Bilindiği gibi Moskova’daki terör saldırısını IŞİD üstlenmiş ve saldırıyı gerçekleştiren Tacik asıllı teröristlerin IŞİD-Horasan grubuna bağlı olduğu açıklanmıştı. Ayrıca yakalanan saldırganlardan birinin 4 Mart’ta Türkiye’den geldiğini ve bu saldırıyı para karşılığı gerçekleştirdiğini itiraf ettiği bilgisine yer verilmişti.

Burada üzerinde uzun uzadıya durmaya gerek yok ama saldırganlarla ilgili analizlerin büyük bir bölümü bu saldırganların bilinegelen IŞİD militanı dışında bir görüntü çizdikleri konusunda birleşiyor. Bu durum Rusya’nın bu saldırganların istihbarat örgütleri tarafından kullanıldıkları iddialarını güçlendiriyor.

Bu konuda şu noktaya işaret etmek açıklayıcı olacaktır: Suriye savaşı başladığında buraya akın eden cihatçı militanlar arasında eski Sovyet cumhuriyetlerinden ve Çin’den (Uygur) gelen militanlar dikkat çekiyordu. Bunun arka planında, zamanında ABD emperyalizminin “komünizmle mücadele” stratejisi kapsamında SSCB’yi Müslümanların en büyük düşmanı ilan etmesi ve bu temelde radikal İslamcı örgütlenmeleri desteklemesi yer alıyordu. Bugün bu İslamcı örgütlenmeler tarafından Rusya, SSCB’nin devamcısı ve “İslam düşmanı” gibi gösteriliyor ve gerek Çeçenistan iç savaşı ve gerekse Rusya’nın Ortadoğu’da İran ve Suriye (Şii ve Alevi rejimlerle) ile ilişkisi bu propaganda için kullanılıyor.

Dolayısıyla bu tarihsel arka plan ve körüklenen düşmanlık, IŞİD’li olup olmamasından bağımsız olarak bu saldırıda Tacik saldırganların kullanılmasını kolaylaştırmakla kalmıyor, bu saldırının hedeflerinden birinin de bu tarihsel düşmanlığı yeniden tetiklemek olduğunu gösteriyor.

Saldırganlardan birinin Türkiye’den gitmesi üzerinden bu saldırının son dönemlerde limoni olan Türkiye-Rusya ilişkilerine olası etkileri ve Rusya’nın İdlib’deki cihatçılara karşı yeni bir operasyon başlatıp başlatmayacağı tartışılıyor. Elbette bu ihtimaller de göz ardı edilemez ancak Türkiye için asıl büyük tehlike bu değildir. Erdoğan iktidarının sürdürdüğü cihatçıları destekleme ve yayılmacı emelleri için kullanma politikası, Türkiye’yi cihatçı militan ve örgütlenmelerin kendilerine kolayca yaşam alanı bulabildikleri ve ihtiyaç duyduklarında ‘uyuyan hücreler’i harekete geçirebildikleri bir ülke haline getirdi. Yakın dönemdeki Ankara, Suruç ve Diyarbakır saldırıları, bu örgütlenmelerin önümüzdeki dönem nasıl bir tehdit oluşturabileceklerini anlamak ve açıklamak bakımından yeterince fikir vericidir.

Bugün Moskova saldırısının gölgesinde kalmış olsa da bu saldırının olası sonuçlarını ve önümüzdeki dönemdeki gelişmeleri anlayabilmek için Kremlin Sözcüsü Peskov’un saldırıdan hemen önce Rusya’nın Argumentı i Faktı gazetesine verdiği demece işaret etmek gerekiyor. Peskov, gazeteye yaptığı açıklamalarda Rusya’nın Ukrayna işgalini ve Rusya-Ukrayna savaşını “özel bir askeri operasyon” olarak niteliyor ancak Batı’nın Ukrayna tarafında sürece dahil olmasının bu süreci Rusya için bir ‘savaş’a dönüştürdüğünü söylüyordu. Peskov, Rusya’nın Ukrayna müdahalesini ilk kez ‘savaş’ olarak tanımlamakla kalmıyor aynı zamanda “Herkesin bunu kendi iç seferberliği için anlaması gerekiyor” diyerek bu durumdan nasıl bir sonuç/görev çıkartılması gerektiğini de vurguluyordu.

Gerçekten de Rusya-Ukrayna savaşının aslında emperyalistler arasında bir egemenlik mücadelesi olduğunu gösteren; savaşın en başından beri Ukrayna’nın ABD ve AB’li emperyalistler tarafından finanse edilmesinden Ukrayna ordusunun NATO tarafından eğitilip NATO silahları ile donatılmasına kadar birçok noktadan söz edilebilir. Ancak son dönemlerde Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un NATO’nun Ukrayna’ya doğrudan askeri birlik göndermesinden söz etmesi ve Almanya’nın Taurus füzelerinin Ukrayna’ya gönderilmesi için Almanya Dışişleri Bakanı Baerbock’un başını çektiği çevrelerin sürdürdüğü girişimler (Bu füzelerin İngiltere üzerinden gönderilmesi gibi formüller) bu savaşın Rusya ve Batılı emperyalistlerin doğrudan karşı karşıya gelebilecekleri bir noktaya doğru ilerlediğini ortaya koyuyor.

Tam bu noktada Moskova saldırısının hemen ardından ve ortada birçok soru işareti varken ABD ve AB’li emperyalistlerin ağız birliği etmişçesine saldırının adresi olarak hemen IŞİD’i göstermelerini de bu saldırının dolaylı ya da dolaysız olarak sürdürdükleri politika ile ilişkisinin üstünü örtmeye yönelik bir girişim olarak okumak gerekiyor. Çünkü bu güçler, her ne kadar Putin yönetiminin yenilgiye uğratılmasının içeride zayıflatılmasıyla mümkün olduğunu hesap etseler de son terör saldırının kendi politikaları ile ilişkilendirilmesinin ve dünya halkları nezdinde meşruiyet zeminlerinin daha fazla sorgulanmasının önünü almaya çalışıyorlar.

Aynı şekilde Putin yönetiminin bu saldırıyı kendi politikalarına desteği arttırmak, Rusya toplumunda oluşan tepkileri yeni hamleleri için dayanak haline getirmek hesabı yaptığını/yapacağını söylemek için kahin olmaya gerek yok. Bu saldırıdan önce Peskov’un yaptığı açıklama (iç seferberlik) zaten bu yöndeki yönelim ve hazırlıkları haber veriyordu. Saldırı sonrasındaki açıklamalardan da anlaşılacağı gibi saldırganların Ukrayna sınırında yakalanması, Putin yönetiminin bu saldırıyı savaş konusundaki yeni hamleleri için kullanmasını kolaylaştırıcı bir rol oynuyor.

Toplamı üzerinden söylemek gerekirse, karşımızdaki tablo Moskova saldırısının faillerini de olası sonuçlarını da emperyalistler arasındaki egemenlik mücadelesinden bağımsız düşünemeyeceğimizi ortaya koyuyor. Dolayısıyla halklar, emperyalistlerin ve iş birlikçi gericiliklerin savaş ve düşmanlık politikalarına karşı barışçıl bir gelecek mücadelesinde birleşemedikçe bu politikaların içinde kendine yaşam alanı bulan ve savaşın aparatları olarak kullanılan IŞİD gibi çetelerin böylesi saldırılarından kurtulmaları da mümkün olmayacaktır. Ayrıca saldırının adreslerinden birinin Türkiye olmasının Erdoğan iktidarının uyguladığı politikaların Türkiye ve bölge halkları bakımından yarattığı tehdit bakımından uyarıcı olduğuna da işaret etmek gerekiyor.

QOSHE - Moskova saldırısı ve Rusya’nın ‘savaş’ ilanı! - Yusuf Karadaş
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Moskova saldırısı ve Rusya’nın ‘savaş’ ilanı!

41 1
26.03.2024

Moskova’da 22 Mart’ta gerçekleştirilen ve 137 kişinin ölümüne yol açan terör saldırısı, bu saldırıyı gerçekleştirenlerden arkasındaki güçlere ve saldırının yol açabileceği sonuçlara kadar çeşitli boyutlarıyla tartışılmaya devam ediyor.

Bu saldırı ve olası sonuçları hakkında sonda söylenmesi gerekeni baştan söyleyelim: Moskova saldırısı; Ortadoğu’dan Ukrayna’ya, Karadeniz ve Kafkasya’dan Orta Asya’ya emperyalistler ve iş birlikçi gericilikler arasında devam eden paylaşım mücadelesinin ve bu mücadelede kullanılan çetelerin dönüp dolaşıp halkları vurduğunu, bu gerilim ve çatışmaların asıl kaybedeninin her durumda halklar olduğunu acı bir şekilde bir kez daha gözler önüne serdi.

Moskova Crocus City Hall konser salonunda sergilenen vahşet, bu mücadelenin daha da sertleşeceği bir döneme girildiğinin ilanı olarak da anlam kazanıyor.

Öncelikle bu terör saldırısının Putin’in yüzde 87 gibi çok yüksek bir oyla beşinci kez Rusya Devlet Başkanı seçilmesinin (Burada Rusya’daki seçimlerin ne kadar demokratik olduğu sorusu sorulabilir ama zaten bu seçimler Putin yönetimi için asıl olarak Ukrayna başta uyguladığı politikaların oylandığı bir referandum işlevi gördü) hemen ardından gerçekleştirilmesinin Rus halkında güvensizlik yaratarak Putin’in “zafer”ini sarsmak ve ayrıca Rusya içindeki etnik-dinsel gerilimleri tetiklemek amacı taşıdığına şüphe yoktur.

Bilindiği gibi Moskova’daki terör saldırısını IŞİD üstlenmiş ve saldırıyı gerçekleştiren Tacik asıllı teröristlerin IŞİD-Horasan grubuna bağlı olduğu açıklanmıştı. Ayrıca yakalanan saldırganlardan birinin 4 Mart’ta Türkiye’den geldiğini ve bu saldırıyı para karşılığı gerçekleştirdiğini itiraf ettiği bilgisine yer verilmişti.

Burada üzerinde uzun uzadıya durmaya gerek yok ama saldırganlarla ilgili analizlerin büyük bir bölümü bu saldırganların bilinegelen IŞİD militanı dışında bir görüntü çizdikleri konusunda birleşiyor. Bu durum Rusya’nın bu saldırganların istihbarat örgütleri tarafından kullanıldıkları iddialarını güçlendiriyor.

Bu konuda şu noktaya işaret etmek açıklayıcı olacaktır: Suriye savaşı başladığında buraya akın eden cihatçı militanlar arasında eski Sovyet cumhuriyetlerinden ve Çin’den (Uygur) gelen militanlar dikkat çekiyordu. Bunun arka planında, zamanında ABD emperyalizminin “komünizmle mücadele” stratejisi kapsamında SSCB’yi Müslümanların en büyük düşmanı ilan etmesi ve bu temelde radikal İslamcı örgütlenmeleri desteklemesi yer........

© Evrensel


Get it on Google Play