Son günlerde Şeyh Said üzerinden sürdürülen tartışmalar, tarihin olmuş bitmiş olay ve olgulardan ibaret olmadığını; bu olay/olguların ele alınış biçiminin siyasal/toplumsal mücadelenin bir alanı olmayı sürdürdüğünü bir kez daha gösterdi.

Bilindiği gibi tartışma kayyumla yönetilen Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinin (DBB) kentteki bir bulvara Şeyh Said adını vermesiyle başladı. 2011’de Osman Baydemir’in DBB başkanı olduğu dönemde verilen ismin bugün yeniden gündeme getirilmesinin arkasındaki hesaplara sonra değineceğiz. Ama önce bir bulvara Şeyh Said isminin verilmesi sonrasında TKP ve TKH’den Cumhuriyet gazetesine, Fatih Altaylı ve OdaTV’den Bahçeli’nin MHP’si ve Akşener’in İyi Partisine kadar farklı siyasal çevrelerin gösterdikleri tepkilerden başlayalım.

Elbette TKP, TKH ve kimi ulusalcı sol çevreler Şeyh Said ismine karşı çıkarken onun “irticacı, hilafetçi” kimliğine vurgu yapıyor ve bu karşı çıkışlarını cumhuriyet ve laikliğin savunusu üzerine kuruyorlar. Şeyh Said karşıtlığı adına işi Hitler’i savunmaya kadar vardıran Fatih Altaylı ve MHP ve İyi Parti gibi milliyetçi-şoven çevreler ise, “vatan hainliği”, “emperyalizm iş birlikçiliği”, “bölücülük” gibi bugün de yabancısı olmadığımız söylemleri kullanıyorlar.

Tartışma iki temel nokta üzerinden sürdürülüyor: Birincisi, Şeyh Said isyanını nasıl okumak gerekiyor ve ikincisi de bugün sürdürülen tartışmalar Kürt sorunu konusunda nasıl bir siyasal saflaşma yaratıyor?

Birincisi; Şeyh Said isyanı, Kurtuluş Savaşı sürecinde Kürtlere verilen ulusal hak eşitliği (muhtariyet/özerklik) vaadinin yerine getirilmeyip cumhuriyet rejiminin Türk burjuvazisinin çıkarları temelinde bir ulus-devlet olarak inşa edilmesinin sonucunda patlak veren Kürt isyanları zincirinin bir halkasıdır.

Komintern belgelerinde Şeyh Said isyanının “Bağımsız bir Kürt devletinin kurulması, başına bir kralın atanması, halifeliğin ve şeriatın yeniden inşa edilmesi”ni hedeflediği vurgulanıyor. Dolayısıyla bu isyanın hilafetçi, şeriatçı bir boyutunun olduğu konusunda bir şüphemiz yok. İsyanın başını dini bir liderin çekmesinde Osmanlı’da başlayan merkezileştirme politikaları bağlamında beyliklerin/mirliklerin tasfiyesi sonrasında dini liderlerin (Sünnilerde şeyh ve Alevilerde seyyidlerin) kendi sınıfsal konumlarını da korumanın bir gereği olarak “ulusal önderlik” rolüne soyunmasının rolü de vardır. Ancak bu durum Komintern belgelerinde de işaret edildiği gibi aynı şekilde bu isyanın ulusal bir isyan olduğu gerçeğini değiştirmemektedir.

Mesela Yurtsever gazetesi, hem Şeyh Said isyanını “irticacı bir kalkışma” olarak niteliyor hem de bu isyanın örgütlenmesinde Cibranlı Miralay Halit Bey ve Yusuf Ziya Bey gibi Kürt milliyetçi-liberal asker ve aydınların belirleyici bir rol oynadıklarını kabul ediyor!

Burada yine çokça tartışma konusu yapılan İngiliz emperyalizminin bu isyanı Musul-Kerkük sorununu kendi lehinde çözmek için kullanmasına da değinmek gerekiyor. Lozan görüşmelerinin de önemli tartışma konularından biri olan Musul-Kerkük sorununda hem Türk tarafı (İnönü) ve hem de İngiliz tarafı (Lord Curzon) bu bölgede Kürtlerin çoğunlukta olduklarını kabul ediyor ancak İnönü, Kürtlerin misakımilli’nin bir parçası ve Curzon ise misakımilli’nin dışında olduğunu savunuyordu.

Dolayısıyla sıkça yapılan bu isyanın İngiliz emperyalizmi tarafından kullanıldığı vurgusu, aslında bu isyanın ulusal karakterine işaret ediyor-ki, dönemin genelkurmay başkanlığının bu isyanın Kürt milli isyanı olarak yansıtılmasının Türkiye devletinin çıkarlarına uygun olmayacağı için bakanlar kurulundan iç ve dış basında Şeyh Said isyanının “İrticai bir hareket olarak yansıtılması için” özel çalışma yürütülmesini talep etmesi de bu gerçeğe işaret ediyordu. Başka bir deyişle bir yandan bu isyanın sadece “dinci-şeriatçı bir kalkışma” olduğunu savunurken İngiliz emperyalizminin bu sorunu istismar ettiğini söyleyenler aslında kendileriyle çelişiyorlar.

Öte yandan her fırsatta gündeme getirilen emperyalistlerin Kürt sorununu istismar etmesi konusu ise; birinci olarak ortada emperyalistlerin kendi bölge politikaları için kullanabilecekleri kadar derinlikli bir sorun olduğunu gösteriyor. İkincisi de bu durum, sorunun asıl muhatabı olan ülke egemenlerinin Kürtlerin ulusal hak eşitliği talebini reddedip bu talebi inkar ve imha politikaları ile bastırmaya çalıştıkları için istismara alan açtıkları gerçeğini değiştirmiyor.

Burada akla şu soru takılabilir: Komünistler, sosyalistler her ulusal hareketi koşulsuz-şartsız desteklerler mi? Elbette hayır. Sosyalistler; ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını, ulusal ayrıcalıkların son bulması, uluslar (ve elbette işçi sınıfı) arasındaki milliyetçi duvarların yıkılması, sömürgecilik ve şovenizmin geriletilip demokratik kazanımlar elde edilmesi ve bu kazanımların sosyalizm mücadelesinin bir olanağı/alanı haline getirilmesi temelinde savunur.

Bu bağlamda ikili karaktere sahip olması, Şeyh Said isyanını tartışmaya açık hale getiriyor. Ancak o dönemde Şefik Hüsnü TKP’sinin yaptığı gibi “feodalizm ve irtica ile mücadele” adına Kemalist rejimin bu isyanı kanlı bir biçimde bastırmasının savunulmasının tartışmaya açık bir tarafı yoktur. Ayrıca bugün bu tutumu komünistlik adına sürdürenler o dönemin TKP’sinden de daha geri bir noktaya savruluyorlar. Çünkü “laisizm” vurgusunu ya da yukarıda çarpıklığına işaret edilen “antiemperyalizm” savunusunu önemli bir seküler-demokratik birikime sahip olan bugünkü Kürt ulusal hareketinden uzak durmanın gerekçesi yapıyorlar.

Bu noktada Şeyh Said tartışmasının bugün yarattığı siyasal saflaşmaya geçebiliriz.

Birinci olarak “Şeriatçılığa karşı laisizmi savunma” üzerinden tartışmaya katılan sol çevreler aslında bu savunuyu Kürt sorununda sürdürdükleri şoven tutumun gerekçesi haline getiriyorlar. Çoğunlukla “komünistlik” adına savunulan tutum, en çok Kürt sorununun halkların eşitliği ve işçi sınıfının birliği temelinde çözümü mücadelesine zarar veriyor. Dahası bu kesimleri en gerici ve şoven siyasi çevrelerle aynı noktada birleştirmesi bakımından uyarıcı olması gereken bu tutum, aynı zamanda demokratik-seküler Kürt hareketinin karşısında gerici Kürt çevrelerinin de sorunu istismar etmesine alan açıyor.

Erdoğan iktidarı ve kayyumları, Kürt halkının dini hassasiyetlerini HÜDA PAR ile kimi tarikat ve aşiretlerle iş birliği yaparak demokratik Kürt hareketini zayıflatmanın dayanağı haline getirmeye çalışıyorlar. Filistin sorununun istismarı örneğinde görüldüğü gibi HÜDA PAR’ı Kürtlerin Hamas’ı yapmak istiyorlar. Kürtlere karşı yürütülen ‘özel savaş’ döneminde Çiller’e bakanlık yapmış olan Salim Ensarioğlu gibi feodalizmin-aşiretçiliğin kültürel ögelerini kendi burjuva çıkarları için kullanmaya çalışan entegrasyonist Kürt burjuva çevreleri de bu gerici halkanın içinde yer alıyorlar.

İşte Erdoğan iktidarı ve temsilcisi kayyumlar ile HÜDA PAR ve Ensarioğlu gibi iş birlikçi Kürt çevreleri, yerel seçimlere giderken Şeyh Said tartışmasını kendi yerel dayanaklarını güçlendirmenin bir aracı olarak kullanmak istiyorlar. Yukarıda da işaret edildiği gibi kimi sol çevrelerin Şeyh Said ismine karşı çıkmak adına Kürt sorununda şoven bir tutum almaları, bu gerici çevrelerin istismarcı politikalarına alan açıyor. Oysa bu tartışma, aslında Erdoğan iktidarı ve Kürt gerici-iş birlikçi çevrelerinin ikiyüzlü politikasının teşhir edilmesinin bir olanağı olarak önümüzde duruyor.

Erdoğan iktidarı, tıpkı yargıyı ele geçirmek için düzenlediği 2010 referandumu öncesinde Dersim Katliamı’nı istismar etmesi gibi bugün de Şeyh Said adı üzerinden istismarcı bir politika izliyor. Binlerce Kürt siyasetçiyi cezaevlerinde tutan, belediyelere kayyumlar atayan, Rojava’ya karşı İsrail’in Filistin’de uyguladığına benzer bir politika uygulayan iktidarın istismarcılığının teşhir edilmesinin en önemli dayanağı Kürt sorunu ve demokratikleşme karşısındaki ikiyüzlü tutumunun sorgulanması olacaktır. Aynı şekilde bugün Şeyh Said ismini sahiplenerek milliyetçi-muhafazakar Kürt kesimlerini yedeklemeye çalışan HÜDA PAR başta iş birlikçi Kürt siyasi çevreleri de Kürtlere karşı tarihinin en saldırgan rejimlerinden biriyle iş birlikleri üzerinden sorgulanmalı ve gerçek yüzleri teşhir edilmelidir.

Sonuç olarak Şeyh Said tartışması, tarihsel bir tartışmadan daha çok ülkenin ve bölgenin önemli sorunlarından biri olan Kürt sorunu konusunda bugün kimin nerede durduğu tartışması olarak anlam kazanıyor. Emperyalist istismarcılığa, faşizan bir rejim inşasına ve Kürt iş birlikçi gericiliğinin önüne geçilebilmesinin yolu Türk, Kürt, her milliyetten emek ve ilerici halk güçlerinin Kürt sorununda demokratik halkçı çözümü savunmasından; demokratik, barışçıl, seküler, insanca yaşanacak bir geleceği inşa etme mücadelesinde birleşmesinden geçiyor.

QOSHE - Şeyh Said tartışmasının gösterdikleri - Yusuf Karadaş
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Şeyh Said tartışmasının gösterdikleri

65 42
19.12.2023

Son günlerde Şeyh Said üzerinden sürdürülen tartışmalar, tarihin olmuş bitmiş olay ve olgulardan ibaret olmadığını; bu olay/olguların ele alınış biçiminin siyasal/toplumsal mücadelenin bir alanı olmayı sürdürdüğünü bir kez daha gösterdi.

Bilindiği gibi tartışma kayyumla yönetilen Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinin (DBB) kentteki bir bulvara Şeyh Said adını vermesiyle başladı. 2011’de Osman Baydemir’in DBB başkanı olduğu dönemde verilen ismin bugün yeniden gündeme getirilmesinin arkasındaki hesaplara sonra değineceğiz. Ama önce bir bulvara Şeyh Said isminin verilmesi sonrasında TKP ve TKH’den Cumhuriyet gazetesine, Fatih Altaylı ve OdaTV’den Bahçeli’nin MHP’si ve Akşener’in İyi Partisine kadar farklı siyasal çevrelerin gösterdikleri tepkilerden başlayalım.

Elbette TKP, TKH ve kimi ulusalcı sol çevreler Şeyh Said ismine karşı çıkarken onun “irticacı, hilafetçi” kimliğine vurgu yapıyor ve bu karşı çıkışlarını cumhuriyet ve laikliğin savunusu üzerine kuruyorlar. Şeyh Said karşıtlığı adına işi Hitler’i savunmaya kadar vardıran Fatih Altaylı ve MHP ve İyi Parti gibi milliyetçi-şoven çevreler ise, “vatan hainliği”, “emperyalizm iş birlikçiliği”, “bölücülük” gibi bugün de yabancısı olmadığımız söylemleri kullanıyorlar.

Tartışma iki temel nokta üzerinden sürdürülüyor: Birincisi, Şeyh Said isyanını nasıl okumak gerekiyor ve ikincisi de bugün sürdürülen tartışmalar Kürt sorunu konusunda nasıl bir siyasal saflaşma yaratıyor?

Birincisi; Şeyh Said isyanı, Kurtuluş Savaşı sürecinde Kürtlere verilen ulusal hak eşitliği (muhtariyet/özerklik) vaadinin yerine getirilmeyip cumhuriyet rejiminin Türk burjuvazisinin çıkarları temelinde bir ulus-devlet olarak inşa edilmesinin sonucunda patlak veren Kürt isyanları zincirinin bir halkasıdır.

Komintern belgelerinde Şeyh Said isyanının “Bağımsız bir Kürt devletinin kurulması, başına bir kralın atanması, halifeliğin ve şeriatın yeniden inşa edilmesi”ni hedeflediği vurgulanıyor. Dolayısıyla bu isyanın hilafetçi, şeriatçı bir boyutunun olduğu konusunda bir şüphemiz yok. İsyanın başını dini bir liderin çekmesinde Osmanlı’da başlayan merkezileştirme politikaları bağlamında beyliklerin/mirliklerin tasfiyesi sonrasında dini liderlerin (Sünnilerde şeyh ve Alevilerde seyyidlerin) kendi sınıfsal konumlarını da korumanın bir gereği olarak “ulusal önderlik” rolüne soyunmasının rolü de vardır. Ancak bu durum Komintern belgelerinde de işaret edildiği gibi aynı şekilde bu isyanın ulusal bir isyan olduğu gerçeğini değiştirmemektedir.

Mesela Yurtsever gazetesi, hem Şeyh Said isyanını “irticacı bir kalkışma” olarak niteliyor hem de bu isyanın örgütlenmesinde Cibranlı Miralay Halit Bey ve Yusuf Ziya Bey gibi Kürt milliyetçi-liberal asker ve aydınların belirleyici bir rol oynadıklarını kabul ediyor!

Burada yine çokça tartışma konusu yapılan İngiliz emperyalizminin bu isyanı Musul-Kerkük sorununu kendi lehinde çözmek için........

© Evrensel


Get it on Google Play