Asker cenazelerinin geldiği her dönem aynı gerici senaryoyla karşı karşıya kalıyoruz: İktidar ve destekçileri tarafından yaratılan milliyetçi-şoven dalga üzerinden, bu ölümlerin gerçek sorumlularının kimler olduğu, sorunun nereden kaynaklandığı ve nasıl çözülebileceği tartışması engellenmek isteniyor. Cumhur İttifakı bileşenlerinden BBP Lideri Destici’nin 25 muhalefet partisini “terörün siyasi uzantısı” ilan etmesini, “En iyi savunma saldırıdır” anlayışıyla iktidarın uyguladığı politikaların tartışılmasının önünü almaya yönelik bir girişim olarak okumak gerekiyor.

12 Eylül darbesi öncesinde bu darbeye zemin yaratmaya yönelik kontrgerilla faaliyetlerinin içinde yer alan bir siyasi geleneğin devamcısı olarak Destici’nin sorunun gerçek kaynağının ve ölümlerin sorumlularının ortaya çıkmasını engellemeye çalışmasında şaşılacak bir taraf bulunmuyor. Tıpkı 9 askerin yaşamını yitirmesi sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan başkanlığında yapılan ‘güvenlik toplantısı’ sonrasında yapılan açıklamada olduğu gibi. Yapılan açıklamada “45 teröristin etkisiz hale getirildiği”, “Sınırlarımızda bir teröristan kurulmasına izin verilmeyeceği”, “Türkiye Yüzyılı hedefimizin önünün kesilmek istendiği” gibi ifadelerle hem uygulanan politikalar tartışılmaz doğrular gibi sunulmaya çalışılıyor ve hem de bu politikaya karşı çıkan/çıkacak her siyasi çevre “Türkiye yüzyılı”nı engellemek isteyen dış güçlerin uzantısı ilan ediliyor.

İktidarın medyadaki sözcülerinden Abdülkadir Selvi, “Teröristan mesajının ABD ve İsrail’e verildiğini” söylüyor. PKK’nin, TSK’nin Irak Kürdistan Bölgesi sınırları içindeki askeri üssüne yaptığı baskını da iktidarın Gazze konusunda sürdürdüğü politikaya ve Mossad ajanlarına yaptığı operasyona verilmiş bir yanıt olarak gösteriyor. Sanki daha bir hafta önce ABD Dışişleri Bakanı Blinken Erdoğan tarafından ağırlanmamış ve sanki Gazze’ye yönelik saldırılar devam ederken İsrail’le dışişleri bakanı ve MİT başkanı düzeyinde görüşmeler yapmaya devam ettiklerini söyleyen yine Erdoğan değilmiş gibi bu bildirge ile ABD ve İsrail’e yanıt veriliyormuş!

Selvi gibilerinin rolü her durumda iktidarın politikalarına meşruiyet yaratmak olduğu için gerçekleri işlerine geldiği gibi çarpıtmaya çalışıyorlar. Ancak muhalefet yapma adına gerçekleri aynı çarpık zihniyetle ele alarak aslında iktidarın istismarcı politikalarına dolaylı ya da dolaysız alan açan geniş bir siyasi çevre de bulunuyor.

Bir tarafta Erdoğan’ın başkanlığındaki zirvede ‘Kürdistan’ yerine ‘teröristan’ ifadesinin yer alması üzerinden Erdoğan’ın Kürtlerle anlaşmak istediği sonucunu çıkarabilecek kadar Kürt düşmanlığı paranoya düzeyine gelmiş milliyetçi çevreler yer alıyor.

Öte tarafta "ABD, PKK terörünü harekete geçirdi” gibi tespitler üzerinden “Kürt sorununu dış güçlerin kışkırttığı, onların kullandığı bir sorun” çerçevesine sıkıştırmaya çalışan ve Cumhuriyet yazarlarında ifadesini bulan bir siyasi anlayış yer alıyor.

Bu siyasi anlayışın bir adım ötesinde ise, konuyla ilgili açıklamasında Kürt sorununu ve bu sorunu yaratan politikaları görmek yerine “Kürtlerin uğradığı haksızlıklar”dan söz etmekle yetinerek bu haksızlıkların Kürt hareketinin iktidarla aynı sorumluluğa sahip olduğu gerçeğini değiştirmediğini iddia eden TKP bulunuyor.

"Türkiye Yüzyılı’nın hedef alındığı”nı savunan iktidardan "Türkiye Cumhuriyeti’nin dağıtılmaya çalışıldığı”nı söyleyen TKP’ye kadar bu siyasi çevrelerin ortak noktası, sorunu yanlış tanımlamaları ve kendi politik duruşlarına göre sonuçlar çıkarmalarıdır.

Oysa 1984’ten sonra başlayan son çatışmalı süreçle ilgili Süleyman Demirel’in zamanında yaptığı "29. Kürt isyanı" tanımlaması, Demirel ve devamcıları her ne kadar bu sorunu Türk burjuvazisinin Kürdistan pazarındaki egemenliğinin devamı için şiddetle bastırmaya çalışmış olsalar da sorunun kaynağını -Kürt sorunu- işaret ediyordu. PKK’nin sorunun nedeni değil, bir sonucu olduğu gerçeğini yine PKK’ye karşı mücadelede en sert tutumu alan genelkurmay başkanlarından biri olan İlker Başbuğ, “TSK, 26 yılda PKK’yi 5 kez bitirdi” açıklaması ile ortaya koymuştu.

Dolayısıyla PKK’nin sorunun nedeni ya da kaynağı olmadığı, tıpkı cumhuriyetin ilk dönemlerindeki isyanlar gibi Kürt sorununun bir sonucu olarak ortaya çıktığı gerçeği görülmeden ve Kürt sorununun eşit haklar temelinde demokratik barışçıl çözümü savunulmadan söylenecek her söz dönüp dolaşıp ülke gericiliğinin ve bu sorunu istismar etmek isteyen emperyalistlerin çıkarlarına hizmet edecektir.

Ülkedeki iktidar, sorunun da çözümünün de içeride olduğu gerçeğini görmezden geliyor, çünkü sorunu bir PKK ya da “terör sorunu” gibi göstererek Suriye ve Irak’taki (Rojava ve Irak Kürdistan Bölgesi) yayılmacı emellerine dayanak haline getirmeye çalışıyor. Bu politika ülke içinde demokrasi güçleri üzerinde baskı kurmanın aracı olarak da kullanılıyor.

Demokratik Suriye Meclisinin yeni seçilen Eş Başkanı Mahmut El-Meslet, Türkiye ile sorunların çözümü konusunda her türlü diyaloğa açık olduklarını söylüyor. Ancak İdlip’te el Kaide’nin devamcısı HTŞ’yi korumak için onlarca Türk askerini ölüme gönderenler, Türkiye için tehdit oluşturmadıklarını ve her türlü diyaloğa hazır olduklarını söyleyen Suriye Kürtleriyle görüşmek yerine savaşta ısrar ediyorlar.

Çünkü iktidar, her ne kadar “Ulusal güvenliği sağlama” propagandası yapsa da aslında kendi bekasını ve kader birliği yaptığı sermaye çevrelerinin çıkarlarını korunmaktan fazlasını düşünmüyor. Ne ölen askerler ne de ülkenin huzur ve barışı iktidarın umurunda değil.

Bunca yıl susması ayrı bir tartışma konusu olmakla beraber “çözüm süreci”nin Adalet Bakanı Sadullah Ergin, geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamalarla bu sürecin sabote edildiği konusunda Selahattin Demirtaş’ı doğrulamakla kalmadı, eğer o dönemle ilgili yargılama yapılacaksa aynı zamanda Erdoğan dahil dönemin hükümet yetkililerinin de yargılanması gerektiğini söyledi.

Peki, silahların susması ve sorunun müzakere yoluyla çözümü mümkünken Kürt siyasetçilerin cezaevinde tutulması ve sınır ötesi operasyonlarda ısrar edilmesi acaba çözüme mi, çözümsüzlüğe mi hizmet ediyor?

Öte yandan emperyalistlerin sorunu istismarından söz edip duranlara sormak gerekiyor: Eğer ortada emperyalistler tarafından istismara açık bir sorun varsa bu istismarın önüne geçmek için bu sorunun ülke içinde demokratik çözümünü daha kararlıca savunmak gerekmez mi?

Emperyalistlerin sorunu istismar ettiği tespitinin gereği, bu istismarın önüne geçmek için Türk ve Kürt halklarının eşit haklara dayalı demokratik ve antiemperyalist bir gelecek için ortak mücadelesini savunmaktır. Kürtleri emperyalizmle iş birliği ile suçlamakla yetinen politik yaklaşımlar, ülke gericiliğinin saldırılarına ve emperyalistlerin istismarına alan açmaktan öteye gidemezler.

Ekim Devrimi’nden sonra kadınların eşitlik mücadelesinin sembollerinden biri olan Artyuşina kadın komünündeki kadınlar, Rusların “Tavuk kuş değildir, kadın insan değildir” atasözüne “Tavuk kuştur, kadın insandır” sloganı ile yanıt vermişlerdi.

Bugün çatışmaların ve ölümlerin önüne geçebilmenin, demokratik ve barışçıl bir çözümü savunmanın ilk adımı, Kürt sorununun ve Kürtlerin ayrı bir ulus olmaktan kaynaklı demokratik haklarının kabulünden geçiyor.

QOSHE - Tavuk kuştur, Kürtler ulustur! - Yusuf Karadaş
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Tavuk kuştur, Kürtler ulustur!

61 29
16.01.2024

Asker cenazelerinin geldiği her dönem aynı gerici senaryoyla karşı karşıya kalıyoruz: İktidar ve destekçileri tarafından yaratılan milliyetçi-şoven dalga üzerinden, bu ölümlerin gerçek sorumlularının kimler olduğu, sorunun nereden kaynaklandığı ve nasıl çözülebileceği tartışması engellenmek isteniyor. Cumhur İttifakı bileşenlerinden BBP Lideri Destici’nin 25 muhalefet partisini “terörün siyasi uzantısı” ilan etmesini, “En iyi savunma saldırıdır” anlayışıyla iktidarın uyguladığı politikaların tartışılmasının önünü almaya yönelik bir girişim olarak okumak gerekiyor.

12 Eylül darbesi öncesinde bu darbeye zemin yaratmaya yönelik kontrgerilla faaliyetlerinin içinde yer alan bir siyasi geleneğin devamcısı olarak Destici’nin sorunun gerçek kaynağının ve ölümlerin sorumlularının ortaya çıkmasını engellemeye çalışmasında şaşılacak bir taraf bulunmuyor. Tıpkı 9 askerin yaşamını yitirmesi sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan başkanlığında yapılan ‘güvenlik toplantısı’ sonrasında yapılan açıklamada olduğu gibi. Yapılan açıklamada “45 teröristin etkisiz hale getirildiği”, “Sınırlarımızda bir teröristan kurulmasına izin verilmeyeceği”, “Türkiye Yüzyılı hedefimizin önünün kesilmek istendiği” gibi ifadelerle hem uygulanan politikalar tartışılmaz doğrular gibi sunulmaya çalışılıyor ve hem de bu politikaya karşı çıkan/çıkacak her siyasi çevre “Türkiye yüzyılı”nı engellemek isteyen dış güçlerin uzantısı ilan ediliyor.

İktidarın medyadaki sözcülerinden Abdülkadir Selvi, “Teröristan mesajının ABD ve İsrail’e verildiğini” söylüyor. PKK’nin, TSK’nin Irak Kürdistan Bölgesi sınırları içindeki askeri üssüne yaptığı baskını da iktidarın Gazze konusunda sürdürdüğü politikaya ve Mossad ajanlarına yaptığı operasyona verilmiş bir yanıt olarak gösteriyor. Sanki daha bir hafta önce ABD Dışişleri Bakanı Blinken Erdoğan tarafından ağırlanmamış ve sanki Gazze’ye yönelik saldırılar devam ederken İsrail’le dışişleri bakanı ve MİT başkanı düzeyinde görüşmeler yapmaya devam ettiklerini söyleyen yine Erdoğan değilmiş gibi bu bildirge ile ABD ve İsrail’e yanıt veriliyormuş!

Selvi gibilerinin rolü her durumda iktidarın politikalarına meşruiyet yaratmak olduğu için gerçekleri işlerine geldiği gibi çarpıtmaya çalışıyorlar. Ancak muhalefet yapma adına gerçekleri aynı çarpık zihniyetle ele alarak aslında iktidarın istismarcı politikalarına dolaylı ya da dolaysız alan açan geniş bir siyasi çevre........

© Evrensel


Get it on Google Play