Her seçim süreci öncesinde olduğu gibi 2024 yerel seçim takviminin başlamasına sayılı günler kala yine HEDEP’in (Parti içindeki belirleyici güç konumunda olan Kürt hareketinin) alması gereken tutum ve Kürt oyları üzerine tartışmalar başladı.

Geçtiğimiz günlerde Nevşin Mengü’nün YouTube’daki programına katılan CHP PM Üyesi Fırat “AKP ile HEDEP arasında pazarlıklar yapıldığı” iddiasını gündeme getirerek seçim süreçlerinin değişmezlerinden biri haline gelen “Kürtler, AKP ile anlaşacak” sezonunu açtı! Özellikle “çözüm süreci” karşıtlığından birleşen ulusalcı sol ve milliyetçi sağ çevrelerin her seçim sürecinde milliyetçi hassasiyetleri kaşıyarak oy devşirmek için bu yola başvurdukları biliniyor.

Öte yandan Kürt burjuva çevreleri de bugün Kürt siyasetinde ana akım olan HEDEP’e “Kürt oylarını pazarlık konusu yapması” ve “Seçimlerde pragmatik davranması” eleştirisini yapıyorlar.

Aslında taban tabana zıt görünmelerine rağmen bu iki eğilim “Kürt oyları”nı var eden realitenin Kürt halkının kanı ve canı pahasına onlarca yıldır verdiği mücadele olduğu gerçeğini yadsımaları ve dolayısıyla halkın ulusal-demokratik taleplerinden bağımsız bir “pazarlık” tartışması sürdürmeleri bakımından birbirleriyle benzeşiyorlar.

2023 genel seçimleri öncesinde HDP’nin sol-sosyalist güçlerle kurduğu ittifaka “faydasız ittifak” diyerek eleştiren ve Kürt siyasetinin o dönem oluşan burjuva bloklar-Cumhur ve Millet İttifakı-arasında pazarlık yapması gerektiğini savunan Vahap Coşkun, geçtiğimiz günlerde ‘Perspektif’ haber-yorum sitesinde yazdığı “Varlık Sorunu” yazısıyla yerel seçimler öncesinde de Kürt burjuva çevrelerin sözcülüğüne soyunmuş gibi görünüyor. Coşkun, söz konusu yazısında son genel seçimlerde ortaya çıkan sonucun kendi görüşlerini doğruladığı düşüncesiyle Kürt hareketine yerel seçimlerde ne yapması gerektiği konusunda akıl veriyor.

Öncelikle Vahap Hoca’nın hem Kürt hareketi ve hem de AKP-Erdoğan iktidarı ile temas halinde olan ve gelişmeleri yakından izleyen ve bu alanda birikim sahibi bir akademisyen olduğuna şüphemiz yok. Ama asıl mesele tam da burada; yani bu gelişmelere hangi sınıfın penceresinden bakıldığı, dolayısıyla yapılan analiz ve çıkarılan sonuçların hangi sınıfın çıkarlarına hizmet ettiği noktasında düğümleniyor.

Elbette HEDEP’in yerel seçimler konusunda nasıl bir politika izleyeceği, kendi yetkili kurullarının karar vereceği bir meseledir. Ancak Coşkun’un görüşleri; Kürt hareketinin yaşadığı sıkışmışlık ve karşı karşıya kaldığı sorunların çözüm yolu olarak entegrasyonist Kürt burjuvazisinin politik platformunu işaret etmesi ve halkın onarca yıllık ulusal demokratik mücadele ve birikiminin bu çıkarlara yedeklenmesini savunması bakımından burada eleştiriyi hak ediyor.

Coşkun’un son 8-9 yıllık gelişmelerden çıkardığı sonuçlar ve HEDEP’e gösterdiği “yol”a geçmeden önce bu sonuçlara dayanak yaptığı tespitlerden başlamak gerekiyor.

Vahap Coşkun, yazısının girişinde “2015’te Çözüm Süreci’nin rafa kaldırılmasının ardından HDP yeni bir rotaya girdi; iktidarın tam karşısına ve muhalefetin yanına yerleşti” tespitini yaptıktan sonra “Mutlak iktidar aleyhtarlığına ve güçlü muhalefet taraftarlığına dayanan bu siyaset, son sekiz yılda HDP’nin iktidar ve muhalefet partileri ile olan ilişkilerini tanzim eden en önemli faktör oldu. HDP, muhalefet cephesinden konumlandığından iktidarın hışmını üzerine çekti” diyor.

Yazar, sözcülüğüne soyunduğu çevrelerin çıkarlarını savunabilmek için işe tarihsel süreçleri bulanıklaştırmaktan ve gerçekleri ters yüz etmekten başlıyor. Tarihsel süreçleri bulanıklaştırıyor, çünkü “çözüm süreci’nin rafa kaldırılması”ndan söz ederken sanki bu süreç bilinmeyen güçler arasında yaşanmış ve bilinmeyen bir el bu süreci rafa kaldırmış gibi davranıyor.

Burada Kürt hareketini içeride ‘Başkanlık rejimine ve dışarıda (Suriye’de) yayılmacı emellerine yedekleyemeyince Dolmabahçe Mutabakatı’na karşı çıkıp “Ortada bir masa yok” diyerek “çözüm süreci”ni sona erdirenin Erdoğan olduğu üzerine uzun uzadıya durmayacağız. Yine Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Kürt hareketine ‘diz çöktürtme’ amacıyla daha “çözüm süreci” devam ederken eylül 2014’te bir eylem planı hazırladığı ve bu planın ‘şehir/hendek savaşı’ sürecinde Kürt kentlerinin tank ve toplarla yıkımı eşliğinde uygulandığını da hatırlatıp geçelim.

Yazar, “HDP, muhalefet cephesinde konumlandığından iktidarın hışmını üzerine çekti” derken neden-sonuç ilişkisini de işine geldiği gibi ters yüz ediyor. Çünkü Erdoğan iktidarı, “çözüm süreci”ni sona erdirdikten sonra Kürt hareketine yönelik topyekün bir askeri ve siyasi tasfiye operasyonu başlatmışken “iktidarın hışmı”nı “Muhalefet cephesinde konumlanma”ya bağlamanın başka bir izahı yoktur. Coşkun’a sormak gerekiyor, acaba topyekün bir tasfiye operasyonu ile karşı karşıyayken Kürt hareketinin nerede konumlanması gerekiyordu?

Yazar, süreç ve sonuçlar arasındaki ilişkiye dair çarpık yaklaşımını sonraki tespitlerinde de sürdürüyor. “İktidar ile tutuştuğu mücadeleden ötürü büyük bir fatura ödemek zorunda kalan HDP, muhalefet safında yer almasından da bir fayda elde etmedi (…) HDP için muhalefete seçimleri kazandırmanın bedeli (2019 yerel seçimlerinden söz ediliyor), kendi belediyelerini kaybetmek oldu. İktidar kayyumlarla HDP’nin belediyelerini elinden aldı ve partinin kitlelerle temasını sağlayan çok mühim bir bağını kesti.

Görüldüğü gibi burada da iktidarın kayyum politikası, 2015’teki şehir/hendek savaşları ve devamında 2016’daki darbe girişiminin bir fırsata çevrilmesinin sonucu değil de 2019’daki yerel seçim taktiğinin bir sonucu gibi açıklanıyor. Oysa 2019’a gelinceye kadar HDP’nin önceli DBP’nin 102 belediyesinden 96’sına kayyum atanmış ve 93 belediye eş başkanı tutuklanmıştı.

Coşkun’un bu tespitler üzerinden Kürt hareketine hangi yolu işaret ettiğine geçmeden önce bir noktayı daha açıklığa kavuşturmak gerekiyor.

Gerek Vahap Coşkun ve gerekse daha önce Kürt sermayesinin temsilcilerinden Mehmet Kaya ve Altan Tan’ın Kürt hareketinin “Muhalefet cephesinde konumlanması”nı “burjuva muhalefete koşulsuz, bedava destek” olarak tanımlayıp eleştiriyor.

Peki, durum gerçekten öyle mi?

Mesela Emek ve Özgürlük İttifakı cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Kılıçdaroğlu’na oy verirken “koşulsuz” bir destek mi sunuyordu?

Bunun böyle olmadığını görmek için sadece ittifakın bildirgesine bile bakmak yeterlidir. Emek ve Özgürlük İttifakının seçim taktiği, en gerici ve saldırgan burjuva güçlerin ittifakına dayanan iktidarın yenilgisini amaçlıyordu. Bunun karşısında burjuva muhalefetin adayı Kılıçdaroğlu’na oy verirken burjuva muhalefetin platformuna ortak olmuyor, sadece bu yeni sürecin emek ve demokrasi mücadelesine yaratacağı alan ve olanaklara işaret ediyor ve kendisini de her koşulda bu mücadelenin merkezinde konumlandırıyordu.

Burjuva muhalefetin yenilgisiyle birlikte bu taktiğin başarısızlığa uğraması, yanlış olduğu anlamına gelmiyor. Bugün burjuva muhalefetin zaafları ve yaşadığı dağınıklık ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte emek ve demokrasi güçlerinin faşizan bir rejim inşa etmeye çalışan Erdoğan iktidarını yenilgiye uğratma; en geniş halk kesimlerini emek, demokrasi, laiklik, barış mücadelesinde birleştirme ihtiyacı ortadan kalkmış değil.

Yazar, bu tespitler üzerinden Kürt hareketinin “İstikameti değiştirme mecburiyeti” içinde olduğunu söylüyor. Bu istikamet değişikliğini de “Bütün pazarlıklara kapıyı açık bırakma” ve “Kazandığı/kazanabileceği belediyeleri koruma” biçiminde tanımlıyor. “Belediyeleri koruma”dan söz ederken de elbette halkın mücadelesinden söz etmiyor. Şöyle diyor: “HEDEP için bugün en mühim mesele, kazandığı/kazanabileceği belediyeleri muhafaza etmesidir. Bir HEDEP’li seçmen için önemli olan, İstanbul veya Ankara’yı yerelde kimin yöneteceğinden ziyade, kazanacağı belediyelerin kendi elinde kalmasıdır. HEDEP önceliği buna vermeli ve bunu mümkün kılacak formüller üzerinde çalışmalıdır.”

Yazarın bu tespitlerinin hangi kapıya çıktığına bakmadan önce şu hatırlatmayı yapmakta yarar var. Bu ayrı bir tartışma konusu olmakla beraber bugün süreç birçok bakımdan 2019 yerel seçimlerinden farklılıklar barındırıyor ve dolayısıyla emek ve demokrasi güçleri de yeni dönem taktiklerini bu gelişmelere göre belirleyecektir. Ancak Coşkun, “HEDEP’li seçmen için önemli olan İstanbul ya da Ankara’yı kimin yöneteceğinden çok kazanacağı belediyelerin kendi elinde kalmasıdır” derken yeni bir mücadele hattının inşa edilmesinden söz etmediğine göre, Kürt hareketi için tek bir seçenek kalıyor; AKP (iktidar) ile ittifak yapmak, başka bir deyişle AKP’yi desteklemek.

Köşe yazısının sınırlarını zorlamadan şimdilik bir soruyla bitirelim: Ülke içinde ve sınırların ötesinde Kürtlerin kazanımlarına karşı, tarihinde az rastlanır bir saldırganlık içinde bulunan bir iktidarla uzlaşarak Kürtlerin kazanımları korunabilir mi ve böylesi bir uzlaşıyla elde tutulacak belediyeler Kürt halkının kazanımı olabilir mi?

QOSHE - Varlık sorunu mu, kendi varlığının inkarı mı? - Yusuf Karadaş
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Varlık sorunu mu, kendi varlığının inkarı mı?

37 1
12.12.2023

Her seçim süreci öncesinde olduğu gibi 2024 yerel seçim takviminin başlamasına sayılı günler kala yine HEDEP’in (Parti içindeki belirleyici güç konumunda olan Kürt hareketinin) alması gereken tutum ve Kürt oyları üzerine tartışmalar başladı.

Geçtiğimiz günlerde Nevşin Mengü’nün YouTube’daki programına katılan CHP PM Üyesi Fırat “AKP ile HEDEP arasında pazarlıklar yapıldığı” iddiasını gündeme getirerek seçim süreçlerinin değişmezlerinden biri haline gelen “Kürtler, AKP ile anlaşacak” sezonunu açtı! Özellikle “çözüm süreci” karşıtlığından birleşen ulusalcı sol ve milliyetçi sağ çevrelerin her seçim sürecinde milliyetçi hassasiyetleri kaşıyarak oy devşirmek için bu yola başvurdukları biliniyor.

Öte yandan Kürt burjuva çevreleri de bugün Kürt siyasetinde ana akım olan HEDEP’e “Kürt oylarını pazarlık konusu yapması” ve “Seçimlerde pragmatik davranması” eleştirisini yapıyorlar.

Aslında taban tabana zıt görünmelerine rağmen bu iki eğilim “Kürt oyları”nı var eden realitenin Kürt halkının kanı ve canı pahasına onlarca yıldır verdiği mücadele olduğu gerçeğini yadsımaları ve dolayısıyla halkın ulusal-demokratik taleplerinden bağımsız bir “pazarlık” tartışması sürdürmeleri bakımından birbirleriyle benzeşiyorlar.

2023 genel seçimleri öncesinde HDP’nin sol-sosyalist güçlerle kurduğu ittifaka “faydasız ittifak” diyerek eleştiren ve Kürt siyasetinin o dönem oluşan burjuva bloklar-Cumhur ve Millet İttifakı-arasında pazarlık yapması gerektiğini savunan Vahap Coşkun, geçtiğimiz günlerde ‘Perspektif’ haber-yorum sitesinde yazdığı “Varlık Sorunu” yazısıyla yerel seçimler öncesinde de Kürt burjuva çevrelerin sözcülüğüne soyunmuş gibi görünüyor. Coşkun, söz konusu yazısında son genel seçimlerde ortaya çıkan sonucun kendi görüşlerini doğruladığı düşüncesiyle Kürt hareketine yerel seçimlerde ne yapması gerektiği konusunda akıl veriyor.

Öncelikle Vahap Hoca’nın hem Kürt hareketi ve hem de AKP-Erdoğan iktidarı ile temas halinde olan ve gelişmeleri yakından izleyen ve bu alanda birikim sahibi bir akademisyen olduğuna şüphemiz yok. Ama asıl mesele tam da burada; yani bu gelişmelere hangi sınıfın penceresinden bakıldığı, dolayısıyla yapılan analiz ve çıkarılan sonuçların hangi sınıfın çıkarlarına hizmet ettiği noktasında düğümleniyor.

Elbette HEDEP’in yerel seçimler konusunda nasıl bir politika izleyeceği, kendi yetkili kurullarının karar vereceği bir meseledir. Ancak Coşkun’un görüşleri; Kürt hareketinin yaşadığı sıkışmışlık ve karşı karşıya kaldığı sorunların çözüm yolu olarak entegrasyonist Kürt burjuvazisinin politik platformunu işaret etmesi ve halkın onarca yıllık ulusal demokratik mücadele ve birikiminin bu çıkarlara yedeklenmesini savunması bakımından burada eleştiriyi hak ediyor.

Coşkun’un son 8-9 yıllık gelişmelerden çıkardığı sonuçlar ve HEDEP’e gösterdiği “yol”a geçmeden önce bu sonuçlara dayanak yaptığı tespitlerden başlamak gerekiyor.

Vahap Coşkun, yazısının girişinde “2015’te Çözüm........

© Evrensel


Get it on Google Play