Eylem Tok ve oğlu Timur Cihantimur’un cinayet öyküsü giderek büyüyor, dal budak sarıyor.

Altından türlü olaylar çıkıyor.

Eylem Tok’tan söz edilirken ‘yazar” olduğu söyleniyor ve bir yayınevi sahibi olduğu vurgulanıyor.

Gerçekten de ortada bir yayınevi var.

Yayınevinin iki yazarı var.

Biri Eylem Tok, diğeri ölüme sebebiyet verdikten sonra ABD’ye kaçırdığı oğlu Timur Cihantimur.

Kendisi yazar olarak tanınıyor ama ortada yazdığı tek bir kitap var ve bu kitabı da kendisinin değil bir hayalet yazarın yazdığı yakın çevresi tarafından biliniyor.

Hatta Eylem Tok’a bu yazarı ayarlayanının da oldukça duayen, yaşlı başlı bir gazeteci olduğu söyleniyor.

Tok’un kaçırdığı oğlu Timur Cihantimur ise daha küçük yaşlardan beri sorunlu olarak tanınıyor.

Öyle ki, Tok ve oğlunun Bodrum’da yıllardır tatil yaptıkları Turgutreis yakınlarındaki bir otele girişleri çocuğun otelde neden olduğu olaylar nedeniyle yasaklı.

Tabii asıl mesele bunlar değil.

Mesele, Eylem Tok’un “hayli lüks” yaşam tarzı.

Göktürk’te dev bahçeli, yüzme havuzlu, birden fazla çalışanın olduğu bir villada yaşıyor Tok.

Porsche’leri falan zaten biliyorsunuz.

Merak edilen konu, bu lüks ve oldukça pahalı yaşamın nasıl finanse edildiği.

Eylem Tok’un bilinen işi yayıncılık ve yazdığı iki kitap var. Birinin adı Mihr, diğerinin ise Allah’ın Piyonları.

Bu iki kitabı 10 yıl önce yazmış.

Oğlunun da iki kitabı var.

Bir de palavradan film.

Kendi yazıp, kendi çekmiş.

Kimsenin izlemediği bir film.

Bir de İngiltere ve Kanada’da yayımlandığı söylenen çocuk kitabı.

10 yıl önce yazılmış ve asla çok satan olmamış iki kitap ve izlenmemiş bir film.

Para kazandırmak bir yana, para kaybetmiş olması çok muhtemel dandik işler.

Peki değirmenin suyu nereden?

Tanıyanlara göre, iş Bursa’ya uzanıyor.

Eylem Tok’un eski eşi ve çocuğunun da babası Bülent Cihantimur Bursa’da bir “estetik merkezi” sahibi.

Tok, bu merkezde karşılama görevlisi ve daha sonra Cihantimur’un asistanı olarak çalışıyor. Sonrasında da eşi oluyor.

Bu dönemde Cihantimur’un estetik merkezine soruşturma açılıyor, Maliye denetimine giriyor.

Bu soruşturma bir şekilde kapanıyor ve bu arada Eylem Tok aniden zenginleşmeye başlıyor.

Aileyi başından bu yana bilenler ve Eylem Tok’un hayatındaki gelişim ve değişimi izleyenler zenginleşmeyi şaşkınlıkla karşılıyorlar.

Bu zenginleşmeyi anlamlandırmaları ise ancak Dilan Polat olayından sonra oluyor.

Her yıl olduğu gibi, bu yıl otoyol ve köprülere yapılacak garanti ödemeleri konuşmaya başladık.

Yol ve köprülerin büyük bölümünde garanti araç sayılarına ulaşılamaması, ulaşılsa bile vatandaşın ödediği geçiş ücretlerinin, dolar bazında belirlenen geçiş ücretinin çok altında kalması nedeniyle aradaki farkın Hazine tarafından tazmin edilmesi nedeniyle vergi verenlerin cebinden bu yol ve köprüleri yapıp işleten müteahhitlere milyarlar ödenmesini daha yıllarca konuşacağız.

Muhtemelen o sözleşmeleri hazırlayıp imza atanlar bu dünyadan göçüp gittikten sonra bile torunlarımız bu paraları ödemeye devam edecekler.

Biz vatandaş olarak cebimizden çıkan ödemelerden şikayet ederken, bu yolları yapan müteahhitler ise ödemeye esas olacak kurun yıl başında belirlenmesine karşın, yıl içinde TL’nin hızlı değer kaybı nedeniyle aldıkları ödemenin kredi ödemelerini karşılayamıyor olmasından yakınıyorlar.

Memleketin dört bir yanında bu tip KOİ projeleri var ama bunların en simgesel ve hesaplaması kolay olanları Osmangazi ve Çanakkale Köprüleri olduğu için genelde hesabı onlar üzerinden yapıyor, iş bilmezliği bunlar üzerinden gösteriyoruz.

Bu projelerin en yenisi olan Çanakkale Köprüsü’nün müteahhiti Limak’a verilen yıllık garanti araç geçiş sayısı 16 milyon 435 bin.

Bu köprüden geçen araç sayısı ise 2 milyon 200 bin olmuş.

Hesaptaki sapma yüzde 87.

Devletin ödemesi gereken fark 5 milyar 86 milyon TL.

İşin kötüsü verilen garanti araç sayısı tutsa bile devlet ödeme yapmaktan kurtulamıyor.

Çünkü tarife düşük tutulduğu için aradaki farkı devlet yine ödüyor.

Mesela Osmangazi Köprüsü.

7 yıllık toplamda verilen garantinin 32 milyon altında araç geçmiş.

Ama devletin ödediği sadece bu 32 milyon aracın garanti geçiş ücreti değil.

Geçen 70 milyon aracın geçiş ücreti ile müteahhite taahhüt edilen miktar arasındaki farkı da ödüyor devlet.

Yani hep dediğim gibi geçse de geçiriyorlar, geçmese de geçiriyorlar.

Diyelim ki, bu yıl Osmangazi Köprüsü garanti geçiş sayısını tutturdu.

Günde 40 bin, yılda 16 milyon araç geçse bile devlet Hazine para ödemekten kurtulamıyor.

Geçen aracın ödediği 290 TL, müteahhite ödenecek para araç başına 1692 TL.

Her geçen araç için devlet 1402 TL fark ödemek zorunda.

Yani garanti geçiş sayısı tutsa bile Osmangazi Köprüsü için devlet 22,5 milyar TL fark ödeyecek. Bu para 2035 yılına kadar ödenmeye devam edecek.

Çanakkale Köprüsü, İzmir İstanbul otoyolunun diğer bölümleri, Kuzey Marmara otoyolu, havalimanları, tren garları ve tabii hepsinden daha büyük karadelikler olması beklenen şehir hastaneleri.

Muhtemelen AK Parti diye bir parti kalmadığında bile Türkiye Cumhuriyeti Devleti, eğer hâlâ adı bu ise, bu garantili ödemeleri yapmaya devam edecek, torunlarınız bu borçların altında ezilecek.

Eğer bu durumdan memnun iseniz, durmak yok yola devam.

Zaten o yolun parasını seve seve veya başka türlü siz ödüyorsunuz.

Ama farkında değilsiniz.

Bu köşede zaman zaman bir ülkeyi yönetenlerin en önemli vazifesinin, o ülkedeki insanları mutlu etmek olduğunu yazarım.

Bir ülkenin yaşayanları açısından yönetimin başarısı ülkenin askerî gücü, ekonomik büyüklüğü, nüfusu, yılda kaç turist ağırladığı, kaç otomobil ürettiği ya da benzeri kriterlerle değil, vatandaşlarını ne kadar mutlu ettiği ile ilgilidir.

Yıllardan beri de AKP iktidarının bu konuda son derece başarısız olduğunu söyleyip duruyorum.

Türkiye her gün biraz daha fazla “mutsuz insanlar ülkesi” oluyor diyorum.

Sokakta yüzü gülen insana rastlamamaktan, herkesin gergin, sinirli ve hatta öfkeli olmasından yakınıyorum.

Mutsuzluğun bir pandemi şeklinde ülkeye yayıldığından bahsediyorum.

Ülkenin büyük bir çoğunluğu, ki buna iktidara yakınlar, iktidardan nemalanıp zenginleşenler, iktidar çevresinde olduğu için iktidar nimetlerinden fazlası ile yararlananlar dahil.

Hatta 5 müteahhit olarak tanımladığımız kitle ve o kitlenin yakınları dahil.

Ülke sanki omuzlarımızda yaşıyormuş gibi hissediyoruz.

Ekonomik koşullar, gelir adaletsizliği, yargıya karşı güvensizlik, özgürlük hissinin giderek azalması, yarına ilişkin belirsizlik, uzun bırakın orta vadeliden geçtim kısa vadeli plan bile yapılamıyor olması, gençlerin kariyerlerinden umut kesmesi, liyakatsizliğin dört yanımızı sarması, eğitim kalitesinin sefaleti…

Hepsi mutsuzluğumuzun sebebi.

Birkaç gün önce Türkiye’nin önemli işinsanlarından biri telefonundaki uyku uygulamasını gösterdi.

Yurt dışında iken gecelik derin uyku ortalaması 2 saate yaklaşırken, Türkiye’de bu süre birkaç dakikaya düşüyordu.

Ve ben bu gözlemimi “Acaba bir algı mı, ben mi yanılıyorum?” diye şüphe ile karşıladım.

Ve Dünya Mutluluk Endeksi yayınlandı.

Türkiye 106. sırada.

Belli ki yanılan ben değilim.

Yanıltılan bir çoğunluk var. Az farkla da olsa çoğunluk.

Herkesin kendine benzeyenden hoşlanacağını unutmadığımız zaman.

QOSHE - Eylem Tok bir tür Dilan Polat mı! - Fatih Altaylı
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Eylem Tok bir tür Dilan Polat mı!

622 1
13.03.2024

Eylem Tok ve oğlu Timur Cihantimur’un cinayet öyküsü giderek büyüyor, dal budak sarıyor.

Altından türlü olaylar çıkıyor.

Eylem Tok’tan söz edilirken ‘yazar” olduğu söyleniyor ve bir yayınevi sahibi olduğu vurgulanıyor.

Gerçekten de ortada bir yayınevi var.

Yayınevinin iki yazarı var.

Biri Eylem Tok, diğeri ölüme sebebiyet verdikten sonra ABD’ye kaçırdığı oğlu Timur Cihantimur.

Kendisi yazar olarak tanınıyor ama ortada yazdığı tek bir kitap var ve bu kitabı da kendisinin değil bir hayalet yazarın yazdığı yakın çevresi tarafından biliniyor.

Hatta Eylem Tok’a bu yazarı ayarlayanının da oldukça duayen, yaşlı başlı bir gazeteci olduğu söyleniyor.

Tok’un kaçırdığı oğlu Timur Cihantimur ise daha küçük yaşlardan beri sorunlu olarak tanınıyor.

Öyle ki, Tok ve oğlunun Bodrum’da yıllardır tatil yaptıkları Turgutreis yakınlarındaki bir otele girişleri çocuğun otelde neden olduğu olaylar nedeniyle yasaklı.

Tabii asıl mesele bunlar değil.

Mesele, Eylem Tok’un “hayli lüks” yaşam tarzı.

Göktürk’te dev bahçeli, yüzme havuzlu, birden fazla çalışanın olduğu bir villada yaşıyor Tok.

Porsche’leri falan zaten biliyorsunuz.

Merak edilen konu, bu lüks ve oldukça pahalı yaşamın nasıl finanse edildiği.

Eylem Tok’un bilinen işi yayıncılık ve yazdığı iki kitap var. Birinin adı Mihr, diğerinin ise Allah’ın Piyonları.

Bu iki kitabı 10 yıl önce yazmış.

Oğlunun da iki kitabı var.

Bir de palavradan film.

Kendi yazıp, kendi çekmiş.

Kimsenin izlemediği bir film.

Bir de İngiltere ve Kanada’da yayımlandığı söylenen çocuk kitabı.

10 yıl önce yazılmış ve asla çok satan olmamış iki kitap ve izlenmemiş bir film.

Para kazandırmak bir yana, para kaybetmiş olması çok muhtemel dandik işler.

Peki değirmenin suyu nereden?

Tanıyanlara göre, iş Bursa’ya uzanıyor.

Eylem Tok’un eski eşi ve çocuğunun da babası Bülent Cihantimur Bursa’da bir “estetik merkezi” sahibi.

Tok, bu merkezde karşılama görevlisi ve daha sonra Cihantimur’un asistanı olarak çalışıyor. Sonrasında da eşi oluyor.

Bu dönemde Cihantimur’un estetik merkezine soruşturma açılıyor, Maliye denetimine giriyor.

Bu soruşturma bir şekilde kapanıyor ve bu arada Eylem Tok aniden zenginleşmeye başlıyor.

Aileyi başından bu yana bilenler ve Eylem Tok’un hayatındaki gelişim ve değişimi izleyenler zenginleşmeyi şaşkınlıkla karşılıyorlar.

Bu zenginleşmeyi anlamlandırmaları ise ancak........

© Fatih Altaylı


Get it on Google Play