Türk vatandaşları, vize ofisleri önünde kuyruklarda inletilir, 100 kişiden 90’ı “Hayır’ yanıtı alır, vize almayı becerenlere kısa süreli ve tek girişli vizeler layık görülürken ve hatta en iyi okullara kabul edilen öğrencilere bile öğrenci vizesi ve hatta vize görüşmesi için randevu verilmezken, bize vize vermeyen ülkelerin vatandaşlarının ellerini kollarını sallayarak, vize pasaporta bile ihtiyaç duymadan ülkemize girmesinin ulusal onurumuza dokunduğunu, kendimizi kötü hissetmemize neden olduğunu söylüyorum sık sık.

Ancak anladığım kadarı ile AKP iktidarı ile benim gibi düşünenlerin “ulusal onur” simgeleri ve haliyle kavramları farklı.

Geçenlerde Hollanda Başbakanı Mark Rutte ile ilgili bir yazı yazdım. NATO genel sekreter adayı Mark Rutte, genel sekreterliğine destek vermeyen Türkiye’yi ikna etmek için Türkiye’ye gelecekti ve tarifeli uçakla, biletini cebinden almıştı.

Türkiye özünde haklıydı.

Çünkü Rutte daha önce çeşitli söylemlerinde Türkiye’ye hakaretler yağdırmış, 2017 yılında Bakan Fatma Betül Sayan’ın Hollanda’da otomobil ile yaptığı seyahat ve Türk Konsolosluğu’na girmesi engellenmiş, daha da beteri Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Hollanda’ya uçuş izni verilmemişti.

Bu gelişmeler üzerine Türkiye Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Hollanda’yı bilindik üslubuyla eleştirmiş, Hollanda’ya “Nazi kalıntısı, bunlar faşist” demişti.

Tüm bu rezaletler olurken, Hollanda’nın başbakanı kimdi dersiniz!

Evet bildiniz.

Mark Rutte idi.

Tüm bu krizler ve karşılıklı hakaretler Mark Rutte döneminde yaşanmıştı.

Türkiye’nin milli liderinin faşist ve Nazi artığı diye nitelediği kişi Mark Rutte idi.

Ve o Mark Rutte, NATO Genel Sekreteri olmasına haklı olarak destek vermeyen Türkiye’nin desteğini almak için Türkiye’ye geldi.

Saray’da (Muhallebiciyi değil, Beştepe’yi kastediyorum), ev sahibi ile iltifatların havada uçuştuğu bir görüşme yaptı.

Ve istediğini alıp gitti.

Ben de o gün yazdığım yazının sonuna bir not düşmüş ve Stoltenberg’i, İsveç’in, Finlandiya’nın NATO üyelik süreçlerini hatırlatarak Rutte’ye de onay verileceğini öngörmüştüm.

Zannederim haklı çıktım.

Tükürdüğünü yalayan hangi taraf bilemiyorum.

Ama en azından taraflardan birinin istediğini aldığını biliyoruz.

Biz ulusal onur diye yırtınıp duralım.

Belli ki, bazıları için ulusal onur en lüksünden makam araçları, büyük uçaklar, devasa saraylar demek.

Gerisi, gelip geçici…

İstanbul Avcılar’da, 5 yaşında bir kız çocuğu, Edanur, yakınları ile piknik yaparken parktaki İSKİ çalışması nedeniyle oluşan ve içi su dolan 1,3 metrelik bir çukura düşüp hayatını kaybetti.

Ailenin ihmali varmış!

Vardır mutlaka.

İSKİ’nin ihmali varmış.

O da vardır.

İhmaller olmasa zaten kaza olmaz.

Ölümün ardından, Cumhurbaşkanı Erdoğan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nı hedef alan bir açıklama yaptı.

Ağır biçimde suçladı.

Oysa çeyrek asırlık kendi dönemlerinde de İstanbul’da belediyenin ihmali, sorumsuzluğu, hatası sonucu onlarca kişi ölmüştü.

Üzeri karton örtülü rögar çukuruna düşün aynı yaşlardaki bir çocuğun cansız bedeni kilometrelerce ötede, lağımın boşaldığı yerde bulunmuş ve AKP iktidarı döneminde medyana gelen bu olayda AKP lideri, AKP’li belediye başkanına toz kondurmamış, sadece sorumluların bulunmasını istemekle yetinmişti.

Olumsuzluk AKP yönetiminde meydana gelmişse sorumlular seçilmişler olamazdı, CHP yönetiminde meydana gelmişse sorumlular kesinlikle seçilmişler olmalıydı.

AKP liderinin mantığı buydu.

Dün de İBB Başkanı bu yaklaşıma bir yanıt verdi ve bu tutarsızlığı gözler önüne serdi.

Ancak İBB Başkanı’nın açıklamasında bir bölüm vardı ki, o da benim vicdanıma dokundu.

“5 yaşındaki bir çocuğun anne babasından ayrı oluşu ve bu yüzden cenazesinin kaldırılmasının dahi 2 gün alması da incelemeye muhtaçtır.”

Bu cümle olmadı Ekrem Bey.

Hiçbirimiz doğacağımız aileyi seçemiyoruz.

Ana babamız analık babalık görevlerini iyi yapamıyorlar diye hiçbir çocuk bir çukurda boğularak ölmeyi hak etmiyor.

Keşke haklı açıklamanızın içine o cümleyi hiç yazmasa idiniz ya da yazanlara onay vermese idiniz.

Çünkü bu cümle hiç de vicdanlı bir cümle değil.

Üstelik gerekli hiç değil!

Doğduğu Kabadüz’deki köyünde de tarlaya Mercedes ile gitmeye alışık olan Diyanet İşleri Başkanlık koltuğunun işgalcisi bu kez Audi A8’e meftun olduğunu itiraf etti.

Diyanet İşleri Başkanlığı, başkanlarının şehirlerarası yolculuklar için Audi A8 kiraladıklarını kabul etti.

Tabii açıklama biraz muğlak.

Sadece seyahat olduğu gün mu kiralıyorlar, yoksa uzun dönemli kiralama mı yapıyorlar belirsiz.

Eğer kısa süreli yani sadece seyahatlerde kiralıyorlarsa A8 Audi’lerin günlük kirası 25.000 TL’den başlıyor.

Bu da ayda 750 bin, yılda 9 milyon 125 bin TL yapıyor.

Yok eğer bayiden uzun dönemli kiralama yapıyorlarsa o zaman da bu sınıftaki otomobillerin kiraları ayda 500 bin TL’nin üzerinde.

O da en az 6 milyon TL yapıyor.

3 yılda 18 milyon TL ödeniyor.

Sonra da başındaki örtüyle aslında vicdanını örttüğü belli olan bir kız sokak röportajında “Emekliye 10 bin TL yeter” diyor.

Galatasaray’la olan bağımı bilen okurlar, özellikle haziran ayında yapılacak olan seçimler öncesi ortalıkta dolaşan dedikodular ile ilgili olarak “Galatasaray’da neler oluyor?” diye soruyorlar.

Erden Timur’un listelerde yer almayacağının ortaya çıkması, Abdurrahim Albayrak’ın yönetime geri dönecek olması ile ilgili merak edilen pek çok soru var.

Şu kadarını söyleyeyim.

Galatasaray’da hiç hoş şeyler olmuyor.

Gerek yönetim içindeki çatlaklarda gerekse gayrimenkuller konusunda.

Ancak takım şampiyonluk yolunda ilerlerken ve bu konular güncelliğini daha uzun süre koruyacakken şu anda bunları konu edecek halimiz yok.

Sezon tamamlansın çok yazacaklarım var.

Yenilgiden kazanan tarafı sorumlu tutmadığımız zaman.

QOSHE - Ulusal onur Saray, uçak ve makam otomobili midir! - Fatih Altaylı
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Ulusal onur Saray, uçak ve makam otomobili midir!

637 5
01.05.2024

Türk vatandaşları, vize ofisleri önünde kuyruklarda inletilir, 100 kişiden 90’ı “Hayır’ yanıtı alır, vize almayı becerenlere kısa süreli ve tek girişli vizeler layık görülürken ve hatta en iyi okullara kabul edilen öğrencilere bile öğrenci vizesi ve hatta vize görüşmesi için randevu verilmezken, bize vize vermeyen ülkelerin vatandaşlarının ellerini kollarını sallayarak, vize pasaporta bile ihtiyaç duymadan ülkemize girmesinin ulusal onurumuza dokunduğunu, kendimizi kötü hissetmemize neden olduğunu söylüyorum sık sık.

Ancak anladığım kadarı ile AKP iktidarı ile benim gibi düşünenlerin “ulusal onur” simgeleri ve haliyle kavramları farklı.

Geçenlerde Hollanda Başbakanı Mark Rutte ile ilgili bir yazı yazdım. NATO genel sekreter adayı Mark Rutte, genel sekreterliğine destek vermeyen Türkiye’yi ikna etmek için Türkiye’ye gelecekti ve tarifeli uçakla, biletini cebinden almıştı.

Türkiye özünde haklıydı.

Çünkü Rutte daha önce çeşitli söylemlerinde Türkiye’ye hakaretler yağdırmış, 2017 yılında Bakan Fatma Betül Sayan’ın Hollanda’da otomobil ile yaptığı seyahat ve Türk Konsolosluğu’na girmesi engellenmiş, daha da beteri Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Hollanda’ya uçuş izni verilmemişti.

Bu gelişmeler üzerine Türkiye Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Hollanda’yı bilindik üslubuyla eleştirmiş, Hollanda’ya “Nazi kalıntısı, bunlar faşist” demişti.

Tüm bu rezaletler olurken, Hollanda’nın başbakanı kimdi dersiniz!

Evet bildiniz.

Mark Rutte idi.

Tüm bu krizler ve karşılıklı hakaretler Mark Rutte döneminde yaşanmıştı.

Türkiye’nin milli liderinin faşist ve Nazi artığı diye nitelediği kişi Mark Rutte idi.

Ve o Mark Rutte, NATO Genel Sekreteri olmasına haklı olarak destek vermeyen Türkiye’nin desteğini almak için Türkiye’ye geldi.

Saray’da (Muhallebiciyi değil, Beştepe’yi kastediyorum), ev sahibi ile iltifatların havada uçuştuğu bir görüşme yaptı.

Ve istediğini alıp gitti.

Ben de o gün yazdığım yazının........

© Fatih Altaylı


Get it on Google Play