Dikkat spoiler içerir!

Başrolünü Çağatay Ulusoy’un oynadığı Kübra dizisini seyredince aklıma ilk gelen kavram kült radikalleşmesi oldu. Öyle ki çevremdeki arkadaşlarım bile diziyi seyredince hemen bana dönerek “Ne düşünüyorsun?” diye sordular. Evet, dizi her ne kadar inzivaya çekilmiş bir adamın bir tepeye çıkarak vahiy alışını konu ediyor gözükse de aslında dizi bundan çok fazlasını ifade ediyor.

Afşin Kum’un Kübra adlı kitabından esinlenen dizi aslında temelde bir iktidar sorununu ele alıyor. Yapay zekânın hayatımızı ele geçirip geçiremeyeceği üzerine kurulan bu iktidar ilişkisi, aslında kült yapılar söz konusu olunca yıllardır tartıştığımız temel bir sorunla kesişiyor: Zihinsel şantaj sorunu. Çünkü “kült” insanın kendi yaşamının sorumluluğunu devrettiği karizmatik lidere bağlı, yüksek seviyede adanmışlık talep edilen, üyelerinin aşırı derecede manipüle ve suistimal edildiği bir koza görevi görür. Kült kavramı, toplumda yaygın bir kabul gören, kurumsallaşmış yerleşik Ortodoks dinî gruplardan ayrı birtakım inanç ve ibadet şekillerini ve bunları benimseyen insanların bir araya gelmesiyle oluşan toplulukları ifade etmek için kullanılır.

Biz kült yapılarda merkezde bulunan karizmatik kült liderin, bireyin tüm mahremiyet alanlarını aşarak onun iradesini kontrol edip edemeyeceğini tartışırız. Bunu yapmak için kullandığı mistik manipülasyon tekniklerini açığa çıkarmaya uğraşırız. Buna da zihinsel şantaj deriz.

Kübra, bu açıdan aslında karizmatik kült liderin yerini yapay zekânın aldığı bir zihinsel şantaj oyununun gerçek olup olamayacağını ele alıyor.

Osho[1], Aum Shrinkyo[2] ya da Gülenist kült gruplarda bireyler ikna ve telkin yoluyla geçmiş hayatlarını terk ederek yepyeni bir kimlik kazanırlar. Tanrısal bir esinle aydınlandıklarına ve Tanrısal bir plana göre hareket ettiklerine inanırlar. Bu açıdan dizi aslında doğrudan dinlerden bahsetmiyor. Afşim Kum’un Sıcak Kafa romanıyla aynı dizge içerisinde değerlendirilebilir. Onun deyişiyle “sözün ele geçirdiği” zihinleri konu ediniyor. Söz deyip geçmeyin “Dil, insanın çevresine uyum sağlama aracıdır.”

Keşke Afşin Kum biraz kült psikolojisi ve kült grup dinamiklerini okumuş olsaydı eminin Edinilmiş Akıl Yürütme Yoksunluğu Sendromu’ndan (ARDS – Acquired Reasoning Deficiency Syndrome) çok daha fazlasını yakalayabilirdi. Hekim, psikanalist Joost Meerloo’nun totaliter devletlerde beyin yıkama teknikleri ve düşünce kontrolünün bir analizini yapan The Rape of the Mind (Zihin Tecavüzü) kitabı ile tanışmış olsaydı zihinsel şantajın boyutlarını ve Nazizm’in insan tutumlarındaki değişim için hangi sınırları zorladığını keşfedebilirdi. Buna rağmen dizi kabul etmeliyim ki bize yine de çok şey anlatıyor.

Kübra dizisinin baş aktörü Gökhan neden seçilmişti?

Aslında birçok kült radikalleşmede örneğini gördüğümüz bir gerçeklikle karşılaşıyoruz: Travma.

Gökhan’ın hayatı normal, basit bir hayat gibi gözükse de aslında hiç de öyle değil. Gökhan yeni seçilmiyordu. Askerken karakol baskınında tüm silah arkadaşları şehit olmuş ve bir tek kendisi hayatta kalmıştı. Bu olay zaten Gökhan’ın tüm hayatını değiştirmişti. Gökhan, hayatta kalmasını Tanrı’nın bir planı olarak görüyordu. Maç sonrası kurdukları masada bu olayın Gökhan’ın hayatını tümden değiştirdiğini ve içkiye bile tövbe ettiğini anlıyoruz.

Kübra’dan gelen ilk mesaj da aslında bu travmaya bir gönderme yapmıyor muydu: Sen farklısın! Bir karakol baskınında tüm arkadaşları şehit olurken onun yara almadan kurtulması farklı olduğunu göstermiyor mu sizce de?

Kültlere giren çoğu insan hayatının bir döneminde yaşadığı büyük bir travmadan çok etkilenmiştir. Hatta DEAŞ’da da benzer tecrübelerle karşılaştık. DEAŞ’a katılan İngiliz punk sanatçısı Sally-Anne Jones da böyle bir aydınlanma ile ihtida etmiş ve soluğu DEAŞ’da almıştı. Hayatındaki dönüşüme kısaca bakmak yerinde olur. Jones, IŞİD’deki meşhur adıyla Umm Hussain al-Britani ya da Beyaz Dul. Katolik olarak yetiştirildi, gençliğinde Hıristiyan gençlik gruplarına katıldı. İnternette büyücülük ve alternatif yaşam tarzlarıyla ilgilendi. Daha sonra kendince bir aydınlanma yaşadı, Selefilerle tanıştı ve Müslüman oldu. İnternet ortamında tanıştığı IŞİD’e hacker toplamakla görevli Junaid Hussain ile birlikte IŞİD’e eleman toplamaya başladı. Daha sonra kocası olacak olan Hussain’e katılmak için 2013’ün sonlarında küçük oğluyla birlikte Suriye’ye gitti. Kocası 25 Ağustos 2015’te ABD’nin insansız hava aracı saldırısında öldürüldü. Kendisi IŞID’in kadın taburlarının başına geçti. Kasım 2015’te ABD’nin insansız hava aracı saldırısında öldürüldü.

Farklı olduğunu düşünenlere ya da hayatlarında büyük travmalar yaşayanlara ve yeni bir hayat arayanlara karşı en etkili sözcüklerdir: Sen farklısın! Evet, Gökhan da farklıydı ve Tanrı tüm o kötülüğün içinden onu çekip almıştı.

Radikalizme giden en önemli yollardan birisidir arayış içinde olmak. Tanrı’nın eli hep arayanları bulur. Kült örgütler, terör örgütleri de arayanları bulur ve seçer.

Son araştırmalar bize çevrimiçi radikalleşmenin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Fakat unutmayalım, bu mesajlar arayanlarda daha fazla etkiye yol açar. Gökhan zaten arayışta olan ve seçilmek için bir el bekleyen bir figürdü. Bu yüzden yapay zekâ en uygun adayı bulmuş oldu. Tıpkı internet ortamındaki algoritmaların aradıklarımızı öne çıkarması gibi.

İkinci en önemli etki korku ve şantajdır. Zihin İçin Yapılan Savaş: Dönüştürme ve Beyin Yıkamanın Fizyolojisi (Battle for the Mind: A Physiology of Conversion and Brainwashing) kitabının yazarı Wiliam Sargent, “İnsanlar korktuklarında yönlerini şaşırırlar ve öneriye/telkine açık hale gelirler,” der. Sargant, insanların nasıl olup da uzun süredir devam eden makul inançlarını değiştirebildiğini, sağduyuya dayalı sıradan bakış açılarını bırakıp önceki yaşamlarına oldukça yabancı olan yeni düşünce yollarına açık hale geldiklerini sorgular.

Doğrusu zihnimiz nasıl ele geçirilir? Travma ve korku bunun en önemli yollarından biridir. Dizinin kahramanı Gökhan da daha önce yaşadığı travma ve korku nöbetlerine bir yenisini ekler; seçilmişlik. “Neden beni seçtin?” yanıt aradığı en büyük sorudur. Tanrı kendisini seçmiştir ama neden ve ondan ne istemektedir? Şifreyi çözmek zorundadır.

Uzun uykusuzluk nöbetleri ve bedensel yorgunluk aracılığıyla yapılan zihin kontrolleri hem işkencede hem de kült gruplarda sıklıkla başvurulan yöntemdir. Gökhan’ın uykusuz geceleri ve inzivaya çekilme nöbetleri artmaya başlar. Tüm kült gruplarda izolasyon; bireyi ya da grubu kendinden olmayanlardan uzak tutma, onu kalabalıklardan uzaklaştırma önemlidir. Çünkü Pavlov’un bize öğrettiği gibi, öğrenme hızının sessizlik ve izolasyonla pozitif yönde ilişkisi vardır. Yabani hayvanları evcilleştirmek için de izolasyon ve uyaranların tekrarlanması tekniğine başvurulur.

Tam bu nokta da “denenme” şoku devreye girer. Mutlak teslimiyet ya da iman seçilmişlik için ön şarttır. Peki, Gökhan gerçekten teslim olmuş mudur? Hayır, hâlâ kuşku duyar. Gerçekten karizmatik kült liderliğe mutlak teslim olmadan değişim başlamaz. Bunun için gruptaki üyeler sürekli denenirler. Hz. Nuh’un gemisi en sık kullanılan metafordur. Gülen de cemaatine sık sık bu kıssayı örnek verirdi.

Nuh’un gemisi kült gruplar için iki mesaj içerir. Birincisi, geminin yüzeceği ve kurtulacakları konusunda lidere mutlak itaat. Kur’an’da anlatılan kıssa aslında vahiy alan bir Peygamberin Rabbine olan güvenle ilgiliyken kült gruplarda bu karizmatik kült lider ile cemaati arasındaki güvene çevrilir. İkincisi de imtihan-sınavdır. Hz. Nuh, oğlu Kenan ve Hanımı ile denenmiştir ve onlar sınavı kaybetmiştir.

Gökhan’a bu kıssa hatırlatılır ve şöyle seslenir Kübra: “Elçi, Allah yolunda en sevdikleriyle sınanır. Allah’ın kelamı canla, kanla ve ıstırapla yayılır…” Gökhan’ın tepkisi ise “Beni sevdiklerimle mi sınayacaksın?” olur. Sevdiklerini kaybetme korkusu Gökhan’ın bildiği bir acıdır daha önce canını çok yakmıştır şimdi aynı acının tekrar etmesi ona çok ağır gelecektir. Kübra cevap verir: “Şüphesiz ki evet”. O sahneyi dikkatlice izleyin Gökhan ateşi tutmuş gibi elindeki telefonu masaya atar.

Tarih boyunca bilim insanları ve totaliter rejimler insan zihnin nasıl manipüle edilebileceğini araştırdı. İşkenceden çeşitli uyarıcı ilaçlara kadar birçok şey denendi. Korku, suçluluk duygusu ve sürekli baskının akıl öldürücü bir hipnoz yarattığı artık biliyoruz. Şimdi Gökhan için hepsi bir arada gelecekti. Gökhan’ı seçilmiş olduğuna ikna eden süreç bizim kült radikalleşmede çokça karşılaştığımız bir hikâye aslında.

Bu noktada Kübra yani yapay zekânın Gökhan’ın en büyük zaafı alan kardeşini intihardan kurtarma operasyonu devreye girer. Babasının kaybından kendisini sorumlu tutan kız kardeşi için en büyük suçluluk vicdan azabıdır.

Suçluluk duygusu yalnızca vicdanımızı acıtmaz, devam ettiği sürece zihnimiz ele geçirilmeye de açık hale gelir. Bu yüzden çoğu kült lider ve radikal gruplar etrafımızda olup bitenden dolayı suçluluk duymamız için ağrı manipülasyonlarda bulunurlar. Kötülüklerden, ölümlerden, günahtan, dünyadaki adaletsizlikten ya da yaşadıklarımızdan dolayı kendimizi suçlu hissetmemizi isterler. İnsanın kendini suçlaması bilince yönelik büyük bir saldırıdır. Franz Kafka Dava adlı romanında bunu çok iyi bir şekilde tasvir eder. Bu romanda kurban neyle suçlandığını asla bilmez ama içindeki suçluluk duygusu onu mahkûmiyete sürükler. Suçluluk, utanç ve damgalanma duygusuyla kıvranan bir ruh teslimiyete hazır hale gelir.

Gökhan da kız kardeşi de artık teslim olmuşlardır ve teslimiyet ikisini de arındırır ve huzura kavuşturur. Artık Gökhan seçilmiştir sıra bu sırrı dışarıya ifşa etmeye gelir. Artık sır herkese tebliğ edilmelidir.

Peki ya inanmazlarsa? Zaten baştan Allah’ın kelamı canla, kanla ve ıstırapla yayılır denmemiş miydi? O halde inanmayacaklardı, inanmamaları onun doğru olduğunun delili olarak sunulacaktı zaten.

Karizmatik liderlik nihayetinde doğaüstü güce sahip olma iddiasındadır ve Gökhan’a da bir mucize gereklidir. Şehrin tüm elektriklerinin kesilmesi, kulakları sağır eden ses gerçek bir mucize olarak kabul edilmemişti. Bu yüzden de mahallede çıkan isyan Gökhan’ın karizmatik liderliğine meydan okudu. Gökhan yine yenilmişti ta ki tüm insanların gözü önünde bir çocuğun elindeki tabancadan çıkan kurşunun bedenine zarar vermediği ana kadar. Kurşunun işlemediği görüldüğünde artık inananların gözünde karizmatik bir liderliğe de yükselmiş oldu.

Tanınma­, karizmatik kült liderliğin ayrılmaz bir unsurudur, bir iddianın toplumsal olarak tanınmasıdır. Karizmatik kült liderlik bu nedenle psikolojik bir kişilik tipi değil, sosyal bir olgudur. Kitleler peşinizden geldiğinde karizma gerçekleşir.

Dizinin en ilginç boyutlarından birisi de devlet yani kamu otoritesi ile kült karizmatik liderlik arasındaki çelişkidir. Devleti temsil eden bir kamu görevlisinin, kült lidere el öptürmeye uğraşması ilginç değil mi?

Aslında devletler Tanrı’nın seçimine müdahale etmez ama kendi işine de kimseyi de karıştırmaz. Dünyada birçok kült grup ve lider vardır ve kamu otoritesini tanıdıkları sürece ne yaptıkları ile pek de ilgilenilmez. Düşündürücü olan Tanrı tarafından seçilmiş olduklarına bile inansalar olsalar ya da buna inanan büyük bir kitle tarafından takip bile edilseler devletin sağ yumruğu tepelerine indiğinde karşısında aciz duruma düşerler.

Dizinin son bölümünde Kübra’nın yapay zekâ olduğunu öğrenen Gökhan’ın tepkisi artık seçilmişliğine inanan bir bireyin daha doğrusu radikalleşme süreci tamamlanmış bir bireyin artık geri döndürülmesinin ne kadar zor olduğunu gösteriyor. Tanrı tarafından seçildiğine inanan Gökhan artık her işareti Tanrı’nın eli olarak okuyacak ve yapay zekanın da Tanrı’nın bir planı dahilinde kendisi ile iletişime geçtiğine inanacaktır. Kendini hipnoz eden birey için artık dış uyarana ihtiyaç yoktur. Tanrı’nın planı işlemeye devam eder.

Peki, bir kült karizma karşısında inanç bu kadar savunmasız mıdır?

Elbette hayır bu inançtan daha çok kimin kült karizmaya tutulduğuna daha doğrusu kült karizmanın ele geçirdiği arayıştaki ruhlara bağlıdır. Gökhan din eğitimi almamış, din konusunda cahil ve dahası kayıt dışı din pazarının bir tüketicisidir. İmam ona yardım edecek nitelikte değildir.

Kült karizma karşısında savunmasız olan inanç değil, aslında savunmasız bırakılmış inançtır.

Kur’an’ın Allah’ın son kelamı olduğuna ve artık Allah’ın hiçbir insanla doğrudan iletişime geçmeyeceğine inanan bir birey için Kübra kuşku ve şüphe içerir. Maturidi alim Ebû’l-Yüsr Muhammed Pezdevî (493/1099) “Bir kimse, ‘şu şeyin helal olduğuna dair Allah Teâla bana ilham etti, kalbime bilgi geldi,’ derse ona, ‘sen sözünde yalan söylüyorsun’ diye cevap ver”, der. Çünkü Allah dinini tamamlamış ve peygamberlik sona ermiştir. İnsan için artık vahyi anlamaktan ve aklını kullanmaktan başka bir yol yoktur. Bu yüzden kült grupların çoğu kayıt dışı din pazarından, rüya ile aldatan ve rüyalara inanan travma ile baş edemeyen, inanmak için arayışta olan insanları avlarlar.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 1 Şubat 2024’te yayımlanmıştır.

[1] Bir Netflix dizisine konu olan başında Guru Bhagwan Shree Rajneesh bulunan ama tüm dünyada Osho olarak tanınan ve bir çiftlikte komün hayatı sürerek taraftarlarını istismar eden topluluk. https://www.tepav.org.tr/tr/blog/s/6510/The+Sehvetiye_+Osho.

[2] Shoko Asahara tarafından Hindu ve Budist inançların bir karışımı olarak kurulan ve Tokyo’da sarin gazı aldırı düzenleyen kült grup. https://www.bbc.com/news/world-asia-35975069.

QOSHE - Kübra: Tanrı’nın seçilmiş eli - Hilmi Demir
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Kübra: Tanrı’nın seçilmiş eli

15 1
01.02.2024

Dikkat spoiler içerir!

Başrolünü Çağatay Ulusoy’un oynadığı Kübra dizisini seyredince aklıma ilk gelen kavram kült radikalleşmesi oldu. Öyle ki çevremdeki arkadaşlarım bile diziyi seyredince hemen bana dönerek “Ne düşünüyorsun?” diye sordular. Evet, dizi her ne kadar inzivaya çekilmiş bir adamın bir tepeye çıkarak vahiy alışını konu ediyor gözükse de aslında dizi bundan çok fazlasını ifade ediyor.

Afşin Kum’un Kübra adlı kitabından esinlenen dizi aslında temelde bir iktidar sorununu ele alıyor. Yapay zekânın hayatımızı ele geçirip geçiremeyeceği üzerine kurulan bu iktidar ilişkisi, aslında kült yapılar söz konusu olunca yıllardır tartıştığımız temel bir sorunla kesişiyor: Zihinsel şantaj sorunu. Çünkü “kült” insanın kendi yaşamının sorumluluğunu devrettiği karizmatik lidere bağlı, yüksek seviyede adanmışlık talep edilen, üyelerinin aşırı derecede manipüle ve suistimal edildiği bir koza görevi görür. Kült kavramı, toplumda yaygın bir kabul gören, kurumsallaşmış yerleşik Ortodoks dinî gruplardan ayrı birtakım inanç ve ibadet şekillerini ve bunları benimseyen insanların bir araya gelmesiyle oluşan toplulukları ifade etmek için kullanılır.

Biz kült yapılarda merkezde bulunan karizmatik kült liderin, bireyin tüm mahremiyet alanlarını aşarak onun iradesini kontrol edip edemeyeceğini tartışırız. Bunu yapmak için kullandığı mistik manipülasyon tekniklerini açığa çıkarmaya uğraşırız. Buna da zihinsel şantaj deriz.

Kübra, bu açıdan aslında karizmatik kült liderin yerini yapay zekânın aldığı bir zihinsel şantaj oyununun gerçek olup olamayacağını ele alıyor.

Osho[1], Aum Shrinkyo[2] ya da Gülenist kült gruplarda bireyler ikna ve telkin yoluyla geçmiş hayatlarını terk ederek yepyeni bir kimlik kazanırlar. Tanrısal bir esinle aydınlandıklarına ve Tanrısal bir plana göre hareket ettiklerine inanırlar. Bu açıdan dizi aslında doğrudan dinlerden bahsetmiyor. Afşim Kum’un Sıcak Kafa romanıyla aynı dizge içerisinde değerlendirilebilir. Onun deyişiyle “sözün ele geçirdiği” zihinleri konu ediniyor. Söz deyip geçmeyin “Dil, insanın çevresine uyum sağlama aracıdır.”

Keşke Afşin Kum biraz kült psikolojisi ve kült grup dinamiklerini okumuş olsaydı eminin Edinilmiş Akıl Yürütme Yoksunluğu Sendromu’ndan (ARDS – Acquired Reasoning Deficiency Syndrome) çok daha fazlasını yakalayabilirdi. Hekim, psikanalist Joost Meerloo’nun totaliter devletlerde beyin yıkama teknikleri ve düşünce kontrolünün bir analizini yapan The Rape of the Mind (Zihin Tecavüzü) kitabı ile tanışmış olsaydı zihinsel şantajın boyutlarını ve Nazizm’in insan tutumlarındaki değişim için hangi sınırları zorladığını keşfedebilirdi. Buna rağmen dizi kabul etmeliyim ki bize yine de çok şey anlatıyor.

Kübra dizisinin baş aktörü Gökhan neden seçilmişti?

Aslında birçok kült radikalleşmede örneğini gördüğümüz bir gerçeklikle karşılaşıyoruz: Travma.

Gökhan’ın hayatı normal, basit bir hayat gibi gözükse de aslında hiç de öyle değil. Gökhan yeni seçilmiyordu. Askerken karakol baskınında tüm silah arkadaşları şehit olmuş ve bir tek kendisi hayatta kalmıştı. Bu olay zaten Gökhan’ın tüm hayatını değiştirmişti. Gökhan, hayatta kalmasını Tanrı’nın bir planı olarak görüyordu. Maç sonrası kurdukları masada bu olayın Gökhan’ın hayatını tümden değiştirdiğini ve içkiye bile tövbe ettiğini anlıyoruz.

Kübra’dan gelen ilk mesaj da aslında bu travmaya bir gönderme yapmıyor muydu: Sen farklısın! Bir karakol baskınında tüm arkadaşları şehit olurken onun yara almadan kurtulması farklı olduğunu göstermiyor mu sizce de?

Kültlere giren çoğu insan hayatının bir döneminde yaşadığı büyük bir travmadan çok etkilenmiştir. Hatta DEAŞ’da da benzer tecrübelerle karşılaştık. DEAŞ’a katılan İngiliz punk sanatçısı Sally-Anne Jones da böyle bir aydınlanma ile ihtida etmiş ve soluğu DEAŞ’da almıştı. Hayatındaki dönüşüme kısaca bakmak yerinde olur. Jones, IŞİD’deki meşhur adıyla Umm Hussain al-Britani ya da Beyaz Dul. Katolik olarak yetiştirildi, gençliğinde Hıristiyan gençlik gruplarına katıldı. İnternette büyücülük ve alternatif yaşam tarzlarıyla ilgilendi. Daha sonra kendince bir aydınlanma yaşadı, Selefilerle tanıştı ve Müslüman oldu. İnternet ortamında tanıştığı IŞİD’e hacker toplamakla görevli Junaid Hussain ile birlikte IŞİD’e eleman toplamaya başladı. Daha sonra kocası olacak olan Hussain’e katılmak için 2013’ün sonlarında küçük oğluyla birlikte Suriye’ye gitti. Kocası 25 Ağustos 2015’te ABD’nin insansız hava aracı saldırısında öldürüldü. Kendisi IŞID’in kadın........

© Fikir Turu


Get it on Google Play