Zamanın içinde bir jenerasyonun söylemek istedikleri çokça önemli olabilir. Gençlerinin – karakterlerinin – omuzlarına yüklenen yük, neredeyse ipotek altına alınmış gelecekleri; buna rağmen “ağlamaların” içinden umutla bakılabilecek bir yaşam gereği yaratıyı kayda değer kılabilir. Dünyanın içinden “karamsarlığının” getirdiklerine rağmen yaşıyor olmaya getirilebilecek bir ifade, bizlere umutla ilgili bir şeyler söyleyebilir. Buraya kadar söylediklerimiz oluşlarının içerisinde kabul de [1] görebilir, reddedilebilir de. Umut Subaşı’nın ilk uzun metrajı Sanki Her Şey Biraz Felaket, dört gencin biricik gelecek kaygılarının, zamanın trajiğinden (onunla savaşılabilecek ya da ondan uzaklaşabilecek gerçeğin) savruluşlarının, kendilerine ait rol + rol dünyalarının ifadelerinden konuşacaktır. Tüm ağlayışlara – deadpan imleyişi unutmadan – bakarak gülmenin de unutulmayacağı bir zaman bizlerin odağı olacaktır.

Genel Duruma Patlamak

Kaftanıyla sahil hizasında açıya arkası dönük, öylece duran biri. Açılış jeneriğini dörde bölen adlarla (Sanki+Biraz+Her Şey+Felaket) ve ağlamalarla dört karakter. Dört gencin şeylere, dünyanın herhangi yerindeki gerçekliğe bakışı (burada İstanbul) ve mesafesi dikkat çeker. Zeynep, üniversite öğrencisi ve burçların kişiler-olaylar üzerindeki (hem geleceğin hem de dinamiklerin yaratıcısı olarak) etkileri üzerine düşünen ve bununla hayatını şekillendiren biridir. Aynı evde birlikte yaşadığı Ayşe (bazı bazı Lina), başka bir ülkeye göç etmeye çalışan ve rollerinin arasında neredeyse kaybolan biridir. Ali, ailesiyle birlikte yaşayan, iş arayan ve gününün çoğunu şans oyunlarıyla geçiren biridir. Mehmet, babasının görünmez iktidar-alanında mühendislik yapan evli biridir. Şeylerin oyunbaz ilerleyişiyle yaşamlarının dinamik ifadelerinde birbirleriyle birleşir. Zeynep’in gündeliğin içindeki haberlerin yıkıcı olan kısımlarıyla kendi psikolojisini etkileyişi, dünyaya bakışını gösterir. Ayşe’nin ülkeden uzaklaşma(k) isteği, onu yine uzaklaşmak istediği ülkeye göç etmek zorunda kalan varlıkların gerçekliğiyle karşılaştırır. Ali’nin – belki de alımlayıcının yaratıda mesafe olarak kendini en yakın hissedeceği kişi – iş bulma umuduyla ülke politiğinin karakteristik gerçekliğiyle karşı karşıya kalması [2] onu yaşamdaki herhangi bir ışıktan uzaklaştırır. Mehmet’in “zorunda kaldığı” kişi ve ondan kaçma isteği, netliğini gösterir. Tüm bu çabalarla; dünyadan düşmemek için uğraşmak isteyişleri onları bir yerde birleştirir veya ayırır. Zamanın içinden “ne yapacağız?” sorusu [3] onları ifadelerin karşısında bir “Türk Marşı” ile alımlayıcısına ve açıya uzak yerde tutar. Herhangi bir soru sormak gerekir mi? Hayat bir şekilde ilerler, geriye doğru ilerlendiği gerçeğini de unutmadan.

Beethoven’ın Türk Marşı ve Ağlamak Gereği

Her şeyden önce kayda değer bir şey olduğunu düşünüyoru(m-z) bu yaratı için. Karakterlerinin ikisi neredeyse kendi gerçekliklerinin tam zamanlı karşısında olmak için çabalar. Ayşe’nin kendini yabancı olarak göstermesi, kendi gerçekliğiyle savaşmak gereğinin ifadesini gösterir. Mehmet’in, babanın gerçekliğinden (büyük büyük okumalara ihtiyaç duymadan, ülkenin gerçekliğinin kara-imgesidir buradaki) kaçmaya çalışması bu çabanın bir göstergesidir. Bu kaçışlar edimlenenden uzakta mizansenin içerisinde kalır. Ayşe, kendi kimliğine alternatif olarak yarattığı Afgan kimliğinin gerçekliğiyle aslında pek de kendinden [4] uzaklaşmaz. Büyük ihtimalle gidebileceği herhangi bir ülkede de maruz kalacağı davranış şekli, yaratının içinde yaşadığı yerdekinden farklı olmayacaktır. Böyle bir okuma, geleceğe dâir bir görüş yaratmak için değildir. Yabancı olmanın konforlu alanını zamanın içinde belli bir süre kullanabilme gereğinden doğmuştur. Şöyledir ki Ayşe’nin tam anlamıyla bu ülkeyi terk etme motivasyonu mizansenin içinde parodik ifadelerle [5] (müzisyen olarak gidebilme parodisindeki) erir. Eriyen şey tam anlamıyla kaybolmaz, o istek sonsuzluk içinde kendi varlığını gösterir. Mehmet’in rolleri ise çoktan bellidir. Yine büyük ihtimalle aile tarafından hayatının her yeri kesinkes çizilerek yaşamaya bırakılmıştır. Tüm bunların içinde bir roller dünyasına ihtiyaç duyar. Bizce yaratının en renkli karakteri de [6] olabilir. Subaşı’nın festivallerde denk geldiği yorumlardan da hareketle “her karakterin izleyicide farklı yorumlar, yansımalar” yarattığını [7] söyleyebiliriz. Belki de bir sohbette belirttiği gibi tüm karakterlerini yaratının içinde eşit sahnelerde [8] göstermiştir. Ancak bu eşitlik içerisinde yaratıcısının elinden kaçabilecek, seyircisine farklı düşünceler oluşturabilecek yerler de olacaktır. Burada bir baskınlıktan bahsedebiliriz, ki bu da yaratının en edilgen karakterinin Ayşe olmasındadır. Yabancılaştırılan ağlama sahnelerinde belki de en gerçek ağlayış ona aittir. Diğer ağlayışlardaki imge Mozart’ın “Türk Marşı”ndaki ritmik ifadeyle [9] imlenebilir. Yavaş yavaş ritmi yükselen ve belki de bir yerlerde neşesi bulunabilecek bir ağlama. Ancak Ayşe’nin ağlayışında yıkıcı bir gerçeklik olabilir. Tüm bu oyunbaz alandan, gerçekçi bir ağlama çıkarmak gereği hissetmiyoruz. Dememiz odur ki bazen, bazı bazı zamanlarda şeylerdeki kırılmanın içinden (mizansenin ifade ettiği ironik bir alandan bile) gerçekçi bir poz gözükebilir. Seyirci belki bizle hemfikir olabilir, buradaki ağlamalar odaklarından, hayatın karamsar gerçekliğinden pek de uzaklaşmayan görüntülerdir.

Sanki > Biraz < Her Şey < Felaket

Herhangi bir şans oyununun çoklu ihtimallerini akla getirelim. Bir kombinasyonun içerisinde birçok alan vardır. Sözgelimi seçilebilecek herhangi bir sayı, diğerinin de seçilebileceğini akla getirir. Bazı yerlerde doksan sayı vardır, bazı yerlerde altmış. Sayıların artması, ihtimallerin de artabileceğini gösterir. Ancak hayatın içinden artabilecek ihtimallerin toplanacağı yerde, bizler için “evet” veya “hayır” kelimelerinden fazlası [10] yok gibidir. Dünyanın herhangi bir yerinde seçilebilecek çok-çok şeyler bazı-bazı evetler-hayırlar alanından başka bir yere çıkmaz. Ayşe’nin pasaportu için çektirdiği fotoğraf esnasında fotoğrafını çeken kişinin sözlü tacizine maruz kaldığı sahneyi [11] hatırlayalım. Bence yaratının en güçlü ifadelerinden birini görürüz burada. Rolün içinde, alandaki kişi Lina’dır. Türkçe bilmeyen, yabancı dil konuşan biri olduğunu bildiğimiz için açıya mesafemiz yaratıda neredeyse ilk kez bu kadar yakın olur. Burada herhangi duygusal birleşme (seyirci ile yaratı arasında, seyirciyle karakter arasında) amaçladığımız şey değildir. Yine de çoğu düşünceye rağmen Ayşe’nin dokunaklı yüzü, sözden çoktan görüntüyle konuşması bize dertlerin fazlasıyla görünür olduğu bir yaratı da olabileceğini akla getirecektir. Subaşı’nın yarattığı mizansen, ifadesini güçlü bir yere koyar. Çıkmayan bir ses, bize felaketin, her şeyden biraz daha fazla olduğunu gösterir, sanki demeyi unutmadan. Sözgelimi aynı açıda Ayşe ve Lina’nın yer aldığı sahneyi hatırlayalım. Rolün imlendiği yer, gerçeklikten kaçamaz. Tabii burada saf bir gerçeklikten bahsedemeyiz çünkü kameranın kayıt altına aldığı [12] her türden gerçeklik, kırılmış olanda(n)dır. Sözün özü Lina ve Ayşe, yaratının çift taraflı okunması için biçilmiş kaftandır. Dilin kendisinin yarattığı ikilik, karakterlerin özlerini eksiltmez. İkisi de ötekileştirilmiş (biri ekonomik biri etnik) sınıftandırlar. Varlıkların yıkıcı olanla (absürt mizanseni unutmadan) karşılaşması, ifadelerdeki donukluktan uzaklaşmaz. Şeyler hiç bitmeyecek bir zamana doğru (sinemada zaman biter, bunu büyük ihtimalle biliriz) ilerler.

İyileşmek Gerekir mi?

Gündeliğin içinde varlıkların birbirleriyle veya kendileriyle yarattığı konuşmalar ne kadar ciddi, gerçekçi olabilir? Soruyu şöyle açalım, konuşmalardaki “dolu oluş” yaratının ifade ettiği yerde gözükebilir mi? Sanki Her Şey Biraz Felaket üzerine konuşurken aklıma gelen sorulardan biri de buydu. Özellikle paranın dolaştığı sahnelerde yaratılan rollerin ya da daha net bir ifadeyle yalanın kişiler arasındaki dinamiği ne ölçüde etkilediği önemlidir. Para, herhangi bir akış içerisinde herhangi bir yere çarpmadan ulaşabileceği son yere kadar gider. Yolculuğun başında, Mehmet’in abisinden alınan para yine aynı yere ulaşır. Tabii aynı yere ulaşması, şeylerin doğru düzgün ilerlemesiyle denk çizgide açıklanabilir mi? Para için söylenen yalanların kişiler arasında yarattığı bağ [13] (ya da yaratmadığı) garip şekilde dikkat çeker. Neredeyse birbirleriyle konuşurken yüzlerine bile bakmadıkları ifadeleri gördüğümüz karakterler, paranın yarattığı birleşmelerle mesafelerini yaklaştırırlar. Yalan, bir aslan burcunun aslan olmayışından dramatik ayrılık yaratabilir. Yabancı olmadığı kanıtlananın (Mehmet’e karşı) karşısında artık rolün gerçekliğini her şeye rağmen sürdürmeye çalışanın ironik ifadesi şeylerdeki gülünçlüğü gösterebilir. Dört karakterin aynı mekânda birleşmesi ise kendi adıma yaratının en güçlü sahnelerinden biridir. Gerçeklik, karakteristik bir ironik ifadeyle birbirine çarpar. Ali, Mehmet’in onu tanımak istemeyişine şaşırır. Mehmet, rolünü devam ettirirken gerçekliğe (dışarıya taşmayan) çarpmamaya çalışır. Zeynep ânın toplayıcısıdır, mekândaki birleşmeyi yaratandır. Kahvenin siyahlığında bile şeylerdeki gerçeklik kaybolmaz. Ayşe’nin Ayşe olduğu da anlaşıldıktan sonra bir telefon çalar, diğer telefon sessize alınır. Kahveler son kez yudumlanır ve müzikle sahne biter. Yaratının sonunda – herhangi bir sonda dışarı çıkmak gerekirse eğer – Ayşe ilk kez Zeynep ile dışarı çıkmak istediğini dile getirir. Bu dışarı evin parçası olan balkondur. Öylece oturulur ve yıldızlara bakılır. Kapanış gülmeyi de beraberinde getirir. Bu gülme(ler), ânın içinden gelen bir samimiyet de olabilir, şeylerin bitişini imleyen bir şeyler de olabilir. Tüm bu ifadelerden hareketle karşımızda alımlayıcısıyla mesafesini koruyan, ağlarken ya da gülerken yaratıdaki ritmini yitirmeyen güçlü bir yaratı vardır.

SON NOTLAR

[1] Yaratının en güçlü kısımlarından biri de burada gizlidir. İkilik, kabul edilebilecek ya da reddedilebilecek, farklı düşünceler yaratılabilecek alanı imler.

[2] Birileri direkt seyircinin gözüne sokulması gereken bir politik gerçeklikten bahsedebilir. Bu yaratı için politik ifadenin ironik alanın netliğinde geride kalması (absürt ifade politiğin düşündürülecek kısmını imlerse eğer) önemlidir, ki onun niteliğini de artırır.

[3] Güncelin sinema eleştiricileri sıkça filmdeki karakterlerin “bir soruya doğru ilerleme” gereğinden bahsederler. Burada filmin soru sorması gereğinden bahsedebilirim, karakterler diğer karakterlerin yanına hizalanır ve soru alanını yaratır.

[4] Subaşı’nın tercihi yaratıdaki çarpıcı ifade için önemlidir. Ayşe/Lina, dünya politiğinin yıkıcı gerçekliğinden kaçamaz, kendi-özünden belki bir şekilde kaçabilir.

[5] Ayşe’nin ânın içinde sıkıştığını görürüz. Belki de eylemsizliğin içinde (çabalarına rağmen orada öylece kalmış olmanın yıkıcılığıyla) öylece kalakalır.

[6] Burada renkli oluştan kastettiğim, her şeye rağmen roldeki ironik ifadenin peşinden gitmesindedir. Tabii bunlar onu, kayda değer bir gerçekliğe (kendi istediğine) ulaştırmaz.

[7] Buradan hareketle bir röportaj için bkz.

[8] Yine buradan hareketle bir sohbet için bkz.

[9] Mozart’ın “Türk Marşı”ndaki sıkça yükselen tonu hatırlayalım. Beethoven’ın “Türk Marşı”ndan farklı olarak bir neşe-alanı da ifade eder buradaki. Ağlayışların neşeye yakın olup olmadığını imlemek için bu karşılaştırmayı kullanmak gereği hissetti(m-k).

[10] Büyük büyük sözler söylemek kişiyi korkutabilir, kendi adıma beni de korkutur. Ama gerçeklik bazen sonucun kendisinden fazlası değildir.

[11] Bu ifadede güçlü bir şey olabilir. Artık umutla ilgili konuşulamayacak bazı imgeler, sanki ekranın önüne dizilir.

[12] Kamera kayıt altına aldığında artık hangi gerçekten/gerçeklikten bahsederiz?

[13] Umut Subaşı bir sohbetinde (sekizinci son nota bkz.) filmin senaryosunu 2018-2019 yıllarında kabataslak hazırladığını belirtmiş. Ben filmde paranın yarattığı bağın, Gibi dizisindeki gibi gibi dostlukların ironik ifadesini gösterdiğini söyleyebilirim.

The post Dert Dert Üstüne ya da Zamandan Konuşmak: Sanki Her Şey Biraz Felaket (2023) appeared first on Fil'm Hafızası.

QOSHE - Dert Dert Üstüne ya da Zamandan Konuşmak: Sanki Her Şey Biraz Felaket (2023) - Mustafa Yılmaz
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Dert Dert Üstüne ya da Zamandan Konuşmak: Sanki Her Şey Biraz Felaket (2023)

6 0
19.01.2024

Zamanın içinde bir jenerasyonun söylemek istedikleri çokça önemli olabilir. Gençlerinin – karakterlerinin – omuzlarına yüklenen yük, neredeyse ipotek altına alınmış gelecekleri; buna rağmen “ağlamaların” içinden umutla bakılabilecek bir yaşam gereği yaratıyı kayda değer kılabilir. Dünyanın içinden “karamsarlığının” getirdiklerine rağmen yaşıyor olmaya getirilebilecek bir ifade, bizlere umutla ilgili bir şeyler söyleyebilir. Buraya kadar söylediklerimiz oluşlarının içerisinde kabul de [1] görebilir, reddedilebilir de. Umut Subaşı’nın ilk uzun metrajı Sanki Her Şey Biraz Felaket, dört gencin biricik gelecek kaygılarının, zamanın trajiğinden (onunla savaşılabilecek ya da ondan uzaklaşabilecek gerçeğin) savruluşlarının, kendilerine ait rol rol dünyalarının ifadelerinden konuşacaktır. Tüm ağlayışlara – deadpan imleyişi unutmadan – bakarak gülmenin de unutulmayacağı bir zaman bizlerin odağı olacaktır.

Genel Duruma Patlamak

Kaftanıyla sahil hizasında açıya arkası dönük, öylece duran biri. Açılış jeneriğini dörde bölen adlarla (Sanki Biraz Her Şey Felaket) ve ağlamalarla dört karakter. Dört gencin şeylere, dünyanın herhangi yerindeki gerçekliğe bakışı (burada İstanbul) ve mesafesi dikkat çeker. Zeynep, üniversite öğrencisi ve burçların kişiler-olaylar üzerindeki (hem geleceğin hem de dinamiklerin yaratıcısı olarak) etkileri üzerine düşünen ve bununla hayatını şekillendiren biridir. Aynı evde birlikte yaşadığı Ayşe (bazı bazı Lina), başka bir ülkeye göç etmeye çalışan ve rollerinin arasında neredeyse kaybolan biridir. Ali, ailesiyle birlikte yaşayan, iş arayan ve gününün çoğunu şans oyunlarıyla geçiren biridir. Mehmet, babasının görünmez iktidar-alanında mühendislik yapan evli biridir. Şeylerin oyunbaz ilerleyişiyle yaşamlarının dinamik ifadelerinde birbirleriyle birleşir. Zeynep’in gündeliğin içindeki haberlerin yıkıcı olan kısımlarıyla kendi psikolojisini etkileyişi, dünyaya bakışını gösterir. Ayşe’nin ülkeden uzaklaşma(k) isteği, onu yine uzaklaşmak istediği ülkeye göç etmek zorunda kalan varlıkların gerçekliğiyle karşılaştırır. Ali’nin – belki de alımlayıcının yaratıda mesafe olarak kendini en yakın hissedeceği kişi – iş bulma umuduyla ülke politiğinin karakteristik gerçekliğiyle karşı karşıya kalması [2] onu yaşamdaki herhangi bir ışıktan uzaklaştırır. Mehmet’in “zorunda kaldığı” kişi ve ondan kaçma isteği, netliğini gösterir. Tüm bu çabalarla; dünyadan düşmemek için uğraşmak isteyişleri onları bir yerde birleştirir veya ayırır. Zamanın içinden “ne yapacağız?” sorusu [3] onları ifadelerin karşısında bir “Türk Marşı” ile alımlayıcısına ve açıya uzak yerde tutar. Herhangi bir soru sormak gerekir mi? Hayat bir şekilde ilerler, geriye doğru ilerlendiği gerçeğini de unutmadan.

Beethoven’ın Türk Marşı ve Ağlamak Gereği

Her şeyden önce kayda değer bir şey olduğunu düşünüyoru(m-z) bu yaratı için. Karakterlerinin ikisi neredeyse kendi gerçekliklerinin tam zamanlı karşısında olmak için çabalar. Ayşe’nin kendini yabancı olarak göstermesi, kendi gerçekliğiyle savaşmak gereğinin ifadesini gösterir. Mehmet’in, babanın gerçekliğinden (büyük büyük okumalara ihtiyaç duymadan, ülkenin gerçekliğinin kara-imgesidir buradaki) kaçmaya çalışması bu çabanın bir göstergesidir. Bu kaçışlar edimlenenden uzakta mizansenin içerisinde kalır. Ayşe, kendi kimliğine alternatif olarak yarattığı Afgan kimliğinin gerçekliğiyle aslında pek de kendinden [4] uzaklaşmaz. Büyük ihtimalle gidebileceği herhangi bir ülkede de maruz kalacağı davranış şekli, yaratının içinde yaşadığı yerdekinden farklı olmayacaktır. Böyle bir okuma, geleceğe dâir bir görüş yaratmak için değildir. Yabancı olmanın konforlu alanını zamanın içinde belli bir süre kullanabilme gereğinden doğmuştur. Şöyledir ki Ayşe’nin tam anlamıyla bu ülkeyi terk etme motivasyonu mizansenin içinde parodik ifadelerle [5] (müzisyen olarak gidebilme parodisindeki) erir. Eriyen şey tam anlamıyla kaybolmaz, o istek sonsuzluk içinde kendi varlığını gösterir. Mehmet’in rolleri ise çoktan bellidir. Yine büyük ihtimalle aile tarafından hayatının her yeri kesinkes çizilerek yaşamaya........

© Film Hafızası


Get it on Google Play