Karşımda her hâliyle “sıkıcı” olduğunu düşündüğüm biri var. Sürekli gergin duruyor. Sinemadan konuşma açmaya çalıştığımda neredeyse suskunca etrafına bakıyor. Çevresinden, sinemadan pek hoşlanmadığını, arkadaşlarının ona “sinema bilgini” dediğini ama sinemadan hiçbir şey anlamadığını duydum. Mütevazılık yapıyor bence ama pek emin değilim. Bazen uyukladığını görüyorum, bön bön bana bakıyor röportaj boyunca. Arada gariptir aynaya bakıp güldüğünü yakalıyorum. Ekipten aynayı çıkarmalarını istedikten sonra içine gömüldü sanki. Sesi yine çıkmamaya başladı. Nerden onunla röportaj yapmak aklıma geldi bilmiyorum, onlarca önemli sinema ilgilisi var. Daha değer-sizini bulamazdım herhalde, neyse birkaç saat oyalanayım. [0]

Röportajı Yapan Kişi: Kendinizi tanımlamanız gerekirse nasıl tanımlarsınız?

Mustafa Yılmaz: Kendimi tanımlamam gerekirse, tek söz etmeden kalkar giderim. Ben kendimi tanımlamam. [1]

R.Y.K: Nasıl yani?

M.Y: Siz tanımlayın.

R.Y.K: Neden?

M.Y: Bilmiyorum, ben pek konuşma yanlısı değilim. Büyük ihtimalle şu an için susmaya ihtiyacımız var.

R.Y.K: Tamam. O zaman devam edelim. Neden sinemayla ilgileniyorsunuz? Nereden geliyor bu yazma-k merakı?

M.Y: Sinemayla ilgilendiğimi düşünmüyorum. Sadece yaşama çabamın içine eklemlenmiş bir şey bu. Yazılarım da merak duyuşumdan değil, sadece uzun uzun sustuğum için terazinin diğer kısmını doldurmak istedim. Bana sinemadan anladığımı söylüyorlar ama anladığım pek bir şey yok. Anladığım ya da başardığım tek şey, görünmemek.

R.Y.K: “Qu’est-ce qui vous pousse à continuer, Oscar?

M.Y: J’continue comme j’ai commencé: pour la beauté du geste.

R.Y.K: Beauté? Ils disent que c’est dans les yeux, l’œil du spectateur.

M.Y: Et s’il n’y a plus de spectateur?” [2]

R.Y.K: Sinemadan konuşmak istemezseniz, nasıl röportaj yapabiliriz?

M.Y: Salt konuşmak için herhangi bir “kavrama” ihtiyacımız yok. Susarak da anlatabiliriz, en azından birkaç dakikalığına. Çağımız bunu pek sevmez.

R.Y.K: Çağın sevdiği şeyleri çok iyi bilirim. Hızlı akmak, sert geçişli kurgular, ritimler.

M.Y: Bravo, gerçekten de hiçbir şey bilmiyoruz.

R.Y.K: Katılıyorum. Yani anladığım kadarıyla.

M.Y: Neyse, şimdi ilkokul yıllarımdan bir ânı hatırlıyorum. Dördüncü ya da beşinci sınıftaydım. Teneffüs zamanı inanılmaz bir bunaltı hissettim. Okuldan çıkmam gerekti ama fazlasıyla küçüktüm ve kendimi bildim bileli kalabalıklara girdiğimde hep bir ürperti hissederim. Okulun arkasındaki duvardan atlamaya çalışana kadar saatler geçti. Atladığımda ise öğlen okula gelenlerin dersi başlamıştı bile. Derslerin bitmesini bekleyip çıksaydım daha erken giderdim.

R.Y.K: Yani?

M.Y: Sözün özü bu anımla sinema ilgim (ya da ilgisizliğim) arasında bir bağ var. Ben hayatla ilgili çoğu şeye geç kalmış biriyim. Sinemaya ilgim de geç başladı [3] çünkü uzun süre duvarlara bakarak yaşadım. Hatta bir aralar tiyatroyu bile sinemadan daha fazla önemsiyordum. Bazen yol bittiğinde, yorulduğumda yeni bir şeylere bakmanın gereksinimini hissederim. Yani, uykumun gelmemesi gerekiyordu. Bu yüzden sinemanın arkasından yürümeye başladım. Sağ olsunlar, kötü filmler sayesinde hep uyudum, birkaç saat en azından. Kötü olmayan filmler de birkaç saat uyanık tuttular beni. Doğal olarak, yeterlidir bunlar.

R.Y.K: Susmak gereğinden bahsetmiştiniz, şimdi ne oldu da konuşma gereksinimi hissettiniz?

M.Y: Büyük sorular soruyorsunuz. Konuşmak istedim çünkü bu üzerine konuşulmayacak bir şey.

R.Y.K: Kelime oyunları… Bir insan ne zaman susar?

M.Y: Nefes alamadığında büyük ihtimalle.

R.Y.K: Çok iyi bir film izlediğinde peki? Orada da susar mı?

M.Y: Nedir çok iyi bir film? Yani, sinematiğin mekanikliğinden konuşuyoruz yıllardır. İnsanlar ısrarla filmleri iyi ya da kötü olarak ayırıyorlar. Herhangi bir film, ‘iyi’ veya ‘kötü’ olmaktan fazlasıdır ya da azıdır.

R.Y.K: Yukarıda kötü filmlerin sizi uyuttuğundan bahsettiniz. Kendinizle çelişmiyor musunuz?

M.Y: Kendimle çelişmeseydim dünyada olmazdım. [4]

R.Y.K: Merak ettiğim şu. Fil’m Hafızası’ndaki yazılarınızda garip bir “aynılık” hâli var. Sürekli yıkımdan bahsediyorsunuz. Cümlelerinizin ifade ettiği yer hep bir ukalalık taşıyor. Sinema hakkında bir şey bilmiyorum diyorsunuz ama biliyormuş gibi davranıyorsunuz. Neden?

M.Y: Biliyormuş gibi davranmıyorum, bilmiyorum. Aynılık dediğiniz şeye katılıyorum ben çünkü yazdıklarımı hep bir iki cümleden çoğaltarak yazarım. Yazmaya kabiliyetim olduğunu düşünmüyorum. Sadece yazıyorum demekle yazmış olamazsınız.

R.Y.K: En azından yazıyorsunuz.

M.Y: Size göre öyledir. Bana göre yazdıklarım hiçbir zaman nitelikli olmadı. Kendimi topun ya da ipin ucuna getirmezsem yazamam.

R.Y.K: Yazmak sizin için bir gereklilik midir? Herhangi bir sebebi var mıdır? Susmayı seçtiğinizde mi yazmak istersiniz?

M.Y: Bakın, biz burada yazmanın ya da susmanın niteliğini konuşabilecek son kişileriz. Yaşadığımız yerlerde aynalara bakıp kendimizi tatmin edebiliriz. Ama ayakları yere sağlam basan kişileriz (en azından ben öyleyim) ve burada beni övme girişimlerini her zaman atlatmalıyım.

R.Y.K: Neden?

M.Y: Çünkü yazabilmem için kendimin karşısında durmalıyım. Yani alan olarak, ifade etme biçimi olarak değil.

R.Y.K: O zaman yazmak edimi sizin için bir “iş” tanımındadır.

M.Y: Şeylere anlam biçtiğinizde ya da onları belli kavramlarla tanımlama gereği hissettiğinizde elinizde kalacak bir şey olmaz. Ben sadece söylerim, tanımlamak başkalarının işidir.

R.Y.K: Peki, son zamanlarda sinemayla ilgili neler hissediyorsunuz? Nasıl bir izleyici olduğunuzu düşünüyorsunuz?

M.Y: Buna sonra [5] cevap vereceğim. Aklıma birkaç sene gördüğüm garip bir rüya geldi. Yatağımda uyuyorum (yani hem gerçeklikte hem rüyada) ve salona birinin girdiğini görüyorum. Yatağımdan kalkıp onu takip etmeye başlıyorum. Arkasından içeriye geldiğimde yüzünü kendime çeviriyorum ve onu görüyorum. Salondaki kişi ‘ben’mişim. Peşimi hiç bırakmadı bu rüya.

R.Y.K: Ne bu, Wild Strawberries’in (1957) ilk planına benziyor.

M.Y: Andırıyor ama ben Dr. Isak’den daha yaşlıyım, en azından ruhen. Yazmanın ya da konuşmanın konforlu alanlarından biriyle bu rüyamın benzeştiği bir imge var. Kendimi görmek istesem kendimi sarsarım ya da aynaya (üçüncü defa söyledim galiba) [6] bakarım. Kendimden kaçmam gerekir çoğu zaman. O yüzden yazarım ya da konuşurum. Sustuğumdaysa kendime benzerim. Hiç çekilmez biri olurum. İkiliklerin üstünde gidip gelirim, tam bir yaşan(ma)mış hayat özeti.

R.Y.K: Konu dışına çıkıyoruz sanki.

M.Y: Hiçbir zaman gerçek bir konuda yer almayacağız.

R.Y.K: Festivaller hakkında ne düşünüyorsunuz?

M.Y (Gülerek): Yani çoğu satılmış patronlarından, asalak yönetmenlerden ve hiçbir şeye yaramayan filmlerden oluşuyor. Geçen Berlin’de yaptıklarını gördünüz mü? Dünya için yeterince gözyaşı dökmemiş olmamızın cezasını çekiyoruz. Filistin’in faşistler tarafından yok edilmesine kimse ses çıkarmıyor. Böyle bir zamanda sinemadan konuşabilir miyiz? Filistin yaşamadan, sinema da yaşamaz. En azından ben buna inanıyorum.

R.Y.K: Dünyanın görmek istediğiyle sinemanın görmek istediği çokça çatışıyor.

M.Y: Dünyanın herhangi bir şeyi görmek istediğine inanmıyorum. Sinema bir şeyler için çabalıyor ancak söz çokça alımlayıcıya, izleyiciye kalıyor. Ona olan inancım küçük parmağımın tırnağı kadar. Kesilme vakti gelecektir büyük ihtimalle.

R.Y.K: Burada bırakalım o zaman konuşmamızı. Benim soracak bir sorum kalmadı.

M.Y: Baştan beri soru sormuyordunuz. Tüm metni bir daha okuduğunuzda anlayacaksınız diye düşünüyorum.

R.Y.K: Ne yapıyordum peki?

M.Y: Aynaya bakıyordunuz. [7]

R.Y.K: Peki… Başka bir zaman konuşmaya ne dersiniz?

M.Y: Ben görünmeyenim vs.

SON NOTLAR

[0] Karşımdakinin garip özelliklerini sayarak onu övdüğümü fark ettim. Bence başka zaman konuşmaya gerek yok.

[1] Buñuel’e minnet duyduğundan bahsetti. Kaynak olarak da burayı gösterdi, bkz.

[2] -“Bu işe devam etmeni sağlayan şey ne, Oscar?

-Beni bu işe başlatan şey: rol yapmanın güzelliği.

-Güzellik mi? Bir söz vardır, güzellik görenin gözündedir.

-Peki gören kimse yoksa?

Holy Motors, 2012.

[3] Bu geç kalmışlığı gözünde büyüten biri gibi durmuyor. Gözünde büyüttüğü tek şey göz bebeği olabilir.

[4] Dünyada olmak zahmetlidir gibisinden bir şey dedi, röportaja ekleme gereği hissetmedim.

[5] Cevap vermedi ama Godard’ın bir röportajından örnek verdi:

L’Express: Sizin kişileriniz sonunda hep başarısızlığa uğruyor, kendilerini öldürüyorlar.

Godard: Evet, ama bu başarısızlıklar varoluşumuzun süresi içindeki belirli anlar sadece. Akşamüstü, su kenarında dolaşırken, insan sabah sokakta davrandığı gibi davranmaz örneğin.

Kaynak için bkz: Godard Godard’ı Anlatıyor (Söyleşiler), çev., Aykut Derman, Metis Yayınları, s113.

[6] Salonda iki tane ayna olması gerektiğinden bahsetti, birbirimizi daha iyi görmemiz için. Hiçbir şey anlamadığımı söylediğimde de güldü. Kırılmasını istediğim tek şey, aynadır dedi.

[7] Ukalalık. Çok bilmişlik. Bildiği pek bir şey yok. Öyle diyor zaten.

The post Herkesin Konuştuğu Yerde Susmak Üzerine: Mustafa Yılmaz ile Bir Röportaj appeared first on Fil'm Hafızası.

QOSHE - Herkesin Konuştuğu Yerde Susmak Üzerine: Mustafa Yılmaz ile Bir Röportaj - Mustafa Yılmaz
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Herkesin Konuştuğu Yerde Susmak Üzerine: Mustafa Yılmaz ile Bir Röportaj

3 0
14.03.2024

Karşımda her hâliyle “sıkıcı” olduğunu düşündüğüm biri var. Sürekli gergin duruyor. Sinemadan konuşma açmaya çalıştığımda neredeyse suskunca etrafına bakıyor. Çevresinden, sinemadan pek hoşlanmadığını, arkadaşlarının ona “sinema bilgini” dediğini ama sinemadan hiçbir şey anlamadığını duydum. Mütevazılık yapıyor bence ama pek emin değilim. Bazen uyukladığını görüyorum, bön bön bana bakıyor röportaj boyunca. Arada gariptir aynaya bakıp güldüğünü yakalıyorum. Ekipten aynayı çıkarmalarını istedikten sonra içine gömüldü sanki. Sesi yine çıkmamaya başladı. Nerden onunla röportaj yapmak aklıma geldi bilmiyorum, onlarca önemli sinema ilgilisi var. Daha değer-sizini bulamazdım herhalde, neyse birkaç saat oyalanayım. [0]

Röportajı Yapan Kişi: Kendinizi tanımlamanız gerekirse nasıl tanımlarsınız?

Mustafa Yılmaz: Kendimi tanımlamam gerekirse, tek söz etmeden kalkar giderim. Ben kendimi tanımlamam. [1]

R.Y.K: Nasıl yani?

M.Y: Siz tanımlayın.

R.Y.K: Neden?

M.Y: Bilmiyorum, ben pek konuşma yanlısı değilim. Büyük ihtimalle şu an için susmaya ihtiyacımız var.

R.Y.K: Tamam. O zaman devam edelim. Neden sinemayla ilgileniyorsunuz? Nereden geliyor bu yazma-k merakı?

M.Y: Sinemayla ilgilendiğimi düşünmüyorum. Sadece yaşama çabamın içine eklemlenmiş bir şey bu. Yazılarım da merak duyuşumdan değil, sadece uzun uzun sustuğum için terazinin diğer kısmını doldurmak istedim. Bana sinemadan anladığımı söylüyorlar ama anladığım pek bir şey yok. Anladığım ya da başardığım tek şey, görünmemek.

R.Y.K: “Qu’est-ce qui vous pousse à continuer, Oscar?

M.Y: J’continue comme j’ai commencé: pour la beauté du geste.

R.Y.K: Beauté? Ils disent que c’est dans les yeux, l’œil du spectateur.

M.Y: Et s’il n’y a plus de spectateur?” [2]

R.Y.K: Sinemadan konuşmak istemezseniz, nasıl röportaj yapabiliriz?

M.Y: Salt konuşmak için herhangi bir “kavrama” ihtiyacımız yok. Susarak da anlatabiliriz, en azından birkaç dakikalığına. Çağımız bunu pek sevmez.

R.Y.K: Çağın sevdiği şeyleri çok iyi bilirim. Hızlı akmak, sert geçişli kurgular, ritimler.

M.Y: Bravo, gerçekten de hiçbir şey bilmiyoruz.

R.Y.K: Katılıyorum. Yani anladığım kadarıyla.

M.Y: Neyse, şimdi ilkokul yıllarımdan bir ânı hatırlıyorum. Dördüncü ya da beşinci sınıftaydım. Teneffüs zamanı inanılmaz bir bunaltı hissettim. Okuldan çıkmam gerekti ama fazlasıyla küçüktüm ve kendimi bildim bileli kalabalıklara girdiğimde hep bir ürperti hissederim. Okulun arkasındaki duvardan atlamaya çalışana kadar saatler geçti. Atladığımda ise öğlen okula gelenlerin dersi başlamıştı bile. Derslerin bitmesini bekleyip çıksaydım daha erken giderdim.

R.Y.K: Yani?

M.Y: Sözün özü bu anımla sinema ilgim (ya da ilgisizliğim) arasında bir bağ var. Ben hayatla ilgili çoğu şeye geç kalmış biriyim. Sinemaya ilgim de geç başladı [3] çünkü uzun süre duvarlara bakarak yaşadım. Hatta bir aralar tiyatroyu bile sinemadan daha fazla önemsiyordum. Bazen yol bittiğinde, yorulduğumda yeni bir şeylere bakmanın gereksinimini hissederim. Yani, uykumun gelmemesi gerekiyordu. Bu yüzden sinemanın arkasından yürümeye........

© Film Hafızası


Get it on Google Play