Eleştiri; bir edebi eserin, bir insanın, bir konunun ve bir olayın doğru ve yanlış yönlerini tespit edip değerlendirme işidir. Tenkit veya kritik olarak da adlandırılır.

Eleştirinin temel mantığı daha iyiyi daha güzeli yakalama yolunda öncülük etmektir. Eleştiri yapıcı ve öğretici olmak kaydıyla son derece faydalıdır. İnsan kendi hatasını görmekten acizdir, kimi zaman da eksikliklerini görmek istemez veya kabul etmek ona zül gelir.

Eleştiriye katlanmak ve eleştiriden dersler çıkarmak her kişinin harcı değildir. Oysaki eleştirinin bizlere gelişme ve ilerleme yolunda muhtelif faydaları vardır. İnsan farklı istidatlarla yaratıldığı için herkes aynı meziyetlere sahip değildir. Bu bağlamda farklı zaviyelerden yapılan değerlendirmelerin elhak takdire şayan kazanımları olacaktır.

Modern anlamda edebî eleştiri Tanzimat Dönemi ile Türk edebiyatına girmiştir. Türk edebiyatında ilk eleştiri Namık Kemal’e aittir. Namık Kemal “Tahribi Harabat” adlı eleştirisinde Ziya Paşa’nın “Harabat” antolojisini eleştirmiştir.

Eleştiri yaparken zaman zaman kantarın topuzu kaçırılmış ve ortaya ilginç, ilginç olduğu kadar da ironik olaylar da çıkmamış değildir.

Tanzimat Dönemi’nde Recaizade Mahmut Ekrem ile Muallim Naci arasında uzun süren tartışmalar olmuştur. Birinin savunduğunu diğeri derhal reddetmiştir. Recaizade, kulak için kafiye anlayışını savunurken Muallim Naci, göz için kafiye anlayışını savunmuştur. Recaizade’nin su şırıltısı, güzel ses anlamına gelen “Zemzeme” adlı şiir kitabına Muallim Naci, gürültü anlamına gelen “Demdeme” ile karşılık vermiştir. Bu tartışma o kadar uzamıştır ki sonunda devlet yetkilileri müdahale etmek zorunda kalmışlardır, tartışma ancak bu şekilde nihayete erebilmiştir.

Servetifünun Dönemi’nde Tevfik Fikret ile Millî Edebiyat Dönemi bağımsız sanatçısı Mehmet Akif Ersoy arasında da tartışmalar meydana gelmiştir. Tevfik Fikret oğlu “Haluk” tan mülhem oluşturmak istediği ideal gençlik tipine Mehmet Akif de herkesin malumu olduğu üzere “Asım” ile karşılık vermiştir. “Haluk” ve “Asım” farklı iki dünya anlayışının, yaşam felsefesinin ve ruh dünyasının alegorik olarak ete kemiğe bürünmüş halleridir. Bu iki edibimiz, birbirlerine lakap bile takmışlardır; Mehmet Akif, Tevfik Fikret’e “Zangoç” derken Tevfik Fikret de ona “Şeyhülislam” diye hitap etmiştir.

Divan edebiyatında ise eleştirinin adı hicviyedir. Hicviyelerde hem toplumsal eksiklikler hem de kişiler ciddi şekilde eleştirilmiştir. Divan edebiyatında hiciv denince akla sivri dilli şair Nef’i gelir. Nef’i sözünü sakınmayan bir şairdir. Şiirlerinde sinkaflı sözler söylemekten de imtina etmez. “Sihamı Kaza” (Kaza Okları) adı eserinde hicviyeleri vardır. En nihayetinde IV. Murat’ı eleştiren bir şiir yazınca idam sehpasına gitmekten kurtulamamıştır. Arkasından şairler şu beyti söylemişlerdir:

Gökten nazire indi Siham-ı Kazası’na

Nef’i diliyle uğradı hakkın belasına

Halk şiirinde eleştirel şiirlere taşlama deniyor. Taşlamalar Batı edebiyatında satirik şiir adını alır. Toplumun veya kişinin aksayan yönlerini eleştiren bu şiirler, bugün de yaşadığımız toplumsal yozlaşmalara ciddi yergiler yöneltiyor. Hatta bir iki asır önce yazılmış şiirlere baktığımızda sanki günümüzü anlatıyor gibidir. 19. Yüzyılın ilk yarısında yaşamış olan Sivaslı halk ozanı Ruhsati’nin şu dörtlüğü günümüz için de geçerliliğini sürdürmektedir:

Adalet kalmadı hep zulüm doldu

Geçti şu baharın gülleri soldu

Dünyanın gidişi acayip oldu,

Koyun belli değil kurt belli değil

Yakın dönemde yine Peyami Safa ile Aziz Nesin arasında da edebî münakaşalar meydana gelmiş ve birbirlerini ciddi şekilde eleştirmişlerdir.

Eleştirmek, kolay iştir; önemli olan eleştirirken ölçülü olmak ve seviyeyi korumaktır. Eleştiride mizan kaçırıldığı takdirde iş farklı bir boyuta taşınır. Her eleştiriden muhakkak surette kendimize pay çıkarmalıyız. Her nehir kendi mecrasında akar. İnsanlar, bir elin parmakları gibidir; beş parmağın beşi de birbirine benzemez. Farklılık, kati surette bir eleştiri bahsi olmamalıdır. Gözlerimizi ve ruhumuzu, güzellikleri görme konusunda hipnotize etmeli; güzel bakan güzel görür anlayışını benimsemeliyiz.

Eleştiriden korkmayalım. Yergi; iyiyi, güzeli, doğruyu bulma yolunda bizleri Kehkeşan edasıyla aydınlatacak ışık hüzmesidir. Şunu da aklımızdan çıkarmayalım: Eleştirirken iğneyi kendimize, çuvaldızı başkasına batıralım.

QOSHE - Eleştiri - Mustafa Yıldırım
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Eleştiri

16 0
09.01.2024

Eleştiri; bir edebi eserin, bir insanın, bir konunun ve bir olayın doğru ve yanlış yönlerini tespit edip değerlendirme işidir. Tenkit veya kritik olarak da adlandırılır.

Eleştirinin temel mantığı daha iyiyi daha güzeli yakalama yolunda öncülük etmektir. Eleştiri yapıcı ve öğretici olmak kaydıyla son derece faydalıdır. İnsan kendi hatasını görmekten acizdir, kimi zaman da eksikliklerini görmek istemez veya kabul etmek ona zül gelir.

Eleştiriye katlanmak ve eleştiriden dersler çıkarmak her kişinin harcı değildir. Oysaki eleştirinin bizlere gelişme ve ilerleme yolunda muhtelif faydaları vardır. İnsan farklı istidatlarla yaratıldığı için herkes aynı meziyetlere sahip değildir. Bu bağlamda farklı zaviyelerden yapılan değerlendirmelerin elhak takdire şayan kazanımları olacaktır.

Modern anlamda edebî eleştiri Tanzimat Dönemi ile Türk edebiyatına girmiştir. Türk edebiyatında ilk eleştiri Namık Kemal’e aittir. Namık Kemal “Tahribi Harabat” adlı eleştirisinde Ziya Paşa’nın “Harabat” antolojisini eleştirmiştir.

Eleştiri yaparken zaman zaman kantarın topuzu kaçırılmış ve ortaya ilginç, ilginç olduğu kadar da ironik olaylar da çıkmamış değildir.

Tanzimat Dönemi’nde Recaizade Mahmut Ekrem ile Muallim Naci arasında uzun süren tartışmalar olmuştur. Birinin savunduğunu diğeri derhal reddetmiştir. Recaizade, kulak için kafiye anlayışını savunurken Muallim Naci, göz için kafiye anlayışını savunmuştur. Recaizade’nin su şırıltısı, güzel ses anlamına gelen........

© Fırat Gazetesi


Get it on Google Play