Sanat, tabiatı taklitle başlamıştır. Öğrenmenin en etkili yolu da taklittir. İnsan, müşahede gücü sayesinde öğrenme yolunda birçok merhaleyi diğer canlılardan daha rahat katedebiliyor.

Öykünme kelimesi de taklit etme manasına gelmektedir. Tabii ki taklitler ancak aslını yaşatır, sözü su götürmez bir hakikate işaret etmektedir. Lakin insan da birbirine benzer. Başarılı olan ya da bir yönü ile diğerlerine galebe çalan tipler de her daim taklit edilmişlerdir, bunda yadırganacak bir durum da yoktur kanaatimdeyim. O halde burada asıl olan: “Neye, ne kadar öyküneceğiz?” sorusuna yanıt bulabilmektir.

Eğitim, temel taşlarının döşendiği ailede başlayan, serüveni bir yaşam boyu devam eden bir süreçtir. Çocuk, aile bireylerini taklitle işe başlıyor. Ebeveynleri gibi konuşmaya çalışır çocuk, tepkileri onlar gibidir; onlar gibi aksülamel gösterirler, onlar gibi feveran ederler. Tabii ki burada önem arz eden husus şudur: Öykünülen ebeveynler, rol model olma vasfından mahrum, değer yargıları da doğruluk, adalet ve çalışkanlıktan münharif ise işte o zaman büyük bir badirenin başlangıcında olur çocuk.

Öykünmenin doğru ve etkili yapıldığı takdirde insana faydaları muhakkak olacaktır. Elbette ki “nevi şahsına münhasır” olmak önemlidir. Edebiyatta, müzikte, resimde ve sanatın diğer dallarında özgün olmak için nirengi noktasının olması gerekmektedir. Tekmil sanatçılar, sanat hayatlarına böyle başlamışlardır; bu durumu yadsımak, mümkün değildir. Mevlana’nın tabiriyle: Hamlıktan kurtulup pişip yanmak için bu merhaleleri aşmak gerekiyor. Sanatçı, öykünürken intihal anlayışında uzak olmalı; bire bir taklit yerine esinlenme yolunu benimsemelidir. Daha sonradan kendi çizgisini oluşturma yolunda ilerleyecektir.

Türk edebiyatında birçok sanatçımızda esinlenme emarelerini görebilmekteyiz. Bu ediplerimizin başka sanatçılara esinlenmeleri onların sanatçı kimliğinden ve değerinden bir şey de kaybettirmez.

Son zamanlarda gündemde olan herkesin dilene pelesenk edindiği Halit Ziya Uşakligil’in “Aşkı Memnu” romanı ve onun kahramanı “Bihter” esinlenilmiş bir tiptir. Bu roman olay örgüsü ve karakteri itibarıyla Fransız yazar Gustave Flaubert’in “Madam Bovary” romanı ile bire bir örtüşmektedir. Yine Halit Ziya Uşakligil’in “Mai ve Siyah” romanının ismi ve renklerin simge olarak kullanılması Fransız yazar, Stendhal’ın “ Kırmızı ve Siyah” romanı ile benzerlik gösteriyor.

Reşat Nuri Güntekin’in “ Yaprak Dökümü” romanındaki biçare Ali Rıza Bey ve onun zıpır kızları, Honore De Balzac’ın “ Goriot Baba” romanından izler taşımaktadır.

Tanzimat Dönemi’nin ünlü şairi Ziya Paşa, “Defteri Amal” adlı anı kitabını yazarken Jean-Jacques Rousseau’nun “İtiraflarım” eserinden istifade etmiştir.

Toplumcu Gerçekçi Şiir’in önde gelen şairlerinden Nazım Hikmet’te Fütürizm akımının tesiriyle Rus yazar Mayakovski’den izler bulmak pekâlâ mümkündür.

Servetifünun Edebiyatı’nın en önemli şairi Tevfik Fikret ise Fransız şair François Coppee’den etkilenmiştir. Özellikle manzum hikâyelerinde bu durum bariz bir şekilde hissedilmektedir.

Yukarıdaki listeyi uzatmak muhakkak ki mümkündür. Önemli olan öykünme başlığı altında yeni bir şeyler ortaya çıkarabilmektir. Güzel şeylere öykünmekten imtina etmeyelim. İyiye, doğruya ve adalete öykünelim. Tabiat düzeninde bir insicam varken, doğanın unsurları mütecanis bir şekilde sıralanmışken bizler dahi bundan ilham alalım. Gönlü güzel insanlara hasret kalmışken onlara öykünelim, öykünelim ki menfaat ve çıkar sarmalına bulanmış bu fani dünyada iyilikler payidar olsun; olsun ki her daim nezih ve riyasız bir dünyada yaşayabilelim. İyilikten, güzellikten, samimiyetten sitayişle bahsedelim. Böyle bir yaşam biçimini benimseyenlere öykünelim. Güzele güzel demekle itibarımızdan bir şey eksilmeyeceği düşüncesini aklımızdan çıkarmayalım.

Sevgi ve hoşgörü de öykünmeyi zaruri kılar. Divan şairi aynı zamanda 17. yüzyılda şeyhülislamlık gibi ulvi bir makamda görev yapmış Şeyhülislam Yahya Efendi’nin dediği gibi:

Yarün engüşt-i mugannasına öykünmek içün

Sürh ider barmağı uçlarını ekser hame

(Kalem, sevgilinin kınalı parmaklarına benzesin-öykünsün-diye parmak uçlarını genellikle kırmızıya boyar.)

QOSHE - Öykünmek - Mustafa Yıldırım
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Öykünmek

19 0
12.12.2023

Sanat, tabiatı taklitle başlamıştır. Öğrenmenin en etkili yolu da taklittir. İnsan, müşahede gücü sayesinde öğrenme yolunda birçok merhaleyi diğer canlılardan daha rahat katedebiliyor.

Öykünme kelimesi de taklit etme manasına gelmektedir. Tabii ki taklitler ancak aslını yaşatır, sözü su götürmez bir hakikate işaret etmektedir. Lakin insan da birbirine benzer. Başarılı olan ya da bir yönü ile diğerlerine galebe çalan tipler de her daim taklit edilmişlerdir, bunda yadırganacak bir durum da yoktur kanaatimdeyim. O halde burada asıl olan: “Neye, ne kadar öyküneceğiz?” sorusuna yanıt bulabilmektir.

Eğitim, temel taşlarının döşendiği ailede başlayan, serüveni bir yaşam boyu devam eden bir süreçtir. Çocuk, aile bireylerini taklitle işe başlıyor. Ebeveynleri gibi konuşmaya çalışır çocuk, tepkileri onlar gibidir; onlar gibi aksülamel gösterirler, onlar gibi feveran ederler. Tabii ki burada önem arz eden husus şudur: Öykünülen ebeveynler, rol model olma vasfından mahrum, değer yargıları da doğruluk, adalet ve çalışkanlıktan münharif ise işte o zaman büyük bir badirenin başlangıcında olur çocuk.

Öykünmenin doğru ve etkili yapıldığı takdirde insana faydaları muhakkak olacaktır. Elbette ki “nevi şahsına münhasır” olmak önemlidir. Edebiyatta, müzikte, resimde ve sanatın diğer dallarında özgün olmak için nirengi noktasının olması gerekmektedir. Tekmil sanatçılar, sanat hayatlarına böyle........

© Fırat Gazetesi


Get it on Google Play