“Hiçbir kadın boşanmak için giymez o beyaz gelinliği ve hiçbir kadın tek başına, babasız büyütmek için çocuk doğurmaz.”

Başlangıçların normal, bitişlerin istenmeyen ilan edildiği bir aile anlayışı ve evlenmenin neredeyse şart olduğu ama boşanmanın mümkünse hiç olmaması için herkesin elinden geleni yaptığı bir toplumsal algı var. İnsanlar okullarını bitirip iş sahibi olacaklar, evlenecekler, çocuk yapacaklar ve sonsuza kadar mutlu yaşayacaklar… Denklem kısaca böyle kuruluyor ve genelde herkes de hayatının en azından aile kurmakla ilgili kısmının bu şekilde kurgulanacağını düşünüyor, kimi sorgulamadan, üzerinde düşünmeden, kimi de isteyerek, planlayarak…

Sonrası hayatın gerçekleri. Anlaşmazlıklar, uyumsuzluklar, ekonomik zorluklar, bir evi idare etmenin güçlükleri, ailelerin müdahaleleri… Hiç kimse de kolayca boşanmaya karar veremiyor. Çocuk varsa konu daha da içinden çıkılması zor bir hal alıyor.

Oysa aile kavramı da zaman içinde epey değişime uğradı. Kimse artık aile büyükleriyle aynı evi paylaşmıyor. Geniş aile televizyon dizilerinde bile nostalji oldu. Okul kitaplarında aile “anne, baba ve çocuktan oluşur” diye tarif ediliyor ki o da çoktan geride kaldı.

Geniş aileden çekirdek aileye geçiş ve sonrasında boşanmış anne ve babaların olduğu ‘aile’ kavramının yerleşmesi elbette on yıllara uzanan ve sancılı süreçlerle oldu. Ve bu süreçlerin tüm yükü de kadınların omuzlarına çöktü. Kayınvalidesi ile oturmak istemediği için suçlandı kadın, evliliği yürütemediği için eksik, hatalı sayıldı. “Gelinlikle çıktın kefeninle dönersin” zihniyeti kaç kadının hayatına mal oldu. Ekonomik özgürlüğü olmayan kadınlar, sevmedikleri, sevilmedikleri, çoğunlukla şiddet gördükleri ve aşağılandıkları ilişkilere yıllarca katlanmak zorunda kaldılar.

Boşanma sonrası süreçlerde de kadının yükü ağır. Çalışmak, hayatını kazanmak ve bu arada çocuğuna bakmak, boşanmanın suçu kendisine yüklendiği için bunu çoğu kez desteksiz yürütmek, sosyal hayatta boşanmış bir kadın olarak var olmaya çalışmak… Boşandığı için kadın cezalandırıldı; çocuğu elinden alındı ya da çocuğunun babası nafaka vermeye yanaşmadığı için ekonomik sorunlarla boğuşmak zorunda kaldı.

Şimdi boşanmış ve çocuklu kadınlar, kadın mücadelesinin yeni bir kolu olarak örgütleniyorlar. Öncelikle dili sorguluyorlar. “Dul ve çocuklu kadın” değil, “bekar anne” diyorlar kendilerine. Boşanmış mı, çocuğunun babası ölmüş mü ya da evlenmeden mi çocuk sahibi olmuş? “Bunlar bizim özelimiz ve kimseye hesap vermek zorunda değiliz” diyorlar. Çünkü boşandıysa suçlanmak, eşi öldüyse acınmak ya da evlenmeden çocuk sahibi olduğu için suçlanmak istemiyor kadınlar.

Yolunda gitmeyen bir ilişki içinde herkesin mutsuz olmasındansa, mutlu olmak için yeni yollar arıyor bekar anneler. Bekar Anneler Derneği, çocuklarının mutsuz bir ortamda büyümemesi için bir karar verip pek çok zorluğu da göze alan kadınların dayanışması için 18 Mart’ta kuruldu. Bahçeşehir Üniversitesi’nde düzenlenen bir törenle kuruluşunu duyuran Dernek, toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesine katkıda bulunmak için yola çıkan bir grup kadından oluşuyor.

Bekar Anneler Derneği, empati ve dayanışma temel ilkesi ile bekar anneleri anlamak ve onlara destek olmak için dayanışma üzerine inşa edilmiş bir topluluk oluşturmaya çabalayacaklarını belirtiyorlar. Bunun için bekar annelere eğitim desteği verirken, hukuksal olarak da hakları için mücadelede yanlarında olmayı planlıyorlar.

Toplumun bekar anne algısını değiştirmeyi hedefleyen Bekar Anneler Derneği’nin önceliği çocukların refahı. Çocukların sağlıklı ve mutlu büyümesi ve geleceklerinin garantiye alınması için yapılacaklar Derneğin faaliyetlerinde temel motivasyon sebebi.

Derneğin kurucularından SerapYelkenci, Türkiye’de bekar annelere ilişkin sağlıkıl bir veri olmadığını belirtiyor. TÜİK verilerine göre en az 3,5 milyon bekar anne olduğu tahmin ediliyor. En az 7 milyon çocuk bekar annelerce yetiştiriliyor. Yelkenci, sadece kadınların değil tek başına çocuk yetiştiren erkeklerin de varlığına işaret ediyor. Eşitliği de yüzde 50-50 diye tanımlamak yerine herkesin doğasına göre, yeteneği ve yapabildikleri ölçüsünde elinden geleni yaptığı bir ilişki olarak tanımlıyor. Yelkenci’ye göre, iyi yemek yapan erkek ve hiç yemek yapamayan kadın da olabilir, çocuğuyla çok iyi ilgilenen baba ve hiç ilgilenmeyen anne de olabilir. Konuya toplumsal cinsiyet rolleri içinde bakmak yerine, kimin hangi sorunu var ve ne yapılabilir diye düşünmek gerektiğini belirtiyor. Yelkenci, bekar anne kavramının aile birliğini bozmaya yönelik olmadığının da altını çiziyor.

İşyerlerinde kreş olması bekar anneler için kurtarıcı nitelikte. Çalışma saatlerinin bekar annelerin çocuklarla ilgili zorunluluklarına göre düzenlenmesi de önemli bir talep. Toplumun bekar anneleri aile için bir tehdit olarak görmesi yerine özellikle de çocuğun refahını düşünerek destek olmak için neler yapılabileceğine kafa yorulması Bekar Anneler Derneği’nin öncelikli hedeflerinden.

Derneği sloganı, “Bekar anneler vardır!”, simgesi de ahtapot. Her yere yetişmeye çalışan, hem ekonomik sorunlarla boğuşan, hem çocuğunun mutluluğu için çaba sarf eden hem de toplumun önyargıları ile mücadele eden çok kollu kadınları simgeliyor.

Destek istediklerinde toplum için görünmez olan, ama boşandıkları için sorun olarak görülen bekar annelerin ahtapotun kolları gibi hayatı tutunma çabalarına bizler sadece iki kolumuzla onları kucaklayarak destek olabiliriz. Onları ve çocuklarını mutsuz olacakları bir ilişkinin içine hapsetmeye çalışmak yerine mutlu olmak için neye ihtiyaçları olduğunu anlamaya çalışmak, dinlemek, sorun çözmek ve etrafta mutlu yüzler görmek bize de iyi gelebilir.

QOSHE - 'Bekar anneler vardır!' - Beyhan Sunal
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

'Bekar anneler vardır!'

42 13
24.03.2024

“Hiçbir kadın boşanmak için giymez o beyaz gelinliği ve hiçbir kadın tek başına, babasız büyütmek için çocuk doğurmaz.”

Başlangıçların normal, bitişlerin istenmeyen ilan edildiği bir aile anlayışı ve evlenmenin neredeyse şart olduğu ama boşanmanın mümkünse hiç olmaması için herkesin elinden geleni yaptığı bir toplumsal algı var. İnsanlar okullarını bitirip iş sahibi olacaklar, evlenecekler, çocuk yapacaklar ve sonsuza kadar mutlu yaşayacaklar… Denklem kısaca böyle kuruluyor ve genelde herkes de hayatının en azından aile kurmakla ilgili kısmının bu şekilde kurgulanacağını düşünüyor, kimi sorgulamadan, üzerinde düşünmeden, kimi de isteyerek, planlayarak…

Sonrası hayatın gerçekleri. Anlaşmazlıklar, uyumsuzluklar, ekonomik zorluklar, bir evi idare etmenin güçlükleri, ailelerin müdahaleleri… Hiç kimse de kolayca boşanmaya karar veremiyor. Çocuk varsa konu daha da içinden çıkılması zor bir hal alıyor.

Oysa aile kavramı da zaman içinde epey değişime uğradı. Kimse artık aile büyükleriyle aynı evi paylaşmıyor. Geniş aile televizyon dizilerinde bile nostalji oldu. Okul kitaplarında aile “anne, baba ve çocuktan oluşur” diye tarif ediliyor ki o da çoktan geride kaldı.

Geniş aileden çekirdek aileye geçiş ve sonrasında boşanmış anne ve babaların olduğu ‘aile’ kavramının yerleşmesi elbette on yıllara uzanan ve sancılı süreçlerle oldu. Ve bu süreçlerin tüm yükü de kadınların omuzlarına çöktü. Kayınvalidesi ile oturmak istemediği için suçlandı kadın, evliliği yürütemediği için eksik, hatalı sayıldı. “Gelinlikle çıktın kefeninle dönersin” zihniyeti kaç kadının hayatına mal oldu. Ekonomik özgürlüğü olmayan kadınlar, sevmedikleri, sevilmedikleri, çoğunlukla şiddet gördükleri ve aşağılandıkları ilişkilere yıllarca katlanmak zorunda kaldılar.

Boşanma sonrası süreçlerde de kadının yükü ağır. Çalışmak, hayatını kazanmak ve bu arada çocuğuna........

© Gazete Duvar


Get it on Google Play