2020 yılında Çin tek başına dünya üzerindeki toplam üretimin yüzde 35'ini sağladı. Bu yüzde 12 oranına sahip ABD, yüzde 4 oranına sahip Almanya, yüzde 3’er paya sahip Hindistan ve Güney Kore ile yüzde 2'lik İtalya’nın toplamından fazla. Bu, ülkeyi, dünyanın üretim alanında tartışmasız süper gücü yapıyor.

1970'lerin sonuna dek baskıcı bir siyasi rejim altında yoksulluk ve sefalet içinde yaşayan Çin toplumu, değişen siyasi iklimle birlikte tanınan haklarla girişimci bir ruha kavuştu. Yeni lider Deng Xiaoping, 1979 yılından itibaren çiftçilere ve küçük işletmelere ekonomik özgürlük tanımaya başlayınca, girişimcilik körüklendi. Devletin sahip olduğu verimsiz küçük ve orta ölçekli işletmelerin özelleştirilmesi de ekonomik girişimi tetikledi.

Amerika Birleşik Devletleri ve Japonya'nın refahından ilham alan Deng, başlangıçta düzenlemelerin gevşetildiği özel ekonomik bölgeler kurdu ve bunlar aracılığıyla Çin'i kademeli olarak uluslararası ticaret ve yatırıma açmaya başladı.

Çin, özellikle 2001 yılında Dünya Ticaret Örgütü'ne (WTO) katıldıktan sonra dünyanın önde gelen ticaret ülkesi haline geldi ve "Dünyanın fabrikası" olarak anılmaya başlandı. Bunda esnek üretim politikalarının yanında, kalabalık nüfusun ortaya çıkardığı ucuz iş gücü protagonistti.

Çalışan hakları konusunda günden güne elitistleşen Batılı dünya Çin’in yasal boşluklarını sonuna dek kullanırken bu ucuz iş gücü sayesinde büyük kârlılık elde ederek hemen her sektörde markalaşma alanında büyük ivme kazandı.

Çin hükümeti bu süreçte artan üretim kapasitesini, yüksek kaliteli eğitim ve fiziksel altyapı imkanları yaratarak destekledi. Çin, özellikle çok sayıda kişinin imalat, inşaat ve hizmet sektörlerinde çalışmak üzere kırsal kesimden kasaba ve şehirlere taşınmasıyla, genç ve dinamik nüfusunun iş gücünden sonuna dek yararlandı ve dünya çapındaki bu haklı ünvana kavuştu.

1979'dan 2010'a kadar geçen sadece 30 yılda Çin'in yıllık ortalama GSYİH büyümesi yüzde 10 civarında gerçekleşmiş, son on yılda ise keskin bir düşüş yaşanmıştı. Güçlü ekonomi 800 milyon insanı aşırı yoksulluktan kurtardı. Çin'de bu, bu insanların artık günde 1.90 doların üzerinde bir gelirle yaşadıkları anlamına geliyordu.

Bu ekonomik yükseliş Çinlilerin refahı anlamına gelmiyordu. Evet belki yoksulluktan kurtulmuşlardı ancak Çin'in kişi başına gayri safi yurtiçi hasılası (GSYH) 13.000 dolar gibi mütevazı bir seviyede gerçekleşerek diğer 63 ülkenin gerisinde kalmıştı. Bu esnada ABD'nin göstergeleri 80.000 dolar civarındaydı. Tabii 1,4 milyarlık devasa nüfusu sayesinde Çin, farklı ülkelerdeki belirli malların fiyatının bir ölçüsü olan satın alma gücü paritesi cinsinden hesaplandığında, halen dünyanın en büyük GSYH'sine sahip. Bu da Çin'in Hint-Pasifik bölgesinde ve hatta küresel çapta hakimiyet gösteren ve daha önemlisi ABD'ye meydan okuyan büyük bir güç olduğu anlamına geliyor.

Zaman içinde Çinli üreticiler birlikte çalıştıkları Batılı markaların kurumsal yapılarını ve tasarım gücünü keşfettiler. Gerçek anlamda yaratıcılığın orjinallik ve otantiklik ile ölçüldüğünü biliriz. Ancak dünyadaki pek çok öncü sanatçının, tasarımcının ortaya koyduğu gibi, öğrenmenin en iyi yollarından biri de imitasyondur. Kediler, bebekler veya tasarımcılar fark etmeksizin, canlılar izleyerek, deneyimleri taklit ederek öğrenirler; yaratıcı endüstriler de imitasyon üzerinde yükselir.

Kopya yerine imitasyon kelimesini özenle seçtim; zira kopyacılığın ün, şöhret veya ticari amaç elde etmek için sistematik yapılan bir strateji olduğunu, imitasyonun ise nedense kendi içinde, öğrenmeye dayalı bir alıştırma pratiği olduğunu düşünüyorum. Çin vakasında her ikisi de, hatta daha fazlası da var.

Ekonomik büyümenin yaşandığı tüm bu süreç içerisinde, Çin ürettiği malların bir miktar fazlasını merdiven altı pazarlarda satarken bir yandan da ona Batılı markalarca gönderilen teknik dökümanlar, malzeme kodları ve renkler üzerinden direkt olarak kopya veya benzer ürünler üretmeye başladı.

Tasarımın sıradan bir malın üzerine eklediği katma değer onun satış rakamında oldukça etkili bir faktör olduğundan, son 15 yılda Çin üretim gücünü, katma değer yaratan ürünler üretmeye yönlendirdi. Sayıları gittikçe artan tasarım okullarının dışında, gençlerini Londra, Milano, Paris, Hollanda ve Amerika’nın en iyi tasarım okullarında okutmak ve sonrasında da öncü tasarım stüdyolarında çalıştırmak üzere fonlar ve destekler sağladı. Üretime dayalı ekonomik büyüme sağlanırken, endüstriyel iyileştirme, araştırma ve geliştirme, teknolojinin benimsenmesi ve işgücü becerilerinin artırılması yoluyla daha yüksek katma değerli faaliyetler aralıksız olarak sürdürüldü. Firmalar, üretim tedarik merkezlerine ve hizmete dayalı yeni bölgesel merkezlere dönüştü.

Geçtiğimiz yıllarda HongKong, Taiwan ve Shanghai'de izleme şansına sahip olduğum çeşitli etkinlikler ve tasarım merkezleri, mimari stüdyolar, moda etkinlikleri, akademisyenler gibi farklı gruplarla o yıllardan beri devam eden görüşmelerim ve gözlemlerim bu süreci anlatan iki sloganı sanki bir kırılma noktası olarak özetliyor. Bunlardan biri Apple markasının ürünleri ile birlikte pazarladığı, “Designed in California, Made in China: Kaliforniya’da tasarlandı, Çin’de üretildi” sloganı. Diğeri ise Batılı dünyanın bu yaklaşımına karşı Çin’in son 15 yıldır yücelttiği Made in China algısını Designed in China ile değiştiren seferberliği.

Bu seferberlik halen devam ediyor. Batılı devler, özellikle küresel salgın sonrasında ortaya çıkan tedarik krizleri, savaşların ortaya çıkardığı gerilimler, ülkenin süper güç haline dönüşmesinin getirdiği tedirginlikler ile birlikte üretimlerini Çin’den yavaş yavaş çekiyorlar. Bir yandan da Çin, tasarım etkinlikleri ile katma değer arayışlarını sürdürüyor. Bu arayışın en son halkası Shenzen tasarım haftası: Design Shenzen.

Son 40 yılda Shenzhen de Çin ekonomisi içinde büyüyen merkezlerden biri oldu ve özellikle teknoloji geliştirme alanında küresel bir merkez haline dönüştü. Uzun bir süre boyunca Shenzhen ekosistemi düşük kaliteli, taklit ve sahte ürünlerle ün saldı. Ancak yerel teknisyenler ve mühendisler, tanınmış ürünlerin taklitlerini geliştirerek yüksek teknoloji ürünleri ve bunların işlevleri hakkında sofistike bilgiler edindi ve böylece bugünkü başarılı teknoloji ve inovasyon merkezi kent ortaya çıktı. 2020 yılında Küresel İnovasyon Endeksi'nde 14. sırada yer alan Çin, insansız hava araçları, robotlar, blok zinciri, yapay zeka, dijital dönüşüm, elektrikli araçlar ve FinTech alanlarında ön sıralarda yer alıyor.

Birçok Batı ülkesiyle karşılaştırıldığında, Shenzhen'deki girişimciler hayallerini yarı maliyetle ve iki kat üretim hızıyla gerçekleştirebiliyor. Daha spesifik olmam gerekirse kişisel ilişkiler, serbest bilgi akışı, görevlerin yerel kültür ile modülerleşmiş olması ve tedarikçi odaklı üretim anlayışı konusunda Batıya göre esnek olan kurallar ile birleşerek, kenti önemli bir inovasyon merkezi konumunda tutuyor.

Teknoloji ile kolkola yürüyen alan olarak ürün tasarımı da bu gelişmelerden nasibini alıyor. Çin'in teknoloji üssü Shenzen artık tasarım ile de anılıyor. Şubat 2023'te Shenzhen'de düzenlenen ilk Design Shenzhen etkinliği, Büyük Körfez Bölgesi'nde tasarım adına yeni bir adres yarattı. Bu yıl 21-24 Mart 2024 tarihleri arasında ikincisi Shenzhen Kongre ve Sergi Merkezi'nde açıldı. Etkinliğin öncelikli odak noktası, yaratıcılıkta sınır tanımayan bir dizi özel projenin yanı sıra önde gelen yerli ve uluslararası tasarım markalarının eserlerini sergileyerek olağanüstü tasarım eserleri için merkezi bir platform oluşturmak olarak belirtiliyor.

Düşündürücü tasarım forumlarına katılmaları için sektörün önde gelen isimlerini kentlerine davet ediyorlar ve izleyicileri teknolojik gelişmelerin ön saflarında yer alan Shenzhen’in yeni ve yaratıcı insanları ile buluşturmayı hedefliyorlar.

Bu kez rotamı Asya’ya çevirdim, siz bu satırları okurken ben de orada neler olup bittiğini takip etmeye çalışıyorum. Ülkemizdeki sanayi üretiminde ve paralel olarak tasarım eko sisteminde on yıldır yaşanan büyük daralmayı düşününce, gelecekte yaşanacak muhtemel bir yeniden çıkış için kendime notlar alıyorum.

QOSHE - Tasarımda yeni üs: Shenzen - Özlem Yalım
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Tasarımda yeni üs: Shenzen

35 5
24.03.2024

2020 yılında Çin tek başına dünya üzerindeki toplam üretimin yüzde 35'ini sağladı. Bu yüzde 12 oranına sahip ABD, yüzde 4 oranına sahip Almanya, yüzde 3’er paya sahip Hindistan ve Güney Kore ile yüzde 2'lik İtalya’nın toplamından fazla. Bu, ülkeyi, dünyanın üretim alanında tartışmasız süper gücü yapıyor.

1970'lerin sonuna dek baskıcı bir siyasi rejim altında yoksulluk ve sefalet içinde yaşayan Çin toplumu, değişen siyasi iklimle birlikte tanınan haklarla girişimci bir ruha kavuştu. Yeni lider Deng Xiaoping, 1979 yılından itibaren çiftçilere ve küçük işletmelere ekonomik özgürlük tanımaya başlayınca, girişimcilik körüklendi. Devletin sahip olduğu verimsiz küçük ve orta ölçekli işletmelerin özelleştirilmesi de ekonomik girişimi tetikledi.

Amerika Birleşik Devletleri ve Japonya'nın refahından ilham alan Deng, başlangıçta düzenlemelerin gevşetildiği özel ekonomik bölgeler kurdu ve bunlar aracılığıyla Çin'i kademeli olarak uluslararası ticaret ve yatırıma açmaya başladı.

Çin, özellikle 2001 yılında Dünya Ticaret Örgütü'ne (WTO) katıldıktan sonra dünyanın önde gelen ticaret ülkesi haline geldi ve "Dünyanın fabrikası" olarak anılmaya başlandı. Bunda esnek üretim politikalarının yanında, kalabalık nüfusun ortaya çıkardığı ucuz iş gücü protagonistti.

Çalışan hakları konusunda günden güne elitistleşen Batılı dünya Çin’in yasal boşluklarını sonuna dek kullanırken bu ucuz iş gücü sayesinde büyük kârlılık elde ederek hemen her sektörde markalaşma alanında büyük ivme kazandı.

Çin hükümeti bu süreçte artan üretim kapasitesini, yüksek kaliteli eğitim ve fiziksel altyapı imkanları yaratarak destekledi. Çin, özellikle çok sayıda kişinin imalat, inşaat ve hizmet sektörlerinde çalışmak üzere kırsal kesimden kasaba ve şehirlere taşınmasıyla, genç ve dinamik nüfusunun iş gücünden sonuna dek yararlandı ve dünya çapındaki bu haklı ünvana kavuştu.

1979'dan 2010'a kadar geçen sadece 30 yılda Çin'in yıllık ortalama GSYİH büyümesi yüzde 10 civarında gerçekleşmiş, son on yılda ise keskin bir düşüş yaşanmıştı. Güçlü ekonomi 800 milyon insanı aşırı yoksulluktan kurtardı. Çin'de bu, bu insanların artık günde 1.90 doların üzerinde bir gelirle yaşadıkları anlamına geliyordu.

Bu ekonomik yükseliş Çinlilerin refahı anlamına gelmiyordu. Evet belki yoksulluktan kurtulmuşlardı ancak Çin'in kişi başına gayri safi yurtiçi hasılası (GSYH) 13.000 dolar gibi mütevazı bir seviyede gerçekleşerek diğer 63 ülkenin gerisinde kalmıştı. Bu esnada ABD'nin göstergeleri 80.000 dolar civarındaydı. Tabii 1,4 milyarlık devasa nüfusu sayesinde Çin, farklı ülkelerdeki belirli malların fiyatının bir ölçüsü olan satın alma gücü paritesi cinsinden hesaplandığında, halen dünyanın en büyük........

© Gazete Duvar


Get it on Google Play