Efendim göçün peşinde dolaştığımız binlerce yılın sonunda, önceki yazımızda, nihayet devleti kurmuş, yazıyı icat etmiş, başımıza türlü belaları açma konusundaki büyük maharetimizi cümle aleme göstermiştik. Ne demişler: Ya devlet başa, ya kuzgun leşe!

Kalkolitik Çağ boyunca, uğraşlar işe, besin artı ürüne, toplumsal statü mutlak hiyerarşiye, şefler krala, köyler kente, anaerkil yapı ataerkil topluma ve ritüeller bir dine dönüştü diye uzun uzun anlatmıştık. E, koskoca bir tarih öncesi çağın adına, boşuna dönüşüm çağı demedik ya! Dönüşümün nedeni olarak görülen, artı ürünün yol açtığı onca karmaşa, bugün adına bürokrasi denilen o öğütücü çarkı oluşturdu artık bir kere. Ne yapsanız nafile. Siz ister krallık kurun, isterseniz imparatorluk, ister teokrasi aşığı olun, ister demokrasi şampiyonu; ülkenizi küçük beyliklere bölebilir, her kente bir tiran seçebilir, diktatörlerden diktatör bile beğenebilirsiniz. Hatta, sınıf mücadelesinin peşinde birkaç ömür harcasanız bile, kavganın zengin ile fakir arasında değil, fakir ile bürokrasi arasında olması gerektiğini hiç fark etmemiş bile olabilirsiniz. Zira toplumu sınıflara ayırmak, siz bilmeseniz de, bürokrasinin asli işidir. Bu sistem icat edildiği andan itibaren, artık söz, yetki ve karar ve tabii ki iktidar, her daim bürokrasinin olacak; tüm didinmeniz, tüm çabanız, o çarkın dişlilerinde ezilip kaybolacaktır. Geçmiş olsun.

Sonucu önceden belli olunca hikayenin heyecanı kayboldu, ya hocam niye “spoiler” verdin demeyin. Dünya üzerinde yaşayan tüm insanlar olarak, iki şeyi devamlı unutmakla meşhuruz: bir, ölümlü olduğumuzu; iki, her zaman kazananın bürokrasi olduğunu. Eh, burayı da nasıl olsa unutacağız. Bari hikayemize devam edelim. Bir halkı, uzaklardan Mezopotamya’ya doğru göç ettirelim ve tarihin akışını değiştirelim. Ne demiştik, insanlık tarihi aslında göçün tarihidir.

Efendim, Sümerliler; yani tarihin sahipleri, yani bilinen ilk büyük uygarlık, yani medeniyetin ataları, yani sıfatları, övgüleri saymakla bitmeyecek bir kültür devi. Milattan önce dördüncü bin yılın sonunda, önceki çağda kurulmuş devasa Uruk kenti bir anda çökmüştü. Birkaç yüz yıllık, görece bir boşluktan sonra, hem bu kentin üzerinde hem de Mezopotamya’nın orta ve güney bölgelerinde, bugün adına kent-devleti denilen, dil, din, ırk ve kültür birliği bulunduğu halde, her birini farklı bir hanedanın yönettiği çok sayıda yerleşim ortaya çıkmıştı.

Tarihçiler bu değişimi, yeni bir çağın başlangıcı olarak yorumlamış, ancak iş çağa isim bulmaya gelince, bu zamanda kullanıldığını düşündükleri yeni bir alaşım nedeniyle, çağa Tunç Çağı adını vermişlerdi. Eh bunca haftadır, bu satırların yazarını tanımışsınızdır. Öyle, hemen her şeyi, sorgusuz sualsiz kabul etmeyeceğimi anlamışsınızdır. İtirazlara başlayalım ve bazı yanlış bilinenlere, hem de yanlış bilinmekte ısrar edilenlere, bir ünlem, bir soru işareti koyalım.

Öncelikle, bakır-kalay veya bakır-arsenik karışımı ile elde edilen tunç, bir önceki çağda, yani Kalkolitik’de keşfedilmişti. Üstüne üstlük, yaygın şekilde kullanılması da, Tunç Çağ’ı denilen zaman diliminin sonlarında görülecekti. Yani keşfedilmesi zamanı da, yayılma zamanı da tutmuyor. Bu yüzden çağa bu alaşımın adının verilmesinin pek akla yatkın bir tarafı yoktur. Haydi gelin, bu yanlıştan dönelim ve bu çağın asıl alameti farikasından kendimize bir isim türetelim.

Üretmeyi, tüketmeyi, yönetmeyi, imarı, mitolojiyi, inancı, matematiği, falı-büyüyü, konuyu-komşuyu, üremeyi-çoğalmayı, savaşı ve hatta ölümü bile organize etmeyi başardığımız bu yeni çağa, kalkıp da başka bir isim vermenin alemi yok. Tanıştırayım efendim: Organize Toplumların Çağı!

Çağa, olması gereken adı verdikten sonra, bir itirazı da, bu çağda meşhur olan baskın kültürün, ezberden söylenen ismine yapalım. Her ne kadar, kamuoyu, bu kültürü, yaygın şekilde Sümer uygarlığı olarak bilse de, uygarlığın yaratıcıları kendilerine, bir halk olarak, “kiengi” ya da “kenger” diyorlardı. Sümer ise onlara göre, geldikleri yerin adıydı. O yüzden, hep beraber düzeltiyoruz. Sümer değil Sümerliler. Sonra vay ben duymadım, vay ben görmedim demek yok. Meslek hastalığı malum, ilerde ama sözlü ama yazılı sorarım.

Tarihle kavga ederken, fark etmeden, bu haftalık bize ayrılan satırların sonuna gelmişiz ey sevgili okur. Kızmaca darılmaca yok, kendi geçmişiyle kavgasını yapıp bitirmeyen hangi kültür geleceğe ulaşabilmiş ki? Geçmişte yaptığımız hatalarla yüzleşmediğimiz, geçmişi hep başarılı, hep yüce ve kutsal kabul ettiğimiz için bu halde değil miyiz?

O sebeple, uğraşımız her ne kadar eskinin tarihi üzerine görünse de, derdimiz, elbette güzel bir gelecek inşa etmek. O vakit, teslim olmak yok, kavgaya devam diyelim ve önümüzdeki hafta, Sümerlilerin medeniyet yaratan savaşlarında buluşmak üzere sözleşelim.

Söylencemiz sürecek. Viya Böyle!

QOSHE - Ölüler ülkesi yazıları : Sümerliler - Selim Martin
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Ölüler ülkesi yazıları : Sümerliler

34 21
18.11.2023

Efendim göçün peşinde dolaştığımız binlerce yılın sonunda, önceki yazımızda, nihayet devleti kurmuş, yazıyı icat etmiş, başımıza türlü belaları açma konusundaki büyük maharetimizi cümle aleme göstermiştik. Ne demişler: Ya devlet başa, ya kuzgun leşe!

Kalkolitik Çağ boyunca, uğraşlar işe, besin artı ürüne, toplumsal statü mutlak hiyerarşiye, şefler krala, köyler kente, anaerkil yapı ataerkil topluma ve ritüeller bir dine dönüştü diye uzun uzun anlatmıştık. E, koskoca bir tarih öncesi çağın adına, boşuna dönüşüm çağı demedik ya! Dönüşümün nedeni olarak görülen, artı ürünün yol açtığı onca karmaşa, bugün adına bürokrasi denilen o öğütücü çarkı oluşturdu artık bir kere. Ne yapsanız nafile. Siz ister krallık kurun, isterseniz imparatorluk, ister teokrasi aşığı olun, ister demokrasi şampiyonu; ülkenizi küçük beyliklere bölebilir, her kente bir tiran seçebilir, diktatörlerden diktatör bile beğenebilirsiniz. Hatta, sınıf mücadelesinin peşinde birkaç ömür harcasanız bile, kavganın zengin ile fakir arasında değil, fakir ile bürokrasi arasında olması gerektiğini hiç fark etmemiş bile olabilirsiniz. Zira toplumu sınıflara ayırmak, siz bilmeseniz de, bürokrasinin asli işidir. Bu sistem icat edildiği andan itibaren, artık söz, yetki ve karar ve tabii ki iktidar, her daim bürokrasinin olacak; tüm didinmeniz, tüm çabanız, o çarkın dişlilerinde ezilip kaybolacaktır. Geçmiş olsun.

Sonucu önceden belli olunca hikayenin heyecanı kayboldu, ya hocam niye “spoiler” verdin demeyin. Dünya üzerinde yaşayan tüm insanlar olarak, iki şeyi devamlı unutmakla meşhuruz: bir, ölümlü olduğumuzu; iki, her zaman........

© Gazete Duvar


Get it on Google Play