Köylüler bir gün Nasreddin Hoca’ya sormuşlar: “Hocam padişah mı büyük, yoksa çiftçi mi?”

Hoca hemen cevabını vermiş: “Tabii ki çiftçi büyük. Çünkü çiftçi buğday yetiştirip vermezse padişah acından ölür.”

Yaşayıp yaşamadığı sıkça tartışma konusu olsa da Nasreddin Hoca, Eskişehir’in Sivrihisar ilçesinin Hortu köyünde dünyaya gelmiş. Şimdilerde hatta bu köyün adı Nasreddin Hoca Mahallesi. Ben de bu nedenle Eskişehir yazısına kendisinin sevdiğim fıkralarından biriyle başlamak istedim. İsmini taşıyan mahallede büyük bilge ve gülmece ustasının bir de evi bulunuyor. Son yapılan kazılarda bu evin dışında Hoca’nın mezarına da ulaşılmış. Her yıl 3-10 Haziran günleri arasında, burada Nasreddin Hoca Şenlikleri düzenlenirken yıl boyunca da şehrin hemen her yerinde Nasreddin Hoca’ya dair bir şeylere rastlamanız mümkün.

Nevşehir ilini yazarken “Türkiye’nin yeni şehri” gibi soğuk espriler yapmıştım ama Eskişehir’in adı gerçekten de eski bir yerleşim merkezi olmasından kaynaklanıyor. Yapılan arkeolojik çalışmalar, Eskişehir ve çevresinin, MÖ 3000 yıllarına kadar varan bir yerleşim yeri olduğunu ortaya koyuyor. Bölgenin ilk yerleşme noktası, şimdiki yerin altı kilometre kuzeyindeki Antik Dorylaion.

Günümüzde nüfus bakımından İç Anadolu Bölgesi’nin dördüncü en büyük ili olan Eskişehir’in nüfusu bir milyona yakın. Hâlbuki çocukken ben Türkiye’nin en büyük illerinin Bursa ve Eskişehir olduğunu sanırdım. Çünkü alışverişe hep Bilecik’in bu iki komşusundan birine gidilirdi. Hatta üniversiteye hazırlanıyorsanız yine bu iller öğrencilerin mecburi dershane adresiydi. Halamlar Bursa’da oturduğu için ben her hafta sonu bu ilin yollarını aşındırdım ama Eskişehir’e de sıkça okuldan kaçıp gezmeye gider, akşamüstleri sanki okuldan dönüyor gibi eve dönerdik. Yani Eskişehir, Türkiye’nin diğer onlarca ili gibi içeriden dışarı değil, dışarıdan oraya kaçanların şehri...

Eskişehir’in Bilecik dışında diğer komşuları; Afyonkarahisar, Konya, Ankara, Bolu ve Kütahya. 2013 yılında Türk Dünyası Kültür Başkenti ve UNESCO Somut Olmayan Kültürel Miras Başkentliği unvanlarını taşıyor. Yerli halkı Manavlardan oluşuyor ama Kırım Tatarlarının nüfusu da hatırı sayılır derecede fazla. Bulgaristan göçmenlerinin de yerleşmesiyle özellikle 1950’lerden 1970’lere kadar büyük nüfus artışı göstermiş.

Ekonomisi de epey güçlü. Sanayisi, işletmeleri, yatırımları ve yer altı zenginlikleriyle her zaman cazibe merkezi. Hem Osmanlı hem de Cumhuriyet döneminde birçok ilke ev sahipliği yapmış. Mesela ilk Türk otomobili Devrim ve ilk Türk lokomotifi Karakurt, Eskişehir’de üretilmiş. Her ikisini de Tülomsaş Müzesi’nde görebilirsiniz. Demir yolları açısından Türkiye’nin önemli bir merkezi olan kente gittiğinizde TCDD Müzesi’ni de gezmeyi ihmal etmeyin.

Eskişehir, turist sayısını da her geçen gün artırıyor. 2008 yılında 140 küsur bin turistin geldiği kenti, 2022 yılında yerli ve yabancı 500 bin kişi ziyaret etmiş. Bu ziyaretlerin sebeplerinden biri Odunpazarı semti. Geleneksel Anadolu Türk mimarisi örneklerini koruyan semt, kıvrımlı yolları, çıkmaz sokakları ve ahşap süslemeli, bitişik düzenli, cumbalı rengârenk evleriyle gerçekten insanı zamanda yolculuğa çıkartıyor. Semtin her sokağı, her konağı, her an farklı bir sürprizi karşınıza çıkarabilir.

Kurşunlu Camii ve Külliyesi, Atlıhan El Sanatları Çarşısı, Arasta Çarşısı, Kırk Ambar Çarşısı, Eskişehir Sanatları Çarşısı, Lületaşı Müzesi ve daha da fazlası... Bu arada Eskişehir’de ilk lületaşının, genç bir çobanın köstebeği takip etmesiyle bulunduğuna dair efsane var. Bu nedenle lületaşını yedi kat yerin dibinden çıkaran köstebek, bu sanatın öncüsü ve piri olarak kabul ediliyor.

Şimdilerde trafiğe kapalı Hamamyolu Caddesi’nin de eminim Eskişehirlilerin anılarında her zaman farklı bir yeri vardır ama ben hamamlarından, bu hamamlardan birinde yaşandığı iddia edilen bir olaydan bahsetmek istiyorum. Hamamın ismini vermeyeceğim; rivayete göre; gece vardiyasından çıkan birisi bu caddenin sonundaki bir hamamın önünden geçerken ışıkların yandığını, içerde birilerinin olduğunu görmüş. Günün yorgunluğunu atmak için içeri girip yıkanmak istemiş. İçeri girmiş, kendisini keseletmek için görevliyi çağırmış. Tam kesesini yaptırırken içerideki insanların ellerinde, kollarında, ayaklarında bir tuhaflık olduğunun farkına varmış. Keseciye “Bu insanların elleri kolları neden çarpık?” diye sorunca görevli de “Ne var, benim de çarpık!” demiş.

Adam bunun üzerine korkup peştamalıyla hamamdan çıkmış. Kapıdaki görevliye içerde olanları anlatınca görevliden de aynı cevabı almış: “Ne var, benim de çarpık!” Doğru polis karakoluna... Olanları anlatmış ve polisle geri dönmüşler ama hamam kapalıymış. Hamam görevlisini çağırıp kapıyı açtırdıklarında, adamın girişte ödediği paranın masada durduğunu görmüşler ve soyunma odasında adamın eşyalarını bulmuşlar. 2007 yılında bu dedikodular tabii kulaktan kulağa öyle yayılmış ki müftü “cinli hamam” vaazı vermek zorunda kalmış; emniyet ve saire açıklamalarla halkı ikna etmeye çalışmış. Ama olan hamam sahibine olmuş, işleri epey bozulmuş.

Eskiden içinde porsuklar var mıydı bilmiyorum ama Porsuk Çayı, son yıllarda epey değişim geçirdi. Şehri ikiye bölen nehir, belediyenin çalışmalarıyla kente tatil kasabası havası getirmiş. Porsuk Çayı’nda gondol ve bot gezileri yapılırken Eskişehir’i “Türkiye’nin Viyana’sı” olarak adlandırılmasa şaşardım. Porsuk’un etrafındaki Doktorlar Caddesi, Atatürk Caddesi ve Şair Fuzuli Caddesi arasındaki yere Adalar Bölgesi deniliyor ve bu bölge epey canlı.

Bu caddelerin bankları ne sohbetlere tanıklık etmiştir kim bilir? Yediden yetmişe herkes, yemek, içmek için soluğu burada alıyor. Bu bölge elbette bir ada değil ama Porsuk’ta bir yapay ada yapılmış, ismi de Şehr-i Aşk Adası. Şehr-i Aşk Adası’nın yapıldığı yıl, şehrin tamamı aşk motifleriyle süslenmiş. Hatta aşkı anlatmak için Eskişehir’de yaşadığına inanılan Yunus Emre’nin dizelerine de yer verilmiş.

Eskişehir’in barlar sokağının da yelpazesi oldukça geniş. Gerçi heykel yelpazesinden de bahsetmeden geçmeyeyim. Daha önce Porsuk Çayı’nın kıyısına konulan “çekirdek çitleyen eşek”, “kovadan balık tutan adam” ve “dedikodu yapan teyzeler” heykelleri gibi Barlar Sokağı’ndaki “sarhoş adam heykeli” de heykelin altındaki “Şişedeki gibi durmaz” ibaresi de bence çok sevimli. Bu arada Barlar Sokağı’nda otururken bir anda alkış koparsa sakın endişelenmeyin. Bilin ki bir yerlerde bir bardak kırılmıştır. Siz de eşlik edin.

Özellikle Bizans çağında önem kazanan ve İmparator Justinianos’un yazlık sarayının varlığından söz edilen Eskişehir’de deniz de yok ama plaj var: Kentpark. Porsuk Çayı’na bakan özel alanda Türkiye’nin ilk yapay plajı inşa edilmiş. Ayrıca Kentpark içinde açık ve kapalı yüzme havuzları, restoranlar, at binme alanları, oyun grupları bulunuyor (Bu arada daha önce Eskişehir’de deniz olmasa da dalış yapıldığına dair bir haber yapmıştım. Merak edenler bu haberi de okuyabilir.)

Üniversite Caddesi’ndeki tarihî “Yaş Sebze ve Meyve Hali Binası”nın restore edilmesiyle oluşturulan Haller Gençlik Merkezi de hediyelik eşya dükkânları, büfeleri, kafeleri, barları ve kültür sanat etkinlikleriyle gençlerin diğer bir buluşma mekânı.

Eskişehir parklar bahçeler konusunda zengin bir şehir. Kanlıkavak Parkı, Şelale Park, Dede Korkut Parkı, birçok imkânı sunan Bilim Kültür ve Sanat Parkı, gidenlerin keyifle vakit geçirebileceği yerler.

Bilim Kültür ve Sanat Parkı’nda ayrıca Türkiye’nin en büyük uzay evi olan Bilim Deney Merkezi bulunuyor. Bilim Deney Merkezi, Eskişehir’deki ilköğretim ve lise çağındaki çocukların çeşitli bilimsel deneyleri gerçek ortamlarında yapabilmelerine imkân sunarak, öğrencilerin derslerine de katkı sağlıyor. Merkezde ayrıca yetişkinler için de düzenlenen tur programlarıyla büyükler de eğlenceli ve öğretici zaman geçiriyor. Sabancı Uzay Evi ise ziyaretçilerine, uzayın büyülü dünyasını izleme ve öğrenme fırsatı veriyor.

Ona keza Vecihi Hürkuş Havacılık Parkı, bir müze gibi; burada çeşitli tip ve modellerde sivil ve savaş uçakları, pilot giysileri, rozetler, maket uçaklar ve uçak motorları görülebilir.

Uçak demişken Sivil Havacılık’ın merkezi olan Eskişehir sokaklarında yürürken gökyüzünden bir ses duyduğunuzda başınızı kaldırıp bakarsanız Eskişehirliler sizin yabancı olduğunuzu hemen anlayabiliyor. Zira 1. Ana Jet Üssü’nün burada olması sebebiyle onlar uçak seslerine çok alışkınlar. Bu arada şehrin en çok bilinen markalarından Kalabak Suyu’nu içenlerin Eskişehir’de kaldığına dair bir inanç var; kim bilir, belki siz de bu sudan içer ve uçak seslerine çabucak alışırsınız!

Şimdi Eskişehir’i yazıp da Kızıl Şimşeklere selam çakmamak olmaz. Çocukluğundan itibaren duvarlara, ağaçlara, parklara, sıralara sevgililerinin adını değil, hep “Es Es” yazan, Eskişehirspor’un peşinden kilometreler yapan azımsanmayacak bir taraftar kitlesinden bahsediyoruz. Hem diğer şehir takımları gibi, ikinci takım değildir Eskişehirspor onlar için. Zaten İstanbul takımlarına “Bizans takımları" diyorlar ve en büyük hobilerinden biri de hesap makinesine 53 53 yazıp tersten okumak!

Eskişehir, gerçekten tam bir öğrenci şehri. Bu kadar çok genç olunca Eskişehir’de bir söz ortaya çıkmış; “Eskişehir hep on yedi yaşında.” diye.

Kent içi ulaşımda en çok kullanılan taşıt tramvay. Bir de dümdüz yolları sayesinde bisiklete binmek yaygın. İnsanlar genelde güler yüzlü. Anadolu kentlerindeki mahalle baskısı pek yok. Tiyatroları, festivalleri, eğlenceli partileri derken hani buradaki gençler pek sıkılmıyor ama oldu da sıkıldılar hızlı tren sayesinde İstanbul ve Ankara’ya ulaşmak oldukça kolay. Eskişehir’in hayvan dostu bir kent olduğunu da söyleyebiliriz, sokaklarda çok sayıda köpek kulübesi var.

Genel olarak da ucuz bir şehir. Bir ara mekânlarda ödenen adisyonların paylaşılması pek modaydı ya en düşük hesapların görüntüleri de hep Eskişehir’den geliyordu.

Eskişehir’in soğuğunu da unutmadan yazayım; başka bir yerde bu kadar üşüdüğüm çok azdır. Cidden ayazı pis! Hani kurt yediği ayazı unutmaz ya sizin de Eskişehir ayazını unutabileceğinizi sanmıyorum.

Eskişehir’deki bütün bu güzelliklerde elbette Yılmaz Büyükerşen’in katkısı büyük. Zaten Eskişehirliler kendisini çok ama çok seviyor. Kendisi aslında bir heykeltıraş. Özellikle balmumu heykellerde oldukça başarılı. Eserlerini görmek isterseniz Yılmaz Büyükerşen Balmumu Heykeller Müzesi’ne uğramamazlık etmeyin. Müzenin gelirleri, bağış şartı gereği engelli ve ihtiyaç sahibi öğrencilere eğitim, öğrenim ve sağlık yardımı olarak kullanılıyor.

Madem müze dedik, şehrin diğer müzelerine de göz atalım. Atalım atmasına da o kadar çok müzenin tanıtımını ben bu satırlara nasıl sığdırırım.

Eti Arkeoloji Müzesi, Çağdaş Cam Sanatları Müzesi, Modern Müze, Daktilo Müzesi, Devrim Arabaları Müzesi, Lületaşı Müzesi, Kurtuluş Müzesi, Havacılık Müzesi, Cumhuriyet Tarihi Müzesi, Karikatür Müzesi, Ahşap Eserler Müzesi, Osman Yaşar Tanaçan Fotoğraf Müzesi, Kent Belleği Müzesi, Esogü Zooloji Müzesi, Seyitgazi Bor ve Etnografya Müzesi, Anadolu Üniversitesi Çağdaş Sanatlar Müzesi... Yaz yaz bitmiyor. Parkların da müze gibi olduğunu söylemiştim. Bakın bir de Masal Şatosu’nun yakınında Kalyon (korsan) Gemisi var; o da aslında bir müze.

Aslında ben Eskişehir’de çok sayıda kale olacağını düşünürdüm hep ama yanılmışım. Mesela Karacahisar Kalesi var ama ziyarete kapalı. Sadece Akhisar ve Seyircek kaleleri ziyaret edilebiliyor.

Osmanlı Evi, İnönü Savaşları Karargah Evi, İhsan Erdemgil Konağı, Zaimağa Konağı, Dede Korkut Anıt Duvarı, Sivrihisar Saat Kulesi ve Ermeni Kilisesi... Camilerinin, külliyelerinin, türbelerinin, mescitlerinin, kümbetlerinin isimlerine yazmaya ise gerçekten sayfalar yetmez.

Frigler tarihlerinde siyasi ve kültürel olarak Yukarı Sakarya Vadisi’nde Eskişehir, Afyonkarahisar ve Kütahya illeri arasında kalan, klasik dönemde Küçük Frigya olarak adlandırılan bölgede güçlü ve etkin olmuş. Bu nedenle Eskişehir’de de Friglerin izlerine bol bol rastlamanız mümkün: Antik Frigya’nın kalbi Midas Anıtı, Friglerin dinî merkez olarak seçtikleri ve kaya anıtların bulunduğu Yazılıkaya Vadisi, buraya ulaşan antik yol üzerindeki Kümbet Vadisi, antik çağlardan bu yana çevresindeki yerleşimlere hayat veren Porsuk Vadisi, sembol yapılardan Çatalkaya (Keskaya) Frig kaya mezarlarının ve iki kalenin bulunduğu Yapıldak Vadisi, yine kaya yerleşiminin ve mezarlarının olduğu Zahran Vadisi ile Asmainler Saklı Vadi, Gerdekkaya Mezar Anıtı’yla Doğanlı Vadisi, Böğürtlen Balkayası. Hepsi gerçekten etkileyici güzellikler.

Elbette Eskişehir’deki tarihî kalıntılar, bu alanla sınırlı değil. Hıristiyanlığın ilk barınağı ve Selçuklu ve Osmanlının mola kenti Han ilçesinde ziyaretçilerin en çok ilgisini çekecek kalıntılar, kayaya oyulmuş yer altı galerileri olacaktır. Han yer altı yerleşimi, doğal kayalıklarda, yer altına oyularak yapılmış.

Ankara-Eskişehir kara yolu üzerindeki Pessinus Antik Kenti, Friglerce “Tanrıça Kybele” diye adlandırılan ana tanrıçanın bulunduğu en önemli tapınma yerlerinden biri olarak biliniyor. Antik kentin yakınlarındaki Kral Yolu kalıntıları da günümüzde görülebiliyor.

Oda mezarların, sunakların ve üzüm ezme havuzunun bulunduğu Zey Köyü; Roma ve Bizans anıtsal kaya mezarlarının yer aldığı Fethiye İnlerönü Örenyeri; Frig Kralı Midas tarafından kurulmuş Karahöyük (Midaio) de ilginizi çekebilir.

Eskişehir sahip olduğu zenginliklerle birçok doğa sporuna da ev sahipliği yapıyor. Birbirinden muhteşem yürüyüş ve motosiklet rotaları, kamp alanları, kaya tırmanışı bölgeleri, mağaralarıyla da doğaseverlerin gözde kentlerinden.

Yazının başlarında şehirdeki Tatar nüfustan bahsetmiştim. O nedenle etrafınızda gördüğünüz çekik gözlü insanları Uzak Doğulu falan zannetmeyin. Onlar, uzun yıllar önce göç etmiş ama artık Eskişehir’in yerlisi hâline gelmiş Tatarlar. Hatta bizzat onlar tarafından kurulan çok sayıda mahalle ve köy de var. Ayrıca kültürleri de artık Eskişehir’in önemli parçaları. Mesela Eskişehir’in yerel fast foodu diyebileceğimiz çibörek de onların eseri. Benim gibi canı çekenler için hadi tarifini de vereyim tam olsun:

Hamuru için malzemeler: 4-5 su bardağı un, 1 tatlı kaşığı tuz ve su.

İç harcı için malzemeler: 250 g kıyma, 1 adet orta boy kuru soğan, 1 çay kaşığı tuz, 1/2 çay kaşığı karabiber, 1/2 çay bardağı su.

Yapılışı: Bir kabın içinde un, su tuz karıştırılır ve kulak memesi kıvamına gelene dek yoğrulur. Soğanlar çok ince rendelenir, üzerine kıyma, tuz, karabiber ve su ilave edilerek iyice karıştırılır ve harç hazırlanır. Hazırlanan hamurdan ceviz büyüklüğünde parçalar alınarak yaklaşık 15-20 cm çapında açılır. Hazırlanan harç, daire biçiminde açılmış hamurun yarısına ince bir tabaka olarak konur. Hamurun diğer kısmı harcın üzerine kapatılır ve yarım ay biçimine gelmiş hamur kapama tırtılı ile kesilir. Kesilen çibörekler, çok kızgın yağa atılarak, iki tarafı da hafif pembeleşecek gibi kızartılır.

Afiyet olsun!

QOSHE - Eskişehir coşsun, Es Es’ler duysun - Serpil Kurtay
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Eskişehir coşsun, Es Es’ler duysun

43 48
14.02.2024

Köylüler bir gün Nasreddin Hoca’ya sormuşlar: “Hocam padişah mı büyük, yoksa çiftçi mi?”

Hoca hemen cevabını vermiş: “Tabii ki çiftçi büyük. Çünkü çiftçi buğday yetiştirip vermezse padişah acından ölür.”

Yaşayıp yaşamadığı sıkça tartışma konusu olsa da Nasreddin Hoca, Eskişehir’in Sivrihisar ilçesinin Hortu köyünde dünyaya gelmiş. Şimdilerde hatta bu köyün adı Nasreddin Hoca Mahallesi. Ben de bu nedenle Eskişehir yazısına kendisinin sevdiğim fıkralarından biriyle başlamak istedim. İsmini taşıyan mahallede büyük bilge ve gülmece ustasının bir de evi bulunuyor. Son yapılan kazılarda bu evin dışında Hoca’nın mezarına da ulaşılmış. Her yıl 3-10 Haziran günleri arasında, burada Nasreddin Hoca Şenlikleri düzenlenirken yıl boyunca da şehrin hemen her yerinde Nasreddin Hoca’ya dair bir şeylere rastlamanız mümkün.

Nevşehir ilini yazarken “Türkiye’nin yeni şehri” gibi soğuk espriler yapmıştım ama Eskişehir’in adı gerçekten de eski bir yerleşim merkezi olmasından kaynaklanıyor. Yapılan arkeolojik çalışmalar, Eskişehir ve çevresinin, MÖ 3000 yıllarına kadar varan bir yerleşim yeri olduğunu ortaya koyuyor. Bölgenin ilk yerleşme noktası, şimdiki yerin altı kilometre kuzeyindeki Antik Dorylaion.

Günümüzde nüfus bakımından İç Anadolu Bölgesi’nin dördüncü en büyük ili olan Eskişehir’in nüfusu bir milyona yakın. Hâlbuki çocukken ben Türkiye’nin en büyük illerinin Bursa ve Eskişehir olduğunu sanırdım. Çünkü alışverişe hep Bilecik’in bu iki komşusundan birine gidilirdi. Hatta üniversiteye hazırlanıyorsanız yine bu iller öğrencilerin mecburi dershane adresiydi. Halamlar Bursa’da oturduğu için ben her hafta sonu bu ilin yollarını aşındırdım ama Eskişehir’e de sıkça okuldan kaçıp gezmeye gider, akşamüstleri sanki okuldan dönüyor gibi eve dönerdik. Yani Eskişehir, Türkiye’nin diğer onlarca ili gibi içeriden dışarı değil, dışarıdan oraya kaçanların şehri...

Eskişehir’in Bilecik dışında diğer komşuları; Afyonkarahisar, Konya, Ankara, Bolu ve Kütahya. 2013 yılında Türk Dünyası Kültür Başkenti ve UNESCO Somut Olmayan Kültürel Miras Başkentliği unvanlarını taşıyor. Yerli halkı Manavlardan oluşuyor ama Kırım Tatarlarının nüfusu da hatırı sayılır derecede fazla. Bulgaristan göçmenlerinin de yerleşmesiyle özellikle 1950’lerden 1970’lere kadar büyük nüfus artışı göstermiş.

Ekonomisi de epey güçlü. Sanayisi, işletmeleri, yatırımları ve yer altı zenginlikleriyle her zaman cazibe merkezi. Hem Osmanlı hem de Cumhuriyet döneminde birçok ilke ev sahipliği yapmış. Mesela ilk Türk otomobili Devrim ve ilk Türk lokomotifi Karakurt, Eskişehir’de üretilmiş. Her ikisini de Tülomsaş Müzesi’nde görebilirsiniz. Demir yolları açısından Türkiye’nin önemli bir merkezi olan kente gittiğinizde TCDD Müzesi’ni de gezmeyi ihmal etmeyin.

Eskişehir, turist sayısını da her geçen gün artırıyor. 2008 yılında 140 küsur bin turistin geldiği kenti, 2022 yılında yerli ve yabancı 500 bin kişi ziyaret etmiş. Bu ziyaretlerin sebeplerinden biri Odunpazarı semti. Geleneksel Anadolu Türk mimarisi örneklerini koruyan semt, kıvrımlı yolları, çıkmaz sokakları ve ahşap süslemeli, bitişik düzenli, cumbalı rengârenk evleriyle gerçekten insanı zamanda yolculuğa çıkartıyor. Semtin her sokağı, her konağı, her an farklı bir sürprizi karşınıza çıkarabilir.

Kurşunlu Camii ve Külliyesi, Atlıhan El Sanatları Çarşısı, Arasta Çarşısı, Kırk Ambar Çarşısı, Eskişehir Sanatları Çarşısı, Lületaşı Müzesi ve daha da fazlası... Bu arada Eskişehir’de ilk lületaşının, genç bir çobanın köstebeği takip etmesiyle bulunduğuna dair efsane var. Bu nedenle lületaşını yedi kat yerin dibinden çıkaran köstebek, bu sanatın öncüsü ve piri olarak kabul ediliyor.

Şimdilerde trafiğe kapalı Hamamyolu Caddesi’nin de eminim Eskişehirlilerin anılarında her zaman farklı bir yeri vardır ama ben hamamlarından, bu hamamlardan birinde yaşandığı iddia edilen bir olaydan bahsetmek istiyorum. Hamamın ismini vermeyeceğim; rivayete göre; gece vardiyasından çıkan birisi bu caddenin sonundaki bir hamamın önünden geçerken ışıkların yandığını, içerde birilerinin olduğunu görmüş. Günün yorgunluğunu atmak için içeri girip yıkanmak istemiş. İçeri girmiş, kendisini keseletmek için görevliyi çağırmış. Tam kesesini yaptırırken içerideki insanların ellerinde, kollarında, ayaklarında bir tuhaflık olduğunun farkına varmış. Keseciye “Bu insanların elleri kolları neden çarpık?” diye sorunca görevli de “Ne var, benim de çarpık!” demiş.

Adam bunun üzerine korkup peştamalıyla hamamdan çıkmış. Kapıdaki görevliye içerde olanları anlatınca görevliden de aynı cevabı almış: “Ne var, benim de çarpık!” Doğru polis karakoluna... Olanları anlatmış ve polisle geri dönmüşler ama hamam kapalıymış. Hamam görevlisini çağırıp kapıyı açtırdıklarında, adamın girişte ödediği paranın masada durduğunu görmüşler ve soyunma odasında adamın eşyalarını bulmuşlar. 2007 yılında bu dedikodular tabii kulaktan kulağa öyle yayılmış ki müftü “cinli hamam” vaazı vermek zorunda........

© Gazete Duvar


Get it on Google Play