Tek Tanrı’ya inanan Nuh zamanında, düzen bozulmuş; insanlar, doğru yoldan eğri yola sapmış ve Tanrı’ya isyan etmişler. Tanrı, bunları cezalandırmaya karar vermiş. Nuh’a üç yüz adım boyunda, elli adım eninde ve otuz adım yükseklikte bir gemi yapmasını bildirmiş. Nuh, gemisini yaparken herkes onunla alay etmiş, başlarına gelecek felakete bir türlü inanmamışlar. Derken geminin yapımı bitmiş. Nuh, yeryüzünde bulunan bütün canlılardan, erkek-dişi birer çift gemisine almış. Yeteri kadar yiyecek yüklemiş. Sonunda da ailesi ve iman eden bazı yakınlarını yanına alarak gemiye binmiş. Bu sırada gök delinmiş. Kırk gün, kırk gece yağmur yağmış, görülmemiş bir tufan, dağları, taşları denizlerle birleştirmiş. Tanrı’nın gazabına uğrayan insanlar yok olmuş, yalnız gemidekiler sağ kalmış. Nuh’un gemisi, yüz elli gün sularda yüzmüş. Yine ilahi bir emirle sular çekilmeye başlamış. Gemi, Ağrı Dağları’nın Cudi Tepesi’ne oturmuş. Nuh Peygamber, pencereyi açarak bir güvercin salmış. Güvercin, konacak yer bulamayarak geri dönmüş. Yedi gün sonra, güvercini yeniden salmış. Güvercin bu kez ağzında bir zeytin dalıyla gemiye dönmüş. Nuh, gemisinden çıkarak Ağrı Dağları’nın eteklerinde bir köy kurmuş. İnsanlar, canlılarla birlikte yeniden çoğalmışlar.

Bu tür efsanelerin kutsal kitaplarda da yer alması, tarih boyunca Ağrı Dağı’na ilgiyi canlı tutmuş, tutuyor. Birçok insan, Sümerlerin Gılgamış Destanları’nda da geçen bu efsanenin peşinde, Nuh’un gemisinin kalıntılarını arıyor. Hatta Ağrı Dağı’nın güney karşısındaki Telçeker ile Üzengili köyleri arasındaki siluetin Nuh’un Gemisi olduğu iddia ediliyor. Buranın halk arasındaki adı Cudi Dağı... Kur’an-ı Kerim, Hûd suresinin kırk dördüncü ayetinde de Nuh Tufanı’ndan bahsederken “Cûdî” isminin geçmesi nedeniyle Nuh’un Gemisi’nin Şırnak’taki Cudi Dağı’nda olduğuyla ilgili inanışlar da var. Ancak Ağrı Dağı fikrini benimseyenler daha fazla. 1983 yılından itibaren kutsal geminin kalıntılarını Ağrı’daki siluetin orada arama çalışmaları hızlanmış. Somut bir delil elbette yok ama Kültür ve Turizm Bakanlığı, Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları Yüksek Kurulu 17 Eylül 1987 tarih ve 3657 sayılı kararıyla gemi kütlesinin “korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlığı” özelliği gösterdiğini belirterek, burasını doğal sit alanı ve açık hava müzesi olarak koruma altına almış. Burayı kuş bakısı görecek yere bir de kafeterya yapılmış.

Böylece daha çok dış turizme yönelik, inanç merkezi hâline gelmiş Ağrı Dağı. Zaten efsaneler Nuh’un Gemisi’yle de sınırlı değil. Âdem ile Havva’nınn Cennet’ten kovulmadan önce (ya da sonra) burada yaşadığından Aslı ile Kerem’in hikâyesine kadar birçok efsaneye ev sahipliği yapıyor Ağrı Dağı... Bir de elbette dağcılara... Ama onlar bu efsanelerin değil, Türkiye’nin en büyük dağının efsane güzelliklerinin peşinde. Arzu eden Ağrı Dağı’nın tarihiyle, günümüzdeki yürüyüş bilgileriyle ve altı yaşındaki minik bir şerpanın Ağrı Dağı macerasıyla ilgili yazdığım yazıları okuyabilir. Ya da bırakalım bu ciddi konuları; şu başlıkta bir habere bir göz atalım: “‘Ağrı Dağını 2 milyar dolara satıyorum’ demişti. Sanatçılara bile yer vermiş!”

Evet, yanlış okumadınız. Ağrı’daki Ahmet Ağrılı isimli bir toprak ağası, koyun sürülerini satarak, bugünkü değeriyle on dört kilo altın karşılığında Ağrı Dağı’nı eski Sağlık Bakanı Yaşar Elmas’ın babası Sabri Ceylan’dan satın aldığını iddia ediyor ve elindeki tapuyu gösteriyor. Ara ara bu haber gündeme geliyor ama bir sonuç yok. Kemal Sunal Boğaziçi Köprüsü’nü satamamıştı ama bakalım Ağrı Dağı satılacak mı, hep birlikte göreceğiz.

Yurt dışında Ağrı Dağı, daha çok “Ararat” ismiyle biliniyor. Ermeni tarihi ve kültüründe de dağın önemli bir yeri var. Ermenice isminin “Masis” olduğu söyleniyor. Kürtçede ise “Ateşli Dağ” anlamına gelen “Çiyayê Agirî”den türediği ifade ediliyor. Osmanlı döneminde Şorbulak olarak anılan ilin adı, Ermeniler zamanında “Karakilise” olarak değiştirilmiş. Kazım Karabekir Paşa zamanında ise “Karaköse” diye adlandırılmış. 1834 yılında bucak, 1869 yılında ilçe olan Ağrı, 1927 yılında il merkezi olmuş. 5.137 metre yüksekliğindeki Ağrı Dağı’ndan dolayı da il Ağrı adını almış. Ama ne enteresandır ki Ağrı il merkezine gittiğinizde Ağrı Dağı’nı göremiyorsunuz. Dağı görmek istiyorsanız şaşkınlığınız geçtikten sonra Doğubayazıt ilçesine doğru doksan kilometre kadar gitmeniz gerekiyor.

Türk Dil Kurumu’nda “ağrı”nın tanımı, “sinir uçlarının şiddetli biçimde uyarılmasıyla ortaya çıkan, vücudun herhangi bir yerinde oluşan rahatsızlık hissi; veca” şeklinde. Tabii “Türkiye’nin Doğu Anadolu Bölgesi’nde yer alan illerinden biri” olarak da geçiyor ama insan ilk tanıma takılmadan yapamıyor. Hâl böyle olunca da sürekli beynimde şu türkü dönüp duruyor:

“Kundurama kum doldu, atmaya kürek gerek
Nazlı yârin yanında yatmaya yürek gerek
Amman başım nanay
Ağrıdı dişim nanay
Çok içmişim nanay
Nanay gülüm nanay”

Ekşi Sözlük’te de “Ağrı” başlığına girince okuyacaklarınızın yarısından çoğu bu rahatsızlık hissi olan ağrıyla ilgili... Kelime oyunları da yapılmış bolca, “Neyin var diye sorma yeterince Ağrılıyım”, “Adı gibi ağrılı şehir”, “Ağrılı olmak, ağrılı olmaktır”, “O dediğin yer buraya çok Ağrı” diye. Zaten bu kelime oyunları manilere de yansımış:

“Ağrı ağrı içinde
Ağrı dağlar içinde
Ağrıya dokunmayın
Köyün oğlanları içinde”

Bu arada enteresan bir bilgi daha öğrendim; yön tariflerinde de kullanılıyor “ağrı” kelimesi; “Eve tarladan ağrı gittim.” şeklinde.

Şu türküyü beynimden silebilirsem biraz önce bıraktığımız ciddi konulara geri dönmeye çalışacağım. İran sınırında yer alan ilin komşuları, Kars, Iğdır, Erzurum, Muş, Bitlis ve Van... Türkiye’nin hızlı göç veren illerinden biri. 2011 yılında 555.479’a ulaşan nüfus, o günden beri düşmeye devam ediyor. 2021’de 524.644’ken 2022 verilerine göre 510.626. “Ağrı İlinin Sosyo-Ekonomik Yapısı ve Yaşam Memnuniyeti Araştırması” başlıklı araştırmaya göre yöreyi etkisi altında bulunduran göçün nedenleri arasında; terör olayları, kan davaları, güvenlik gerekçesiyle yerleşme boşaltma ile diğer bazı sosyal ve ekonomik etkenler sayılıyor. Aşiret sistemi ve töre anlayışına dayanan feodal yapı, il merkezinde de gücünü gösteren bir hâkimiyette hâlâ. Seçimlerde oy kullanmadan aile ilişkilerine, evlenme kurallarından eğitime kadar birçok konuda töre anlayışı geçerliliğini koruyor. Çok çocuklu aileler genelde bir arada yaşamını sürdürüyor. Okuma yazma oranları da maalesef içler acısı. Ağrı genelinde okuma yazma bilenlerin oranı yüzde 68; erkeklerde bu oran yüzde 82.7, kadınlarda ise yüzde 52.3. Bu rakamlar Türkiye’nin çok gerisinde. Sekiz yıllık kesintisiz eğitim taşımalı sistemi doğurmuş ancak kırsal kesimde ciddi sorunlar yaşanmaya devam ediyor. Gerçi ilde üniversitenin açılması az da olsa bölge gençlerinin yükseköğrenime yönelmesinin önünü açmış ama yeterliliği tartışma konusu.

Bu arada Ağrı’nın “hasat zamanı kavgaları” diye meşhur bir geleneği olduğunu da yerel bir gazeteden öğrendim. “Mahkemeleri Yıldıran, Avukatları Güldüren, Ağrı” başlıklı haberi önce Zaytung’dan alıntı sandım ama değilmiş: “Ağrı’da birçok ailenin felaketi olarak bilinen harman zamanı kavgalarının start aldığı bugün yaşanan olayda ölü ve yaralı olmaması sevindirdi.”

Ağrı’yla ilgili genel olarak şöyle bir söylem var: Orta Asya’dan gelen kavimlerin Anadolu’ya girişleri sırasında bir geçiş oluşturmuş, dolayısıyla birçok medeniyete sahne olmuş ancak bu medeniyetler Ağrı’yı bir giriş kapısı olarak gördüklerinden burada çok köklü bir uygarlık oluşturamamışlar. Halkın başlıca geçim kaynağı, tarım ve hayvancılık. Sanayi, bebek adımlarıyla yeni yeni gelişiyor. Sosyal hayatı anlatmak için ise “bebek adımları” demek bile fazla kaçabilir. Bakın biri ne demiş: “Sana Ağrı’yı anlatayım mı? Deniz’i yok ama boğulabiliyorsun.” Hemen her Anadolu ili gibi buraya da “Türkiye’nin en büyük köyü” diyen de yok değil hani. Çıkıp da kimse buna cevap olarak “Doğu’nun Paris’i” yakıştırması yapmamış ama Paris yine bir cümlede geçmiş: “Ermeniler, Kürtler, herkes istiyor. Duyan da Paris sanacak.”

Valiliğin sayfasında “Bu Proje Ağrı’yı Çekim Merkezi Haline Getirecek” başlığını görünce açıkçası şaşırdım ve meraklandım. Turizmle ilgili bir yatırımdan ya da tiyatro, sinema gibi projelerden bahsedilecek sandım ama Türkiye’de “medeniyet”in, o şehirde alışveriş merkezleri olup olmamasına göre ölçüldüğü gerçeğiyle bir kez daha yüzleşmem gerekti! İşte o projenin detayı: “Ağrı Valiliği İl Özel İdaremiz ve İsra Holding arasında yapılan Ağrı Alışveriş ve Yaşam Merkezi projesi için protokol imzalandı. Karma konseptle geliştirilen dev proje, dünyaca ünlü markalara ev sahipliği yapacak. Proje; AVM, 2.000 konut, rezidans daireler ile ofis, otel ve klinik otelden oluşuyor.”

Yeni Akit gazetesinin “Ağrı’da Sosyal Hayat Daha da Hareketleniyor” başlıklı haberi beni benden alıyor: “İl genelindeki sosyal hayatı daha da renklendirecek ve canlı kılacak girişimlerine devam eden Ağrı Belediyesi, son olarak ücretsiz internet hizmeti vermeye başladı.” Hani Ağrı’da sosyal hareket hareketliymiş de “daha da” hareketlenecekmiş. Bu geçen yılın haberi ama pek de bir hareketlenme yok şehirde.

Peki, genelde sıcakkanlı olan Ağrılılar ne yapıyor? Açıkçası il merkezinde yapabilecek pek bir şey yok. Hayat genelde Cumhuriyet Caddesi etrafında dönüyor. Bir zamanlar internet kafe enflasyonunun olduğu caddede mağazalar, dükkânlar ve tek tük kafe var. Buralarda iki üç tur atmak dışında diğer alternatif Erzurum Bulvarı üzerindeki Ağrı Millet Bahçesi ve çevresi. Taşlı Çayı’nın her iki kenarında çay bahçeleri var. Kafe ve çay bahçesi popülasyonu büyük ilçelerinde, merkeze göre daha fazla. Daha da sıkılan Kars, Erzurum ve Van gibi yakın illere günübirlik gidip geliyor. Ekşi Sözlük’te “64kl” rumuzlu kullanıcının “Bu şehirde yapılacak en güzel aktiviteler sırasıyla şunlardır” şeklindeki ilk cümlesini okuyunca “Hah geliyor bilgiler” dedim ama bakın bu aktiviteler ne çıktı:

1- Havalimanına gidip şehri terk etmek

2- Aracınızla şehri terk etmek

3- Otogara gidip şehri terk etmek

4- Paranız yoksa koşarak şehri terk etmek

5- Enerjiniz yoksa yürüyerek şehri terk etmek”

Şimdi Ağrı’yı yazıp da soğuğundan bahsetmemek olmaz. Kışları gerçekten soğuk ve sert. “Türkiye’nin Sibiryası”, “Sibirya Özerk Cumhuriyeti” gibi söylemleri fazlasıyla hak ediyor. Kirpikleri, bıyıkları ve af edersiniz sümükleri bile donan insanların hava -10ºC olduğunda “hava sıcak” diye sevindiği bir il düşünün. Ağrı Meteoroloji İstasyonu’nun altmış bir yıllık (1939-2000) gözlem verilerine göre; sıcaklık değeri ağustos ayında 39,9ºC’ye yükselebilirken ocak ayında ise -45,6ºC’ye kadar inebiliyor. Yılın üçte biri kadar günde kar yerde kalıyor. Ama öyle romantik kar görüntüleri hayal etmeyin. Don olayı halkı canından bezdiriyor. Hele de bu koşullara alışık değilseniz ve memur ya da öğrenci olarak şehre gittiyseniz vah hâlinize. O nedenle arabası olan tayincilere küçük bir ipucu vereyim; siz siz olun kapalı otoparkı olan ev kiralayın. Yoksa bu şehirde çekicilerle dost olmanız kaçınılmaz. Sonunuz “Şalvar Davası”ndaki Şener Şen gibi olmasın. Ne demek mi istiyorum? Merak edenler YouTube’daki “Ağrı Tayinci Personel” videosunu () izleyebilir.

Son olarak şu bilgiyi de verip artık gezimize başlayalım: Birisi size “Durumun nasıl?” diye soruyorsa oturup da maddi durumunuzdan bahsetmeye kalkmayın. Aslında size “Nasılsın?” diye sormak istiyor. “İyi günler” yerine de bu ilde “İşin rast gitsin” deniliyor.

Başta da söylediğimiz gibi Ağrı Dağı’nı ve Nuh’un Gemisi olduğu iddia edilen silueti görmek istiyorsanız Gürbulak Gümrük Kapısı’nın da bulunduğu Doğubayazıt’ın yolunu tutmalısınız. Ama görülecekler bununla sınırlı değil. İlçenin yedi kilometre güneydoğusunda ve ovaya hâkim yüksek bir tepenin üzerinde İshak Paşa Sarayı bulunuyor.

Sarayın yapımına 1685 yılında Çıldır Atabeklerinden Çolak Abdi Paşa tarafından başlanılmış, aynı soydan gelen Küçük İshak Paşa zamanında 1784’te (doksan dokuz yılda) tamamlanmış. Masallardan fırlamış gibi inanılmaz güzellikteki sarayın mimarı, Ahıskalı ustalar. Hareminden cezaevine, hamamından hizmetli odalarına kadar bir saray için gerekli tüm bölümler var.

Doğu Anadolu’nun birçok yerini dolaşarak Arapça, belâgat ve dinî ilimleri okuyan, astronomiyle ilgilenen ve Mem û Zîn adlı mesneviyi kaleme alan Ahmedi Hani’nin türbesi de İshak Paşa Sarayı’nın üst kısmında.

Urartu Kalesi ise ilçenin beş kilometre doğusunda, Eski Beyazıt’ın kuzeydoğusundaki Belleburç denilen yerde. Kayalıklar üzerindeki bu kalenin yapım tarihi bilinmiyor. Günümüze oldukça harap durumda olan kalenin içerisinde Urartu mezarları ile Antik Çağlardan kalma mimari kalıntılar bulunuyor. Üç bölümden meydana gelen kalenin orta bölümünde mağaralar ve bir mabet kalıntısı var.

Yine Ağrı’nın en çok turist çeken yerlerinden Eski Bayezid Cami, Meteor Çukuru, Buz Mağarası ve Kerem ile Aslı’nın hikâyesinin geçtiği söylenen Keşiş Bahçesi de Doğubayazıt’ta.

Gürbulak Gümrük Kapısının yaklaşık iki kilometre kuzeydoğusuna 1892 yılında büyük bir göktaşının düştüğü ve gök taşının üzerinin toprak tabakasıyla örtülü olduğu söyleniyor. Ama o gök taşından tek bir parçanın bile orada olmadığı, hepsinin Türkiye dışına çıkarıldığı da söylenenler arasında.

Buz Mağarası ise Küçük Ağrı Dağı’nın güney eteğindeki Hallaç köyünün yakınında. Meteor çukuru ile aynı lav tüneli sistemi üzerinde bulunan doğal bir anıt mağarası. Yaklaşık yüz metre uzunluğunda, elli metre genişliğinde ve sekiz metre derinliğindeki mağaranın içinde bazalt lavlar, kayalar ve bu kayaların üzerinde saf ve temiz suların donmasıyla oluşmuş buz tabakalarını görmek mümkün. Yöre halkının “buzluk” diye adlandırdığı mağara çevresindeki yerleşimlerin su ihtiyacını karşılamakta. Işık tutulduğunda kristal gibi parlayan ve renkten renge giren buz parçaları insanları hayretler içinde bırakıyor. Mağaranın en önemli özelliklerinden biri de yazın soğuk, kışın sıcak olması. Kapısında sürekli sıcak ve soğuk hava akımı bulunur.

Meya (Günbuldu) Mağaralarını görmek için Diyadin ilçesine gitmeniz gerekiyor. Mağaralar, antik bir kent görünümünde. Kayalara oyularak yapılmış barınma yerleri, tapınak, ibadethane, oda ve mağaralar oldukça ilgi çekici. Buradan çıkarılan iki koç heykeli ise Ağrı il merkezinde.

Kaplıcalarıyla meşhur Diyadin ilçesinde, Diyaddin, Yıldırım (Koço) Köyü ve Toklucak kaleleri ile Kudret Köprüsü’nü de görmek mümkün. Ortasından Murat Nehri’nin geçtiği Diyadin (Murat) Kanyonu ise tam bir görsel şölen sunuyor. “Doğu’nun Ihlara Vadisi” olarak adlandırılan ve yüksekliği elli metreyi bulan kanyonun etrafı, genelde mesire alanı olarak kullanılıyor.

Taşlıçay ilçesinde ilginç bir kilise kalıntısı var. Nuh’un mezarının da burada olduğu iddia edilen kilisenin Ermeniler zamanında yapıldığını ancak taşlarının sökülerek cami yapımında kullanıldığını anlatıyor yöre halkı. Giderseniz sadece kilisenin temelini ve iki adet de kuyu görebilirsiniz. Ağrı’da görülmesi gereken yerler arasında sayılan Balık Gölü, Taşlıçay’ın yirmi altı kilometre uzağında. 2 bin 241 metreyle Türkiye’nin en yüksek rakımlı göllerinden ve önemli kuş alanlarından biri. En derin yeri otuz yedi metre ve bir lav seti gölü. Gölün üzerindeki adada kuluçkaya yatan kadife ördek popülasyonu ile önemli bir kuş alanı statüsü kazanmış. Ağrı’nın diğer bir kuş gözlem alanı, Doğubayazıt ilçesi ile Ağrı Dağı arasındaki boşlukta yer alan iki gölü ve bunların arasında uzanan bataklıkları kapsıyor. Bu sazlık da Türkiye’nin en önemli 100 kuş alanı arasında bulunuyor.

Ağrı’nın “Hamur” isminde bir ilçesi var. Niyeyse bana çok sempatik geldi. Yine bu ilçedeki Hamur Kümbeti de aynı sempatiklikte. Kitabesi tahrip edildiği için kim tarafından ve ne zaman yapıldığı kesin olarak bilinmiyor.

Hamur’un Şoşik (Karlıca) köyünde yalçın kayalar üzerine yapılmış bir kale var ve adı Şoşik Kalesi. Akkoyunlulardan kaldığı sanılıyor ama tıpkı kümbet gibi bu kale hakkında da pek bilgi yok. Şoşik Kalesi’nin iki kilometre doğusundaki kale “Kız Kalesi” adını taşıyor.

Kan Kalesi, Zencir Kalesi ve Karagöz Kilisesi’nin kalıntıları ise Tutak ilçesinde. Patnos’ta ve Güneykaya Kayak Merkezi’nin yer aldığı Eleşkirt’te tarihî bir yer yok diye biliyorum ama yanılıyorsam bana yazabilirsiniz.

Bu arada Ağrı ilçelerinde yaylacılık, çok eski yıllardan günümüze kadar devam eden gelen bir gelenek. Yayla çıkış zamanı muhtar ve köy heyetleri tarafından birlikte belirleniyor. Bu tarih, yağan kar miktarına ve karın tahmini kalkış zamanına göre değişiyor. Belirlenen tarihten önce kimse yaylaya çıkmıyor. İlin en önemli yaylacılık merkezlerinin başında Aladağlar, Sinek ve Ağrı Dağı etekleri geliyor. Tıpkı Ağrı, Süphandağı, Aladağ ve Tendürek Dağları gibi bu yaylalar da son yıllarda az da olsa yürüyüşçülerin ilgisini çekmeye başlamış.

Yazımı bu kez bir metal grubunun hikâyesiyle bitirmek istiyorum. Hemen “Ne alakası var?” demeyin, bu grup Ağrılı!

Kabus grubu, 2007 yılında Ağrı’da, Emin Demir (bas gitar) ve Adem Aldemir (davul) tarafından kurulmuş. 2009 yılına kadar çeşitli gitaristlerle çalışmışlar ve 2009 sonlarında İran kökenli gitarist Ozan Demir’in katılmasıyla grup yeni bir soluk kazanmış. Gerisini bizzat Emin Demir’den öğrenelim: “Doğu bölgesinin zor şartlarına rağmen hiçbir zaman sert duruşundan taviz vermedi. İsmini gerçek yaşamda gördükleri kâbuslardan alan grup defalarca çaldıkları kapılar yüzlerine kapatılsa da yılmadı ve her zaman daha sert çalmaları için ilham kaynağını bulmuş oldu. Nevermore, Death, Arch Enemy gibi gruplar müziklerinde esin kaynağı oldu. Büyüdükleri ortam ve kültürel çatışmalar grubun müziğine büyük ölçüde etki etti. Grup, şarkılarında zorlu yaşam şartlarının vermiş olduğu psikolojik etkiyi anlatmaya çalıştı. Çevrelerinden gördükleri baskıcı tepkilere rağmen albüm kayıtlarına başlayan grup, imkânsızlıklar nedeniyle kendi kurmuş oldukları stüdyo ortamında ilk şarkılarını zorluklar içinde bitirmek mecburiyetinde kaldı. Kabus elemanları, çalınan kapıların bir kez daha birer birer yüzlerine kapanmasıyla video kliplerini kendileri çekmeye karar verdiler.”

İşte grubun “Çabuk Ol” şarkısının YouTube’daki video klibi:

QOSHE - Neyin var diye sorma yeterince Ağrılıyım - Serpil Kurtay
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Neyin var diye sorma yeterince Ağrılıyım

47 8
15.11.2023

Tek Tanrı’ya inanan Nuh zamanında, düzen bozulmuş; insanlar, doğru yoldan eğri yola sapmış ve Tanrı’ya isyan etmişler. Tanrı, bunları cezalandırmaya karar vermiş. Nuh’a üç yüz adım boyunda, elli adım eninde ve otuz adım yükseklikte bir gemi yapmasını bildirmiş. Nuh, gemisini yaparken herkes onunla alay etmiş, başlarına gelecek felakete bir türlü inanmamışlar. Derken geminin yapımı bitmiş. Nuh, yeryüzünde bulunan bütün canlılardan, erkek-dişi birer çift gemisine almış. Yeteri kadar yiyecek yüklemiş. Sonunda da ailesi ve iman eden bazı yakınlarını yanına alarak gemiye binmiş. Bu sırada gök delinmiş. Kırk gün, kırk gece yağmur yağmış, görülmemiş bir tufan, dağları, taşları denizlerle birleştirmiş. Tanrı’nın gazabına uğrayan insanlar yok olmuş, yalnız gemidekiler sağ kalmış. Nuh’un gemisi, yüz elli gün sularda yüzmüş. Yine ilahi bir emirle sular çekilmeye başlamış. Gemi, Ağrı Dağları’nın Cudi Tepesi’ne oturmuş. Nuh Peygamber, pencereyi açarak bir güvercin salmış. Güvercin, konacak yer bulamayarak geri dönmüş. Yedi gün sonra, güvercini yeniden salmış. Güvercin bu kez ağzında bir zeytin dalıyla gemiye dönmüş. Nuh, gemisinden çıkarak Ağrı Dağları’nın eteklerinde bir köy kurmuş. İnsanlar, canlılarla birlikte yeniden çoğalmışlar.

Bu tür efsanelerin kutsal kitaplarda da yer alması, tarih boyunca Ağrı Dağı’na ilgiyi canlı tutmuş, tutuyor. Birçok insan, Sümerlerin Gılgamış Destanları’nda da geçen bu efsanenin peşinde, Nuh’un gemisinin kalıntılarını arıyor. Hatta Ağrı Dağı’nın güney karşısındaki Telçeker ile Üzengili köyleri arasındaki siluetin Nuh’un Gemisi olduğu iddia ediliyor. Buranın halk arasındaki adı Cudi Dağı... Kur’an-ı Kerim, Hûd suresinin kırk dördüncü ayetinde de Nuh Tufanı’ndan bahsederken “Cûdî” isminin geçmesi nedeniyle Nuh’un Gemisi’nin Şırnak’taki Cudi Dağı’nda olduğuyla ilgili inanışlar da var. Ancak Ağrı Dağı fikrini benimseyenler daha fazla. 1983 yılından itibaren kutsal geminin kalıntılarını Ağrı’daki siluetin orada arama çalışmaları hızlanmış. Somut bir delil elbette yok ama Kültür ve Turizm Bakanlığı, Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları Yüksek Kurulu 17 Eylül 1987 tarih ve 3657 sayılı kararıyla gemi kütlesinin “korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlığı” özelliği gösterdiğini belirterek, burasını doğal sit alanı ve açık hava müzesi olarak koruma altına almış. Burayı kuş bakısı görecek yere bir de kafeterya yapılmış.

Böylece daha çok dış turizme yönelik, inanç merkezi hâline gelmiş Ağrı Dağı. Zaten efsaneler Nuh’un Gemisi’yle de sınırlı değil. Âdem ile Havva’nınn Cennet’ten kovulmadan önce (ya da sonra) burada yaşadığından Aslı ile Kerem’in hikâyesine kadar birçok efsaneye ev sahipliği yapıyor Ağrı Dağı... Bir de elbette dağcılara... Ama onlar bu efsanelerin değil, Türkiye’nin en büyük dağının efsane güzelliklerinin peşinde. Arzu eden Ağrı Dağı’nın tarihiyle, günümüzdeki yürüyüş bilgileriyle ve altı yaşındaki minik bir şerpanın Ağrı Dağı macerasıyla ilgili yazdığım yazıları okuyabilir. Ya da bırakalım bu ciddi konuları; şu başlıkta bir habere bir göz atalım: “‘Ağrı Dağını 2 milyar dolara satıyorum’ demişti. Sanatçılara bile yer vermiş!”

Evet, yanlış okumadınız. Ağrı’daki Ahmet Ağrılı isimli bir toprak ağası, koyun sürülerini satarak, bugünkü değeriyle on dört kilo altın karşılığında Ağrı Dağı’nı eski Sağlık Bakanı Yaşar Elmas’ın babası Sabri Ceylan’dan satın aldığını iddia ediyor ve elindeki tapuyu gösteriyor. Ara ara bu haber gündeme geliyor ama bir sonuç yok. Kemal Sunal Boğaziçi Köprüsü’nü satamamıştı ama bakalım Ağrı Dağı satılacak mı, hep birlikte göreceğiz.

Yurt dışında Ağrı Dağı, daha çok “Ararat” ismiyle biliniyor. Ermeni tarihi ve kültüründe de dağın önemli bir yeri var. Ermenice isminin “Masis” olduğu söyleniyor. Kürtçede ise “Ateşli Dağ” anlamına gelen “Çiyayê Agirî”den türediği ifade ediliyor. Osmanlı döneminde Şorbulak olarak anılan ilin adı, Ermeniler zamanında “Karakilise” olarak değiştirilmiş. Kazım Karabekir Paşa zamanında ise “Karaköse” diye adlandırılmış. 1834 yılında bucak, 1869 yılında ilçe olan Ağrı, 1927 yılında il merkezi olmuş. 5.137 metre yüksekliğindeki Ağrı Dağı’ndan dolayı da il Ağrı adını almış. Ama ne enteresandır ki Ağrı il merkezine gittiğinizde Ağrı Dağı’nı göremiyorsunuz. Dağı görmek istiyorsanız şaşkınlığınız geçtikten sonra Doğubayazıt ilçesine doğru doksan kilometre kadar gitmeniz gerekiyor.

Türk Dil Kurumu’nda “ağrı”nın tanımı, “sinir uçlarının şiddetli biçimde uyarılmasıyla ortaya çıkan, vücudun herhangi bir yerinde oluşan rahatsızlık hissi; veca” şeklinde. Tabii “Türkiye’nin Doğu Anadolu Bölgesi’nde yer alan illerinden biri” olarak da geçiyor ama insan ilk tanıma takılmadan yapamıyor. Hâl böyle olunca da sürekli beynimde şu türkü dönüp duruyor:

“Kundurama kum doldu, atmaya kürek gerek
Nazlı yârin yanında yatmaya yürek gerek
Amman başım nanay
Ağrıdı dişim nanay
Çok içmişim nanay
Nanay gülüm nanay”

Ekşi Sözlük’te de “Ağrı” başlığına girince okuyacaklarınızın yarısından çoğu bu rahatsızlık hissi olan ağrıyla ilgili... Kelime oyunları da yapılmış bolca, “Neyin var diye sorma yeterince Ağrılıyım”, “Adı gibi ağrılı şehir”, “Ağrılı olmak, ağrılı olmaktır”, “O dediğin yer buraya çok Ağrı” diye. Zaten bu kelime oyunları manilere de yansımış:

“Ağrı ağrı içinde
Ağrı dağlar içinde
Ağrıya dokunmayın
Köyün oğlanları içinde”

Bu arada enteresan bir bilgi daha öğrendim; yön tariflerinde de kullanılıyor “ağrı” kelimesi; “Eve tarladan ağrı gittim.” şeklinde.

Şu türküyü beynimden silebilirsem biraz önce bıraktığımız ciddi konulara geri dönmeye çalışacağım. İran sınırında yer alan ilin komşuları, Kars, Iğdır, Erzurum, Muş, Bitlis ve Van... Türkiye’nin hızlı göç veren illerinden biri. 2011 yılında 555.479’a ulaşan nüfus, o günden beri düşmeye devam ediyor. 2021’de 524.644’ken 2022 verilerine göre 510.626. “Ağrı İlinin Sosyo-Ekonomik Yapısı ve Yaşam Memnuniyeti........

© Gazete Duvar


Get it on Google Play