Küresel kapitalizmin yapısal bunalımı, küresel kriz döngülerinin zaman aralıklarını daraltıyor, aynı zamanda krizlerin süresini de uzatıyor. Her kriz, bir diğerine göre daha kalıcı ve uzun süreli oluyor. Aslına bakılırsa, 2001’den bu yana krizden ne zaman çıktık ve yeni bir krize ne zaman girdik, bu soruya net bir cevap vermek bile mümkün değil. Her kriz, aynı zamanda gelişen ülkelerle gelişmiş ülkeler arasında bir gerilime de sebep oluyor. Çünkü genelde, küreselleşme sayesinde yıldızı parlamaya başlayan gelişen ekonomilerin pek çoğu, küresel krizlerde en fazla zarar gören ülkeler oluyor. İşte bu sebeple de küresel ekonomi içinde yeni arayışlara yönelik ilgi sürekli olarak artıyor. Bunun en bilindik örneği, artık herkesin merakla izlediği BRICS ve bu oluşumun kısa süre içinde siyasi etkileri olması da beklenmeli.

Şu sıralar gündemde olan ve bundan böyle çok kez duyacağımız bir terim de ‘Küresel Güney’... Son olarak İsrail-Filistin çatışmasında da gündeme geldi, tıpkı daha önce Rusya-Ukrayna savaşında olduğu gibi... Batı'nın gelişmiş ekonomilerinin savaşı körükleyen stratejilerine karşı, gelişen ekonomilerin yönetimleri savaşlara karşı bir tutum alıyor. Zira savaşın küresel ekonomik etkilerinden en çok etkilenen ülkeler onlar. Bu sadece bir örnek, söz gelimi dedolarizasyon da bu ülkelerin özlemle beklediği ve desteklemeye hazır oldukları bir başka mesele. Şimdilik ulusal para birimleriyle dış ticaretin artma eğilimi gündemde, ama asıl hedef doların referans para birimi olarak küresel ticaretteki payının azaltılması... Hemen olacak bir şey değil, ama yavaş yavaş oluyor.

Şu ‘Küresel Güney’in nasıl bir tanım olduğunu anlamak açısından Joseph S. Nye Jr.’ın Project Syndicate’te yayımlanan bir yazısına bakmakta fayda olabilir. Gelişmiş ekonomilerinin ‘Küresel Güney’i nasıl algıladıklarını ve ne kadar rahatsız olduklarını daha iyi anlamak için. Zira bu kişi Harvard Üniversitesi’nde bir profesör ve aynı zamandan ABD Savunma Bakanı’nın eski yardımcısı... Önce coğrafi açıdan ‘Küresel Güney’ terimini eleştirerek giriyor yazıya. ‘Küresel Güney’e öncülük etmek için yarışan gelişen ekonomilerin üç devinin, yani Rusya, Çin ve Hindistan’ın, ekvatorun kuzeyinde kaldığını belirterek ‘Küresel Güney’ teriminin yetersiz bir tanımlama olduğunu iddia ediyor. Ve buradan yola çıkarak ‘Küresel Güney’in bir ekonomik tanımlamadan çok siyasi bir tanımlama olduğunu belirtiyor. Doğru, zira bu coğrafi olmanın ötesinde post-emperyalist ülkelere karşı bir dayanışma paktının nüvesi gibi de görülebilir, ancak ortak çıkar ve kalkınmayı, aynı zamanda ekonomik özgürlüğü de hedefliyor. Yani doğal olarak ekonomik olduğu kadar siyasi bir öbeklenme de...

Nye, sonra bir gönderme yapıyor geçmişe, hani Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’nin efsanevi lideri Josip Broz Tito’nun önderliğini yaptığı ‘Bağlantısızlar Hareketi’ne... 1955 yılında Endonezya’nın Bandung kentinde bir aya gelen 120 ülkeden oluşan bu blok da siyasiydi. Ve biraz ‘Ne Amerika, ne Rusya... Tam bağımsız Türkiye’ sloganına benzer bir ruh hali içinde bir araya gelmişlerdi. Bu benzetme bir ölçüde doğru, ama yetersiz. Zira bugün BRICS örneğinde de görüldüğü gibi ‘Küresel Güney’ çok daha fazla ekonomik ve siyasi çıkar çerçevesinde bir araya gelecek nesnel zeminlere sahip. Ve Soğuk Savaş döneminden farklı olarak içinde İslam ülkelerini, otoriter rejimleri, karma ekonomileri ve görece demokratik ülkeleri de bir araya getirebiliyor. Yani yelpazesi daha geniş denilebilir ve çıkarları çok daha iç içe...

Yine tarihe bir göndermesi var Nye’ın, hemen belirteyim, her göndermesi ‘Küresel Güney’in başarısız olması temennisini barındırıyor içinde. Birleşmiş Milletler bünyesinde bir araya gelen ‘77’ler Grubu’ndan (G77) söz ediyor. G77, 135 ülkeden oluşan ve genelde diplomatik dayanışmayı önceleyen bir öbeklenme... Ne BRICS ile bir ilgisi var, ne de ‘Küresel Güney’ ile... Zira çoğu ‘gelişmekte olan ülkeler’ ve ‘az gelişmiş ülkeler’ diyebileceğimiz pek çok ülkeyi de barındırıyor. Yani bu gönderme, ‘Küresel Güney’i tarif etmekten çok uzak, ancak ileride bir gün bu ülkelerin bir bölümünün BRICS ülkeleri başta olmak üzere, ‘Küresel Güney’in içinde veya çeperinde konumlanabileceği olasılığından hiç söz etmek istemiyor Nye!

Ve başta ABD ve Avrupa Birliği ve onların müttefikleri Japonya, Avustralya, Yeni Zelanda, Kanada gibi gelişmiş ülkeleri de kapsayan ülkelerin ciddi rahatsızlık duydukları BRICS’e geliyor sıra... Biz de bunlara kabaca ‘Küresel Kuzey’ diyelim. Belli ki coğrafi bir tanımlama yapmıyoruz artık! Çin ve Rusya’nın başını çektiği BRICS, ‘Küresel Güney’in cazibe merkezi olmaya en büyük aday bu kesin. İşte Nye’ın sıkıntısı en başta bu! Bu tabii salt Nye’ın sıkıntısı değil, post-emperyalist blokun sıkıntısı aslına bakarsanız. Kısa bir hatırlatma yapalım, BRICS’e artan ilgiyi ortaya koyabilmek için... 2009 yılında Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin ile yolculuğuna başlayan BRICS, hızlı bir genişlemeye hazırlanıyor.

Ağustos ayında düzenlenen 15. BRICS zirvesinde Güney Afrika Cumhuriyeti Devlet Başkanı Cyril Ramaphosa, altı yükselen piyasa ülkesinin (Arjantin, Mısır, Etiyopya, İran, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri) 1 Ocak 2024'te bloka katılacağını açıkladı. Sırada bekleyen çok daha fazla ülke var ve görünen o ki bu genişleme hızlanarak devam edecek ve işte ‘Küresel Güney’ için bir cazibe merkezi doğacak. Bunun bir de sebebi de ekonomik büyümede gelişen ekonomilerin birbirleriyle dayanışmasını güçlendirmek. BRICS bünyesinde kurulan Yeni Kalkınma Bankası (New Development Bank-NDP) da bu amaca hizmet etmek için faaliyete geçti. İşte bu, yeni yeni gelişmekte olan ekonomiler için ayrıca bir çekim unsuru.

Bu genişleme eğilimi Batı'nın canını çok sıkıyor, ve Nye’ı, Project Syndicate’teki makalesinde ortak noktaları değil de, ayrılıkları öne çıkararak BRICS’in neden bir alternatif olamayacağını ispat etme çabasına sokuyor. Söz gelimi Mısır ile Etiyopya arasındaki sınır anlaşmazlıklarından söz ediyor! İran ile Suudi Arabistan’ın tarihsel husumetinden dem vuruyor. Çin ile Hindistan arasındaki sınır anlaşmazlıklarının ve rekabetin altını çiziyor. Tüm bu örnekler, aslına bakarsanız bize ‘Küresel Güney’in önündeki olası tehditleri göstermesi açısından önemli. Ama bu tehdit ne sınır anlaşmazlığı, ne tarihsel husumetler... Aslına bakarsanız bu vurgular, fay hatlarını post-emperyalizmin nasıl tetikleyeceğinin ve ‘Küresel Güney’in her tarafında yeni çatışmaları kışkırtacağının işaretleri!

Şu da bir gerçek ki, artık post-emperyalizm eski gücüne sahip değil ve ideolojik hegemonyası da yıpranıyor. Bu sebeple ‘yumuşak güç’ yerine ‘sert güç’ tercih etmek dışında pek bir imkanı yok. Bu güç yıpranmasını görmek için, gerek Ukrayna’daki kışkırtma gerekse İsrail-Filistin savaşına bu açıdan bakmakta fayda var. Siz buna Afrika’daki Mali, Burkina Faso, Orta Afrika Cumhuriyeti, Nijer’de yaşanan ‘uyanış’ı da ekleyin. Daha düne kadar ABD’nin ve Britanya’nın sözünden çıkamayan Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar’ın, artık her şeye ‘evet’ demediğini de!

İşte tüm bu sebeplerle, ABD ve AB öncülüğünde kışkırtılan yeni bölgesel savaşlar göreceğimiz kesin. Bu, post-emperyalizm için bir taşla iki kuş vurma çabası... Bir yandan BRICS gibi bloklaşmaların önünü kesmek ya da birliğin gelişmesini bir süreliğine sekteye uğratmak, öte yandan gelişen ekonomilerin büyümesini savaş süreçleriyle kesintiye uğratmak için... Deneyecekler ve zorlayacaklar! Ama artık bölgesel savaşları çıkarmak için eskisi kadar kolay kuklalar bulmaları kolay değil. Ne Suudi Arabistan Kralı bir Volodimir Zelenskiy ne de BAE Emiri... Türkiye’nin denge politikası da ortada! ABD, AB, NATO için artık hiçbir şey eskisi kadar kolay değil.

Nye bu sebeple biraz da sinirli bir üslupla ‘Küresel Güney’i karalamak istiyor ve makalesini şöyle bitiriyor: “Gazeteciler ve politikacılar için yüksek, orta, düşük gelirli terminolojisi dilden kolayca düşmüyor ya da manşetlere iyi oturmuyor. Alternatif bir kısaltma bulamadıkları için ‘Küresel Güney’ ifadesini kullanmaya devam edecekler. Ancak dünyanın daha doğru bir tanımıyla ilgilenen herkes, böylesine yanıltıcı bir terime karşı dikkatli olmalıdır”.

İşte sıkıntı böyle bir sıkıntı, ama ister ‘Küresel Güney’ deyin, ister ‘alterglobal bir düzen’ veyahut ‘Batı karşıtı anti-emperyalist blok’ hiç fark etmez, Batı'nın küresel hegemonyası için çanlar çok fena çalıyor ve bu ses Washington’ı da Brüksel’i de çok rahatsız ediyor. Bir gerçek daha var, küresel ekonominin dönüşümü bir zorunluluk ve bunun tek kutuplu bir dünyada olamayacağı artık çok net! Hızla büyüyen, devasa nüfuslara sahip, ekonomik, siyasi ve askeri gücü gelişen ülkeler var ve daha adil bir küresel düzen talebiyle geliyorlar!

QOSHE - Ya ‘Küresel Güney’ ayağa kalkarsa! - Süleyman Karan
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Ya ‘Küresel Güney’ ayağa kalkarsa!

26 17
10.11.2023

Küresel kapitalizmin yapısal bunalımı, küresel kriz döngülerinin zaman aralıklarını daraltıyor, aynı zamanda krizlerin süresini de uzatıyor. Her kriz, bir diğerine göre daha kalıcı ve uzun süreli oluyor. Aslına bakılırsa, 2001’den bu yana krizden ne zaman çıktık ve yeni bir krize ne zaman girdik, bu soruya net bir cevap vermek bile mümkün değil. Her kriz, aynı zamanda gelişen ülkelerle gelişmiş ülkeler arasında bir gerilime de sebep oluyor. Çünkü genelde, küreselleşme sayesinde yıldızı parlamaya başlayan gelişen ekonomilerin pek çoğu, küresel krizlerde en fazla zarar gören ülkeler oluyor. İşte bu sebeple de küresel ekonomi içinde yeni arayışlara yönelik ilgi sürekli olarak artıyor. Bunun en bilindik örneği, artık herkesin merakla izlediği BRICS ve bu oluşumun kısa süre içinde siyasi etkileri olması da beklenmeli.

Şu sıralar gündemde olan ve bundan böyle çok kez duyacağımız bir terim de ‘Küresel Güney’... Son olarak İsrail-Filistin çatışmasında da gündeme geldi, tıpkı daha önce Rusya-Ukrayna savaşında olduğu gibi... Batı'nın gelişmiş ekonomilerinin savaşı körükleyen stratejilerine karşı, gelişen ekonomilerin yönetimleri savaşlara karşı bir tutum alıyor. Zira savaşın küresel ekonomik etkilerinden en çok etkilenen ülkeler onlar. Bu sadece bir örnek, söz gelimi dedolarizasyon da bu ülkelerin özlemle beklediği ve desteklemeye hazır oldukları bir başka mesele. Şimdilik ulusal para birimleriyle dış ticaretin artma eğilimi gündemde, ama asıl hedef doların referans para birimi olarak küresel ticaretteki payının azaltılması... Hemen olacak bir şey değil, ama yavaş yavaş oluyor.

Şu ‘Küresel Güney’in nasıl bir tanım olduğunu anlamak açısından Joseph S. Nye Jr.’ın Project Syndicate’te yayımlanan bir yazısına bakmakta fayda olabilir. Gelişmiş ekonomilerinin ‘Küresel Güney’i nasıl algıladıklarını ve ne kadar rahatsız olduklarını daha iyi anlamak için. Zira bu kişi Harvard Üniversitesi’nde bir profesör ve aynı zamandan ABD Savunma Bakanı’nın eski yardımcısı... Önce coğrafi açıdan ‘Küresel Güney’ terimini eleştirerek giriyor yazıya. ‘Küresel Güney’e öncülük etmek için yarışan gelişen ekonomilerin üç devinin, yani Rusya, Çin ve Hindistan’ın, ekvatorun kuzeyinde kaldığını belirterek ‘Küresel Güney’ teriminin yetersiz bir tanımlama olduğunu iddia ediyor. Ve buradan yola çıkarak ‘Küresel Güney’in bir ekonomik tanımlamadan çok siyasi bir tanımlama olduğunu belirtiyor. Doğru, zira bu coğrafi olmanın ötesinde post-emperyalist ülkelere karşı bir dayanışma paktının nüvesi gibi de görülebilir, ancak ortak çıkar ve kalkınmayı, aynı zamanda ekonomik özgürlüğü de hedefliyor. Yani doğal olarak ekonomik olduğu kadar siyasi bir öbeklenme de...

Nye, sonra bir gönderme yapıyor geçmişe, hani Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’nin efsanevi lideri Josip Broz Tito’nun önderliğini yaptığı ‘Bağlantısızlar Hareketi’ne... 1955 yılında Endonezya’nın Bandung kentinde bir aya gelen........

© Gazete Duvar


Get it on Google Play