Günümüzde bilimin öncülüğünün ABD’de olduğu tartışılmaz bir gerçek. Bilim anlayışı yanlış ve öncelikleri geniş kitlelerin gereksinimlerine uygun olmayabilir ama kendi politikasını tüm dünyaya kabullendirmiş durumda ve hangi parametreye bakarsanız bakın açık ara önde. En çok yayın, en etkili yayın, en çok değini, en çok Nobel, en gelişmiş laboratuvarlar, en iyi üniversiteler… Hiç fark etmiyor hepsinde net bir üstünlükleri var.

Aslında ABD’nin bilim egemenliği çok eski değildir, yaklaşık otuz yıl önce, 1990’lı yıllarla birlikte bu konuma geldiğini söyleyebiliriz. Evet, öncesinde de önemli bir yere sahipti ama Avrupa ve SSCB’nin de bir ağırlığı vardı. Aralık 1991’de SSCB’nin resmen sonlanmasıyla en önemli rakip çekilmiş oluyordu. O dönemde Avrupa Birliği de kritik bir hata yaparak 1999 Bologna Bildirgesi’nin gerekçe bölümünde “Rönesans ve Aydınlanma ile başlayan Avrupa’nın bilimdeki önderliğinin artık kaybedildiği” saptamasıyla ABD piyasa sistemine geçiş yapıyordu. Gerçekten de son döneme kadar bilimdeki neredeyse tüm atılımlar Avrupa kaynaklıydı ve Bologna ile birlikte kendi üniversite/bilim geçmişini reddeden bir anlayışı seçiyordu. Elbette bu sadece basit bir tercih değil, küresel kapitalizmin politika değişikliğinin getirdiği bir durumdu.

ABD’nin bilimdeki atılımında iki önemli hamle olduğu söylenir. Bunlardan ilki 1945 yılında ABD Başkanı Truman’a sunulan 37 sayfalık Bilim-Sonsuz Sınır (Science-The Endless Frontier) başlıklı raporun yaşama geçirilmesiydi.

Raporu hazırlayan Vannevar Bush, Massachusetts Institute of Technology’de (MIT) çalışan bir akademisyendi. 1931 yılında çok değişkenli diferansiyel denklemlerin çözümü için geliştirdiği yöntem, top mermilerinin izleyeceği yolun hesaplanmasında kullanılmıştı. Sonrasında orduyla farklı projeler yaparken, bilim dünyası-sanayi-ordu arasındaki iletişimsizlik dikkatini çeker ve İkinci Dünya Savaşı sırasında Ulusal Savunma Araştırma Komitesi (National Defense Research Committee) ve Bilimsel Araştırma ve Geliştirme Ofisi (Office of Scientific Research and Development) kurulması önerileri kabul edilir. Bu kurumlar savaş sırasında antibiyotik araştırmalarından patlayıcılara, yapay kandan radarın daha duyarlı hale getirilmesine ve atom bombasının geliştirilmesine kadar pek çok projeyi yaşama geçirmiştir.

Bütün dünya savaşırken ABD gerek ülke topraklarının sıcak savaştan uzak kalması gerekse Bush’un merkezileşmiş araştırmalarının neredeyse tümünün sonuç vermesiyle bilimde ciddi bir atılım gerçekleştiriyordu. Bunun üzerine Başkan Roosevelt, tüm bu başarıların sürekli hale gelebilmesi için neler yapılması gerektiği konusunda Bush’un bir çalışma yapmasını ister. Bu çalışmada savaş sanayi ve tıp alanına özel önem verilmesi, gençliğin ilgisinin bilime nasıl yöneltileceği sorusunun yanıtlanması ve özel sektöre devletin nasıl destek olabileceğinin araştırılması özellikle istenmekteydi. Savaşın bitmesine dokuz ay kala çalışmaya başlayan Bush, raporu 25 Temmuz 1945’de yeni başkan Truman’a sunar ve kısa süre içerisinde kabul edilir.

Raporun en önemli kısımlarından biri günümüzde halen varlığını koruyan Ulusal Araştırma Vakfı’nın (The National Research Foundation) kurulmasıydı. Liberal görünümlü bir yapı içerisinde neredeyse tüm araştırmalar kamu kaynaklarıyla destekleniyor ve merkezi bir denetlemeye alınıyordu. Aslına bakarsanız raporun bu kısmının önemli ölçüde SSCB’den esinlendiğini söylenebilir. Raporda yer alan önemli bir nokta da o güne dek görece piyasa dışında tutulan tıp ve askeri alandaki bilimsel gelişmelerin de piyasaya açılmasıydı. Ayrıca, kamu kaynaklarından karşılanan araştırmalardan eğer kazanç elde ediliyorsa, bu yapan kuruma bırakılıyordu. ABD yüksek öğreniminin önemli bir öğesi olan burs sistemi de bu raporla birlikte yaygınlaşıyordu.

Yazının başlarında dediğim gibi, Vannevar Bush raporu ABD’nin ilk atılımıydı. İkincisini ise Sputnik şoku sonrası aldıkları önlemlerle yaşadılar. Artık o da başka bir yazıya.

Meraklısına; rapora https://www.nsf.gov/od/lpa/nsf50/vbush1945.htm bağlantısından ulaşılabilir.

QOSHE - İzge Günal yazdı: Bilim-Sonsuz Sınır - İzge Günal
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

İzge Günal yazdı: Bilim-Sonsuz Sınır

23 5
12.11.2023

Günümüzde bilimin öncülüğünün ABD’de olduğu tartışılmaz bir gerçek. Bilim anlayışı yanlış ve öncelikleri geniş kitlelerin gereksinimlerine uygun olmayabilir ama kendi politikasını tüm dünyaya kabullendirmiş durumda ve hangi parametreye bakarsanız bakın açık ara önde. En çok yayın, en etkili yayın, en çok değini, en çok Nobel, en gelişmiş laboratuvarlar, en iyi üniversiteler… Hiç fark etmiyor hepsinde net bir üstünlükleri var.

Aslında ABD’nin bilim egemenliği çok eski değildir, yaklaşık otuz yıl önce, 1990’lı yıllarla birlikte bu konuma geldiğini söyleyebiliriz. Evet, öncesinde de önemli bir yere sahipti ama Avrupa ve SSCB’nin de bir ağırlığı vardı. Aralık 1991’de SSCB’nin resmen sonlanmasıyla en önemli rakip çekilmiş oluyordu. O dönemde Avrupa Birliği de kritik bir hata yaparak 1999 Bologna Bildirgesi’nin gerekçe bölümünde “Rönesans ve Aydınlanma ile başlayan Avrupa’nın bilimdeki önderliğinin artık kaybedildiği” saptamasıyla ABD piyasa sistemine geçiş yapıyordu. Gerçekten de son döneme kadar bilimdeki neredeyse tüm atılımlar Avrupa kaynaklıydı ve Bologna ile birlikte kendi üniversite/bilim geçmişini reddeden bir anlayışı seçiyordu. Elbette bu sadece basit bir tercih değil, küresel kapitalizmin politika değişikliğinin getirdiği bir durumdu.

ABD’nin bilimdeki atılımında iki önemli hamle olduğu söylenir. Bunlardan ilki 1945........

© Gazete Manifesto


Get it on Google Play