Geçen yazımda, AKP’nin politikalarından söz ederken, “20 küsur yıldır IMF programı doğrultusunda uygulanan AKP politikalarının, araçsallaştırılmış bir siyasi organ üzerinden uygulamaya koyulmuş küresel kapitalist, emperyalist politika olduğunu…” vurgulamıştım. Bu vurgulamayla, Türkiye’nin tek başına buralara sürüklenmediğini görmemiz gerektiğini söylemeye çalışmıştım. Açıkça görmemiz gerekir ki, bu sürükleniş, tek başına siyasi kadronun işi olmayıp, uluslararası ekonomik programın bir parçası olarak, başlangıcı ve aşamaları olan bir süreçtir. Geçen yazıda süreç üzerinde kısaca konuşmuş olduğumuza göre, bu yazıda geleceğe yönelik politikalar üzerinde durmamız gerekmektedir.

Olası çözümler üzerinde geçen yazıda çıkış yolunun emperyalist sistemden kurtularak, sosyalizm olduğunu vurguladıktan sonra, doğal olarak emekçiler üzerinde yoğunlaşmıştım, çünkü bu mücadelede en fazla ezilenler emekçilerdir ve bu mücadeleden çıkış yolunu zorlayacak olanlar da yine emekçiler olacaktır. Üzerinde yoğunlaştığımız emekçilerin şu iki kanaldan etkilenir ve hareketlenir olduklarını saptayabiliriz:

Her iki alanda da sendikaları görevlendirmek, devamlı tartıştığımız gibi, fazla verimli olamayacaktır. Bunun sebebi, maalesef, sendikaların emek mücadelesini adeta bir tür “sürdürülebilir sömürü” tuluatına dönüştürmekte başarılı olmasıdır. Sendikaların gerek örgütlenme biçimleri, gerek yaptıkları sendikal eğitimler itibariyle sistemin sorunları ve emekçilerin sömürülmesi gibi can alıcı konular üzerinde durmayıp, mücadele konularını salt örgütlenme ve iş-içi sorunlara yoğunlaştırdığı görülmektedir. Hatta ‘kalite çemberleri’ gibi üretime yönelik etkinleştirme seminerlerinde dahi, emekçilerin ücret konularını konuşmalarının yasaklanması dahi sendikal çabaların örtülü biçimde ne denli sermaye yanlı olduğunu sergilemektedir. Kısacası, sendikal faaliyetlerin emekçilerin örgütlenmesi açısından yararlı olmakla beraber, siyasi bilinç geliştirme açısından fazla işlevsel olmadığı, hatta emekçileri kısıtlı direnişlerle belirli düzen içinde tutmada başarılı olabildiği görülmektedir. Burjuva demokrasisinde sendikalara verilen görev çerçevesinde sendikal eğitim faaliyetlerinden de sistem karşıtı fazla bir şey beklenemez.

Bu durumda, emekçilerin siyasallaşması kaçınılmazdır. Siyasallaşma süreci ise, yukarıda belirtilen ve sair benzeri sebeplerle sendikalardan beklenmemelidir. Günümüzün örgütlenme koşullarında siyasallaşma ancak siyasal partilerde yapılır. Bu bağlamda, çetin ikili olarak karşımıza dikilen emekçilerin siyasallaşması ve siyasal partiler meselesi, tüm sol düşünürlerin gerek eğitim süreci, gerek örgütlenme biçimleri bağlamında üzerinde hassasiyetle durmaları gereken çok çetrefil ve çetin bir konudur. Zira meselenin örgütlenme ayağı ayrı bir güç meseledir, eğitim ise çok daha ayrı ve bir hayli de güç bir meseledir. Nitekim henüz siyasi alanlara dahi girilmemişken, bugün tartışılan farklı bir sendikalaşma modelinin çetrefilliği bunu göstermektedir.

Düşüncem odur ki, sendikaların güncellenmesi meselesini sendikalara bırakmak yerine, siyasi örgütler ve sendikalar arasında ilişki kurulmasını sağlayarak, sendikal gelişme yolunun siyasallaştırılması kaçınılmazdır. Hatta göreli konumlarına bağlı olarak, nihai aşamada, ağırlıklı olarak sendikalaşma ya da ağırlıklı olarak siyasallaşma alanının güç kazanma riski olsa da bu yol kaçınılmazdır. Tarihsel diyalektik siyasi yolu başat kılsa da, ilk aşamalarda kargaşa, hatta çatışma dahi ortaya çıkabilir.

Sendika-siyaset birlikteliği ya da işbirliği, her iki tarafın da şimdiye kadar günahı gibi çekindiği bir mesele olduğu halde, bu konuda kaçınılmaz olarak, hatta görevleri itibariyle zorunlu yapılması gereken çok ciddi atılımlar vardır, olmalıdır. Bir kere, eğitim ve eylem alanları farklı kademelerde müşterekleştirilebilir. Böylece, gerek fikir alış verişinde, gerek siyasetin emekçi kesimlerine benimsetilmesinde çok önemli bir aşama aşılmış olabilir. Günümüzde sendikal ve siyasal faaliyetlerin birbirini dışlarcasına yarıştırılması, burjuva politikası olarak emekçilerin bölünmesi mantığına analojiktir. Ne yazık ki, emekçilerin bölünmesinde olduğu gibi, emekçi örgütlerinin de bölünerek, sendikal faaliyetler ile siyasal faaliyetlerin ayrıştırılmasında, kapitalist ideolojiye uygun olarak burjuva politik yapılanması fevkalade başarılı olmuştur. Geçmişte Orta Avrupa ülkelerinin birçoğunda siyasal yaftalı sendikaların mevcudiyeti önemli tarihsel örnekler olarak karşımızda durmaktadır. Sermayenin başatlığında, neoliberal dönemde sendikalar etki(n)sizleştirildiği gibi, sendika-siyaset ilişkisi de kesilmiştir. Çünkü bir politika olarak liberalizm tüm toplumu ve insanları değil, salt sermayeyi kapsamakta olarak, bu birleşmeyi hukuk tehdidi altında yasaklamıştır.

Eğitim ve eylem alanlarında sendika-siyaset birlikteliği ya da dayanışması, üzerinde ciddi olarak durulacak ve projeler geliştirilecek önemli bir konudur. Bu bağlamda, sendikaların eğitim faaliyetlerinde iktisat konularına, özellikle de Marksist öğretiye, tedrici de olsa, yer verilerek gerek yöneticileri gerek emekçileri konu ile aşina durumuna getirilmesi ilk aşamalar olabilir. Bu faaliyetlerde gerek siyasi partilerin gerek akademinin sol cephesinden destek alınabilir.

Siyasi partilerin de eğitim ve eylemlerinde sendikalarla bugünkünden çok daha girift ilişki içinde olması, her iki örgüt yapılanmasının yakınlaşmasına olduğu kadar, emekçilerin mücadelesinde ciddi hak arama yollarını açmada da büyük kazanımlar sağlayabilir. Bu girişim, burjuva hâkimiyetinin sendika ve siyaseti ayrıştırmasına karşıt olarak, sermayeye korku salacak ve emekçi haklarına daha saygılı olmaya yöneltebilecektir.

Burjuva demokrasisinde sendikaların siyasi parti ilişkileri yasaklıdır. Doğrudur, ancak bu durum önce örtülü fiili girişimlerle aşılabilir, hatta böylesi zorlamalar ileriki dönemlerde bir yasa değişikliğine dahi yol açabilir. Burjuvazi demokrasi anlayışının sendikaları sistem ideolojisi içinde tutması, özünde, siyaset yapmasına izin verirken, ideolojisinde sermaye yanlı olmasına emretmesi demektir. Hatta, denebilir ki, sendikal faaliyetler olmasa emekçiler çok daha özgür olabilir!

Burjuvazi toplumlarında sol siyasi örgütler ideolojileri doğrultusunda emek yanlısı olarak görülür. Sendikal örgütler ise, tam tersi, burjuvazi ideoloji baskısı altında örtülü sermaye örgütleri olarak görülmelidir. Hal böyle olunca, burjuvazinin başat olduğu toplumlarda, iki zıt amaçlı örgütsel yapılanmanın, gerek eğitimde, gerek eylemde bir araya getirilmeleri hayli zor olmakla beraber, bu yolun açılması emekçilerin özgürleşmesinde ve hakçı bir düzenin kurulmasında önemli bir aşama olabileceği düşünülebilir.

Bu konu üzerinde, hukukçuların da tartışmaya katılmasıyla, çok daha derin düşünmemiz ve fikir alış verişinde bulunmamız dileklerimle, sağlıcakla kalınız.

QOSHE - Prof. Dr. İzzettin Önder yazdı: Sömürüye karşı mücadele - İzzettin Önder
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Prof. Dr. İzzettin Önder yazdı: Sömürüye karşı mücadele

10 11
16.01.2024

Geçen yazımda, AKP’nin politikalarından söz ederken, “20 küsur yıldır IMF programı doğrultusunda uygulanan AKP politikalarının, araçsallaştırılmış bir siyasi organ üzerinden uygulamaya koyulmuş küresel kapitalist, emperyalist politika olduğunu…” vurgulamıştım. Bu vurgulamayla, Türkiye’nin tek başına buralara sürüklenmediğini görmemiz gerektiğini söylemeye çalışmıştım. Açıkça görmemiz gerekir ki, bu sürükleniş, tek başına siyasi kadronun işi olmayıp, uluslararası ekonomik programın bir parçası olarak, başlangıcı ve aşamaları olan bir süreçtir. Geçen yazıda süreç üzerinde kısaca konuşmuş olduğumuza göre, bu yazıda geleceğe yönelik politikalar üzerinde durmamız gerekmektedir.

Olası çözümler üzerinde geçen yazıda çıkış yolunun emperyalist sistemden kurtularak, sosyalizm olduğunu vurguladıktan sonra, doğal olarak emekçiler üzerinde yoğunlaşmıştım, çünkü bu mücadelede en fazla ezilenler emekçilerdir ve bu mücadeleden çıkış yolunu zorlayacak olanlar da yine emekçiler olacaktır. Üzerinde yoğunlaştığımız emekçilerin şu iki kanaldan etkilenir ve hareketlenir olduklarını saptayabiliriz:

Her iki alanda da sendikaları görevlendirmek, devamlı tartıştığımız gibi, fazla verimli olamayacaktır. Bunun sebebi, maalesef, sendikaların emek mücadelesini adeta bir tür “sürdürülebilir sömürü” tuluatına dönüştürmekte başarılı olmasıdır. Sendikaların gerek örgütlenme biçimleri, gerek yaptıkları sendikal eğitimler itibariyle sistemin sorunları ve emekçilerin sömürülmesi gibi can alıcı konular üzerinde durmayıp, mücadele konularını salt örgütlenme ve iş-içi sorunlara yoğunlaştırdığı görülmektedir. Hatta ‘kalite çemberleri’ gibi üretime yönelik etkinleştirme seminerlerinde dahi, emekçilerin ücret konularını konuşmalarının yasaklanması dahi sendikal çabaların örtülü biçimde ne denli sermaye yanlı olduğunu sergilemektedir. Kısacası, sendikal faaliyetlerin emekçilerin örgütlenmesi açısından yararlı olmakla beraber, siyasi bilinç geliştirme açısından fazla işlevsel olmadığı, hatta emekçileri kısıtlı direnişlerle belirli düzen içinde tutmada başarılı olabildiği görülmektedir. Burjuva demokrasisinde sendikalara verilen görev çerçevesinde sendikal eğitim faaliyetlerinden de sistem karşıtı fazla bir şey beklenemez.

Bu........

© Gazete Manifesto


Get it on Google Play