Dünyada her yıl “kimi dillerin” tedavülden kalktığını, artık konuşulmadığını bir tarafa bırakın, konuşanının da kalmadığını neredeyse artık bilmeyen kalmadı!
Baskı altındaysa bir dil, kendini geliştirme şansı yoksa dilin, asimilasyon ve inkâr, sürekliliğini koruyarak egemen politika şeklinde ilânihaye tezahür ediyorsa; hangi dil olursa olsun bu acımasız son, yani dilin ebediyen yok oluşu o dili de bir gün bulacak, kapısını çalacak, nitekim buluyor da!


Mesela Kürtler geçtiğimiz yüzyılın ilk çeyreğiyle birlikte neredeyse koca bir yüz yıldır bütün baskılara ve asimilasyon politikalarına rağmen; kimi kez “anayasal vatandaşlık”, kimi kez “azınlık” tartışmaları içine taşınadurarak sayısal çokluklarını korudular.


Peki, korudular da ne oldu?

Mesela dilleri, Kürtçe ne oldu? Giderek yok oluyor, evet sanılanın aksine giderek yok oluyor Kürt dili.
Çocuklara Kürtçe isimler konuldu, konulmakta da ısrar ediliyor. İyi ki de ısrar ediliyor.
Diyarbakır’daki ya da bölgenin kimi okullarındaki herhangi bir sınıf listesinin öğrenci isimlerine baktığınızda kimilerinize adeta “kod adı” gibi gelecek on binlerce Dara, Rumet, Farqîn, Azad, Baran, Rojda, Brüsk, Berçem, Berfin, Dengin ve daha niceleri ile karşılaşırsınız. Çok da hoşunuza gider. Hatta gurur duyarsınız, isme, kimliğe sahip çıkılıyor diye…


Kürtçe çocuk adlarında ısrar evet çoğu kez bir tepkidir. Ama ötesi koca bir boşluktur, koca bir yabancılaşmadır, koca bir kendine “yalandır” sanki! Biliyorum bu ifade biraz “sert” oldu. Ama neylersiniz ki somut gerçekliğin tezahürü maalesef böyle…

Günün hemen her saatinde herhangi bir Azad’ın ya da Rûken’in elinden tutmuş bir anne ya da babının çocuğuyla gayet düzgün Türkçe konuşmasına tanık olmanız her zaman mümkün.


Çoğu kez bu çocuklar kendilerine konulan isimlerinin anlamını dahi bilmemekte! Çocukların elbette “düzgün Türkçe konuşması”nda şaşılacak ya da karşı durulacak bir durum yok tabii ki! Asıl mesele kendi köklerine yabancılaşma meselesi!
Çünkü anadilleri, yani analarının ve babalarının birbirleriyle dahi artık konuş(a)madıkları dil, yani Kürtçe öte yakada kalmıştır.


İşte anadilinin sonraki kuşaklar açısından sürdürücüsü olabilecek çocuklara taşınmasının ötelenmesi, ertelenmesi ya da yok varsayılması böyle bir yabancılaşmayı beraberinde getiriyor ne yazık ki!


Kürtler istediği kadar siyaset manasında üst politikalar yapsınlar!
İstedikleri kadar siyasal talepkârlık manasında iktidarları zorlayan siyasal önermelerle istedikleri her bir şeyi isteyedursunlar! Hatta istiyorlar da nitekim; misal “seçmeli değil zorunlu / resmî olsun” da diyorlar.


Eğer bugün Kürt ana babalar, Kürt çocuklarının kendi anadillerini konuşmalarını öteliyorsa, konuşamıyorsa, hatta konuşmuyorsa bu vahamettir. Hatta seçmeli Kürtçe ders mevzuunda dahi “ikircikli” davranıyorsa mevzuu bitmiştir, geçmişler ola…
Bu, dilin yani Kürtçenin ebedi istirahatgahına ölesiye yolculuğudur bizden söylemesi. Hatta Kürtçesini dillendireyim de içim rahat etsin: “Mirî ê meye, Serê we sax be”.


Sayısal manada çok olmak, aslında dilin de aynı oranda gündelik hayatta ve bilcümle her alanda dolaşımıyla ilintilidir.
Dil yoksa, halk da yoktur. Belki halk o an için vardır. Ama dilin kullanımdan düşürülmesi bir süre sonra kimlik manasında “halk” olmanın da manasızlaşacağının adeta göstergesidir.


İşte, bu vesileyle 25 yıldır UNESCO tarafından dünyanın her yerinde 21 Şubatlarda kutlanagelen “Anadili Günü”nü sanki her bir gün anadili günüymüş gibi gündemleştirmek gerek!
Mesela mümkün olduğunca medyayı da görsel işitsel ve duyusal manada kullanarak o / bu günü, anadilde ısrarın göstergesi haline dönüştürmek iyi bir adım olsa gerek diye düşünüyorum.
Sonraki günlere de altyapı oluşturmasına vesile olması istenciyle tabii ki...

QOSHE - Anadili Günü’nün Kürtçe’yle İmtihanı - Şeyhmus Diken
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Anadili Günü’nün Kürtçe’yle İmtihanı

13 9
21.02.2024

Dünyada her yıl “kimi dillerin” tedavülden kalktığını, artık konuşulmadığını bir tarafa bırakın, konuşanının da kalmadığını neredeyse artık bilmeyen kalmadı!
Baskı altındaysa bir dil, kendini geliştirme şansı yoksa dilin, asimilasyon ve inkâr, sürekliliğini koruyarak egemen politika şeklinde ilânihaye tezahür ediyorsa; hangi dil olursa olsun bu acımasız son, yani dilin ebediyen yok oluşu o dili de bir gün bulacak, kapısını çalacak, nitekim buluyor da!


Mesela Kürtler geçtiğimiz yüzyılın ilk çeyreğiyle birlikte neredeyse koca bir yüz yıldır bütün baskılara ve asimilasyon politikalarına rağmen; kimi kez “anayasal vatandaşlık”, kimi kez “azınlık” tartışmaları içine taşınadurarak sayısal çokluklarını korudular.


Peki, korudular da ne oldu?

Mesela dilleri, Kürtçe ne oldu? Giderek yok oluyor, evet sanılanın aksine giderek yok oluyor Kürt dili.
Çocuklara Kürtçe isimler konuldu, konulmakta da ısrar ediliyor. İyi ki de ısrar ediliyor.
Diyarbakır’daki ya da bölgenin kimi okullarındaki herhangi bir sınıf listesinin öğrenci isimlerine baktığınızda kimilerinize adeta “kod adı” gibi gelecek on binlerce Dara, Rumet, Farqîn, Azad, Baran, Rojda, Brüsk, Berçem, Berfin, Dengin ve daha niceleri ile karşılaşırsınız. Çok da hoşunuza gider. Hatta gurur........

© Güneydoğu Ekspres


Get it on Google Play