“İsrâ ve Mi’râc” mucizesinin Recep ayının 27. gecesi vuku bulduğu rivayet edilir. Gece yolculuğu veya yürüyüşü demek olan “İsrâ” ile yükseğe çıkmak anlamındaki “Mi’râc”ın hakikatini çok iyi anlamalıyız.

Bu bağlamda Efendimizin (s.a) İsrâ ve Mi’râc olayını bedenen mi, ruhen mi, yoksa rüyada mı yaşadığını tartışmanın bize bir yararı olmaz; zira yüce Allah (c.c), kulu Muhammed’e (s.a) her üçünü yaşatmaya da kadirdir. Dolayısıyla önceliğimiz, İsra ve Mi’râc’ın muhteşem mesajını anlamak ve yaşamaya çalışmaktır.

Mevlid-i Şerif (Vesiletü’n-Necât) yazarı Süleyman Çelebi merhum, İsrâ ve Mîrâc olayını anlatırken; “Ne mekân var anda ne arz u semâ” diyerek Allah’ın yer ve gök gibi mekânlardan münezzeh; “Kim ne hâlîdir ne mâli ol mahal” diyerek de o mahallin ne boş ne de dolu olduğunu hatırlatır. Yine “Şeş cihetten ol münezzeh zül-celâl / Bî kem u keyf ana gösterdi cemâl” diyerek, altı cihet-yön’den (ön, arka, sağ, sol, yukarı, aşağı) münezzeh olan Celâl sahibi Allah’ın (c.c) Efendimize (s.a) nicelik ve nitelik olmaksızın cemalini gösterdiğini; keza O’nunla harf, lafz, ses olmadan, şeksiz-şüphesiz ve benzersiz bir şekilde konuştuğunu belirtir: “Bî hurûf u lafz u savt ol Padişâh / Mustafâ’ya söyledi bî-iştibâh.” Kısaca Allah Teâlâ, kutlu Peygamberiyle bizim kavrayamayacağımız bir biçimde, zaman ve mekân boyutlarının ötesinde konuşmuş, ona bazı âyetlerini göstermiş, vahyedeceğini vahyetmiştir (İsrâ 17/1; Necm 53/10-11). Olayın mahiyetini bizim aklımızın alması mümkün değildir: “Akl u fikr etmez o hâli fehm ü hall.”

Ama Allah’ın verdiği akılla, Allah Teâlâ’nın, kulu Muhammed’e İsrâ-Mi’râc’da verdiği mesajları anlayabiliriz. Bu mesaj, İsrâ olayının anlatıldığı İsrâ suresi ve özellikle mümin birey ve toplumun temel özelliklerinin sıralandığı 22-39. âyetleri ile Mi‘râc’ın anlatıldığı Necm sûresinin 1-18. âyetlerinde yer alır. Keza, Mirâc gecesi nazil olduğu rivayet olunan Bakara suresinin son iki âyeti de bu çerçevededir.

Süleyman Çelebi ise, Mîrâc’ın en önemli mesajını/hediyesini şöyle özetler: “Sen ki mi‘râc eyleyub ettin niyâz / Ümmetin mi‘râcını kıldım namâz”. Hiç şüphe yok ki, İsrâ ve Mi’râc’ın en büyük hediyesi “namaz”dır; Sahih-i Buhari’nin Kitabu’s-Salât bölümünde de geçtiği üzere namaz, bu gecede beş vakit olarak farz kılınmıştır. Alimler bu konuda ittifak halindedir. Namazın Tahiyyât bölümünde okuduğumuz Resulullah (s.a) ile Rab Teâlâ (c.c) arasındaki konuşma da Mîrâc’da gerçekleşmiştir ve her birimiz her namazda Tahiyyât’ı okurken kendimizi Efendimizin (s.a) yerine koyarak o Mi’râc heyecanını yaşamalıyız:

Resulullah (s.a), İlâhî Huzur’a vardığında önce bütün salât ve selâmlarını, ibadetlerini Rabbine sundu:

“Et-tahiyyâtu li’llahi ve’s-salevâtu ve’t-tayyibât: Bütün selâmlar, senâlar, övgüler, malî ve bedenî ibadetler, mülk, azamet ve salâtlar, dualar Allah’a mahsustur.”

Allah Teâlâ, Resûl’üne şöyle selâm verdi:

“Es-Selâmu ‘aleyke eyyühe’n-Nebiyyü ve rahmetu’llahi ve berakâtuh: Ey Nebî! Selâm da, Allah’ın rahmeti ve tüm bereketleri de senin üzerine olsun!”

Efendimiz (s.a) ise Rabbimizin selâmını kendisinin ve tüm sâlih kulların üzerine aldı:

“Es-selâmu aleynâ ve ‘alâ ‘ibâdi’llahi’s-sâlihîn: Selâm bizim ve Allah’ın sâlih kullarının üzerine olsun!”

Rivayete göre, bu duruma tanık olan melekler de hep bir ağızdan şehadet getirdiler:

“Eşhedü en-lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden ‘abdühû ve resûlüh: Şahitlik ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur ve şahitlik ederim ki Muhammed onun kulu ve elçisidir.”

Demek ki, namaz ibadetimizin her “ka’de”sinde Tahiyyât’ı okurken; Resulullah Efendimizin Rabbi ile yaptığı bu konuşmaları hatırlayıp miracı yaşamalı ve her namazda İlahî Makam’a kanatlanmalıyız. Böylece Efendimizin, “Namaz müminin mi‘râcıdır” hadisinin gereğini doya doya yaşamalıyız.

Necm suresinde (53/14-15) Efendimizin ulaştığı yer Cennetü’l-Me’vâ yanındaki Sidretü’l-Müntehâ olarak açıklanır. Namazda mi‘râcı yaşayıp Cennetü’l-Me’vâ’ya nail olmanın sırrı ise şu ayette saklıdır:

“Kim de Rabbinin huzurunda duracağından korkar ve nefsini (kötü) arzularından alıkoyarsa, şüphesiz, cennet onun sığınağıdır.” (Naziât 79/40-41)

Mi’râcımız mübarek olsun; her namazımız bizi günde beş defa İlahi Huzur’a taşıyan mi’racımız olsun...

Abdullah Yıldız / Yeni Akit Gazetesi

QOSHE - Miracımız Namaz - Abdullah Yıldız
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Miracımız Namaz

13 0
06.02.2024

“İsrâ ve Mi’râc” mucizesinin Recep ayının 27. gecesi vuku bulduğu rivayet edilir. Gece yolculuğu veya yürüyüşü demek olan “İsrâ” ile yükseğe çıkmak anlamındaki “Mi’râc”ın hakikatini çok iyi anlamalıyız.

Bu bağlamda Efendimizin (s.a) İsrâ ve Mi’râc olayını bedenen mi, ruhen mi, yoksa rüyada mı yaşadığını tartışmanın bize bir yararı olmaz; zira yüce Allah (c.c), kulu Muhammed’e (s.a) her üçünü yaşatmaya da kadirdir. Dolayısıyla önceliğimiz, İsra ve Mi’râc’ın muhteşem mesajını anlamak ve yaşamaya çalışmaktır.

Mevlid-i Şerif (Vesiletü’n-Necât) yazarı Süleyman Çelebi merhum, İsrâ ve Mîrâc olayını anlatırken; “Ne mekân var anda ne arz u semâ” diyerek Allah’ın yer ve gök gibi mekânlardan münezzeh; “Kim ne hâlîdir ne mâli ol mahal” diyerek de o mahallin ne boş ne de dolu olduğunu hatırlatır. Yine “Şeş cihetten ol münezzeh zül-celâl / Bî kem u keyf ana gösterdi cemâl” diyerek, altı cihet-yön’den (ön, arka, sağ, sol, yukarı, aşağı) münezzeh olan Celâl sahibi Allah’ın (c.c) Efendimize (s.a) nicelik ve nitelik olmaksızın cemalini gösterdiğini; keza O’nunla harf, lafz, ses olmadan, şeksiz-şüphesiz ve benzersiz bir şekilde konuştuğunu belirtir: “Bî hurûf u lafz u savt ol Padişâh / Mustafâ’ya söyledi bî-iştibâh.” Kısaca Allah Teâlâ, kutlu Peygamberiyle bizim kavrayamayacağımız bir biçimde, zaman ve mekân boyutlarının ötesinde konuşmuş, ona bazı âyetlerini göstermiş, vahyedeceğini vahyetmiştir (İsrâ 17/1; Necm 53/10-11). Olayın........

© Haber7


Get it on Google Play