Sosyal medya çağında bir kitle örneği olarak Pakistan’da “cuf cuf”larıyla maruf bir karakterin “müritleri” incelenmeli ve nasıl bir akılsızlıkla karşı karşıya olduğumuzun panoraması çıkarılmalıdır.

Ve bu hâl sadece Pakistan ile de sınırlı değildir.

Geleneksel ilmî kaynaklarından ve kültüründen kopan insanların “güya şeyh” birinin karşısında aklı tamamen bir kenara bırakarak nasıl kendinden geçebildiklerini görünce, ister istemez insanın aklına Gustave Le Bon’un; “Kitlelerin aklı yoktur” sözü geliyor.

Kitlelerin tarih boyunca hep temel bir karakteri vardı zaten.

Lakin sosyal medya çağının ”dijital kitleler”i çok daha ilginç özellikler sergiliyorlar.

Sosyal medya, insanları sadece okumaktan koparmadı.

Aynı zamanda hakikatleri parçalayarak fragmanlaştırdı ve bütüncül yapısını da bozdu.

Bütüncül yapısı bozulan hakikatin idraki de ortadan kalkınca sahtekârlıklara, medyumluklara geniş kapılar açıldı.

Darrida’nın “yapıbozum” olarak ifade ettiği zeminden Cahantal Mouffe’un şu cümlesine bakınca karşı karşıya olduğumuz şey çok daha anlamlı hâle geliyor; “Buldukları kitapları çözündürüp anonim, köksüz, yüzergezer söylemler hâline getirdiler.”

Evet, artık karşı karşıya olduğumuz şey bir “paramparça”lıktır.

Tıpkı sistematik düşünmemizi sağlayan kavramların parçalanması gibi, onların çimento olduğu her şey de parçalandı.

Bu parçalanmayı her sosyolojik katmanda görmek mümkün aslında.

Ailede de bu derin krizin doğurduğu şiddet ve parçalanma artık toplumların geleceğini tehdit eder hâle gelmiş durumda.

Bugün meseleyi sadece “dinî cemaatler” boyutundan görmeye çalışan dar kafaların da temel sebeplerden çok uzak olduğu ortadadır.

Onlara da Max Horkheimer’ın şu cümlesiyle sesleneyim: “Ancak özgürleşme adına kutsaldan kaçan birey, bu kez ideologların pençesine düşmekten ve onların elinde âdeta bir piyon olmaktan da kurtulmuş değildir.”

Evet, aydınlanma çağını başlatanlar da -aklı tanrılaştırarak- işte bu temel hataya düştüler.

Bilimciliği tek hakikat olarak görenler ise bu defa “baskıcı bilim” anlayışıyla kendilerini kitlelere dayattılar.

Oysa insan, akıl ve duygudan ibarettir ve uyumu da şarttır.

Sadece aklı öncelerseniz, yönetilemez bir atomize parçalanma ortaya çıkar.

Sadece duyguya yöneldiğinizde ise sürekli bir vecd hâliyle -ama dinî ama seküler- sömüren bir yapının piyonu olursunuz.

Artık akılsızlık öyle bir raddeye varır ki komutun kimden geldiği ya da içeriğinin ne olduğu hiçbir anlam taşımaz.

Evet, ekolu bir “cuf cuf”un bile kopardığı benliklerin hâli de işte bu akıldan yoksun duygunun esaretidir.

Bir tarafta sahte şeyhlerin din adına yaptıkları varken başka bir tarafta da Kemalizm adına sebebi farklı ama sonucu aynı aymazlıkları var.

Sırf Atatürk’e benzediği için milleti sömüren ya da onun adını taşıyan kitabını 2 bin 500 liraya satan bir kafanın beslendiği kaynak aynıdır aslında; akıldan koparılmış duygu.

Ya da Şahan gibi tipolojilerin hiçbir zekâ gerektirmeyen küfür ve müstehcenlikten beslenen kaba film karakterlerinin büyük bir kabul görmesi de yine tefekkürün indirildiği seviye ile ilgili değil mi?

Sadece şehvani duygularınıza yönelenlerin de akılla bağı zayıftır; “id” mertebesinde olduğu için.

Sigmund Freud’un “Totem ve tabu” çalışmasıyla derinleştirdiği şey; değişmeyen tek şeyin yani totemin, toplumdan topluma değişmesidir.

Temel soru şudur: Giorgio Agamben’in, “Çıplaklıklar” kitabından mülhem bütün bu maskeli aymazlıklara her türlü ön yargıdan arınmış bir çıplaklıkla bakabilecek miyiz?

Yoksa her gün yeni totemler üretip o ya da bu adla ve törensel bir büyülemeyle duygularımızı esir alıp enerjimizi hatta insanlığımızı sömürmelerine seyirci mi kalacağız?

Zira herkesin başkasının totemini suçladığı bir zeminde kazanan tek taraf, totemler ve onları üretenler oluyor.

Totemlerin ve totemcilerin bu birbirinden habersiz ittifakını yaşatan tek şey ise insanın ilimden ve kendi hakikatinden uzaklaşmasıdır.

Sizden her şeyin çalındığı şu anı sakın unutmayın!

“Duygu zirvedeyken akıl ve düşünce dip noktasındadır.”

Biri ayaklarınızı yerden kesmeye, aklınızı devre dışı bırakacak kadar duygularınızı coşturmaya çalışıyorsa eşyalarınızı ve ceplerinizi kontrol edin…

İsmail Öz / Diriliş Postası

QOSHE - Sosyal medya çağında kitleler - İsmail Öz
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Sosyal medya çağında kitleler

5 48
26.01.2024

Sosyal medya çağında bir kitle örneği olarak Pakistan’da “cuf cuf”larıyla maruf bir karakterin “müritleri” incelenmeli ve nasıl bir akılsızlıkla karşı karşıya olduğumuzun panoraması çıkarılmalıdır.

Ve bu hâl sadece Pakistan ile de sınırlı değildir.

Geleneksel ilmî kaynaklarından ve kültüründen kopan insanların “güya şeyh” birinin karşısında aklı tamamen bir kenara bırakarak nasıl kendinden geçebildiklerini görünce, ister istemez insanın aklına Gustave Le Bon’un; “Kitlelerin aklı yoktur” sözü geliyor.

Kitlelerin tarih boyunca hep temel bir karakteri vardı zaten.

Lakin sosyal medya çağının ”dijital kitleler”i çok daha ilginç özellikler sergiliyorlar.

Sosyal medya, insanları sadece okumaktan koparmadı.

Aynı zamanda hakikatleri parçalayarak fragmanlaştırdı ve bütüncül yapısını da bozdu.

Bütüncül yapısı bozulan hakikatin idraki de ortadan kalkınca sahtekârlıklara, medyumluklara geniş kapılar açıldı.

Darrida’nın “yapıbozum” olarak ifade ettiği zeminden Cahantal Mouffe’un şu cümlesine bakınca karşı karşıya olduğumuz şey çok daha anlamlı hâle geliyor; “Buldukları kitapları çözündürüp anonim, köksüz, yüzergezer söylemler hâline getirdiler.”

Evet, artık karşı karşıya olduğumuz şey bir “paramparça”lıktır.

Tıpkı sistematik düşünmemizi sağlayan kavramların parçalanması gibi, onların çimento olduğu her şey de parçalandı.

Bu parçalanmayı her sosyolojik katmanda........

© Haber7


Get it on Google Play