Asırlardan bu yana kendi gül ve gönül iklimimiz eşliğinde sürüp suladığımız has bahçelerimizde başka kültürlerin tohumları yeşermeye başladığında kopuvermişti büyük tufan.

Bunu ön göremedik, anlayamadık, farkına varamadık…

Önce ata tohumlarımızı kaybettik, hemen ardından mümbit topraklarımızı ayrık otları sarmaya başladı. Belli ki bu gafletin faturası beklenenden daha ağır olacaktı. Nitekim öyle oldu ve biz bu hengamede işin farkına varıncaya kadar sadece asırlarımızı değil nice genç neslimizi de heba etmek durumunda kaldık.

Oysa genç kuşaklar, açmaya meyleden gür umutlarımızın tomurcuklarıydı. Böyle bir mevsime geç kaldık.

Onlar, büyük ideallerimizin doyumsuz başağıydılar. Hasada geç kaldık.

Bu gençler bizim en büyük zenginliğimizdi. Toplumsal refaha geç kaldık.

Onlar, aydınlık yarınlarımızın beklenen şafağıydılar. Çağa geç kaldık.

Şimdilerde yepyeni bir dip dalgayla karşı karşıyayız.

Amerikan kültürünü değer skalasının merkezine koyan, onun bireyselliğini, insanı önemsizleştiren, yalnızlaştıran ve asosyalleştiren bütün özelliklerini dünyaya hayat tarzı olarak dayatan ve bu yolla genç kuşakları bunalım ve buhranın kucağına iten bir yaklaşım bu.

ABD toplumunda filizlenip boy gösteren bu dalga, akıllı telefon ve internet kullanımının yaygınlaşmasına paralel olarak dünya sathında hızla yükseliyor, önüne dikilen engelleri parçalıyor, mavi ekranın karşı konulmaz cazibesiyle elde geçirdiği bireylerin öz değerlerini tarumar ediyor, onların yerine kendi değer kalıplarını yerleştiriyor ve adeta insanları esir alıyor. Bu durum en ziyade genç kuşakları etkiliyor zira bugün bir çocuğun elinden telefonunu almak o çocuk tarafından adeta onun canını almakla eşdeğer görülüyor. Bu akım bütün dünyayı kuşatmış durumda. Bu akıma bağımlılık çoğaldıkça bu dalganın boyutu da hızla yükselecek. Farklı kültürleri kuşatarak içine çeken, onları kimliğinden sıyırarak kendisine benzeten, bireyleri öz toplumlarından kopararak kendisine yabancılaştıran, yalnızlaştıran ve bu sayede onların hayata dair bütün fonksiyonlarını ele geçiren korkunç bir süreç bu.

Bu dip dalganın bizim gibi sosyalleşmeye, cemaate ve cemiyete önem veren kültürler üzerindeki tesirleri daha yıkıcı olacak kuşkusuz. Nitekim bizler, birey ve toplum olarak bir süreden beri bunun öncü sarsıntılarını yaşıyoruz. Bu küçük çaplı sarsıntıların aile yapımızda ve çocuklarımızda meydana getirdiği hasarlarla baş etmede ne kadar zorlandığımız ise ortada. Şimdi bunun çok daha büyükleri gelecek ve bu öncü sarsıntılar devasa ölçekte büyük depremler üreterek toplumları içinde yaşanmaz hale getirecek.

Mavi ekran bağımlılığı arttıkça esaretin dozu da artıyor.

Ekran bağımlılığı her şeyden önce bireylerin uyku düzenini altüst ediyor. Bunun neticesinde uykusuzluğa bağlı değişik semptomlar ortaya çıkmaya başlıyor. Bu durum bireyin hayata bakış tarzında ve davranışlarında gözle görülür değişiklikler meydana getiriyor. Bu bir bakıma bireylerin iç dünyasının şifrelerini ele geçirme ameliyesi gibi bir şey. Genç erkekleri oyun oynama isteklerinden yakalayan, kızları ise güzellik, beğenilme ve fark edilme duygularıyla sessiz sedasız elde eden sinsi bir esaret süreci bu.

Gençlerimiz arasında bir süreden beri hızla yaygınlaşan kendini değersiz hissetme, kaygı, çaresizlik, yalnızlık ve terk edilmişlik hisleri, bizlere gelmekte olan bu büyük psikolojik depremin ön habercileri aslında. Bundan sonrası ise toplumu topyekûn kuşatması muhtemel bir içe kapanma, depresyon ve intihar ikliminden başkası değil.

Olayın gelişim süreci şöyle; Kendini yalnız ve değersiz hisseden genç bununla baş edebilmek için ekran üzerinden oyun ve sanal muhabbet ortamlarına yöneliyor. Zannediyor ki bu sayede yalnızlığına çare bulacak ve psikolojik açıdan rahatlayacak. Oysa bu görüşme ne kadar çoğalıyorsa ve ekran başında geçirilen süre ne kadar uzuyorsa gençlerimizin mutsuzluğu o derece artıyor. Bu süreç genç erkeklerin çalışıp hayata karışma arzularını yerle yeksan edip onları odalarında ekran başına kilitlerken genç kızların iç dünyasında ise onarılması güç yıkımlara yol açıyor.

Öyle görünüyor ki nesillerimize zorunlu haller dışında mavi ekranlardan uzak durmayı şiddetle öğretmemiz gerekiyor.

Kesin olan bir şey var ki bu ekranların asıl sahipleri, kullanıcılar aracılığıyla bütün milletlerin alışkanlıklarını, beğenilerini, duygu ve düşüncelerini ele geçiriyor ve bütün gelecek planlamalarını bu doğrultuda yapıyorlar. Bu da ekran bağımlılığı arttıkça insanların mutlak esaret sürecinin daha da kolaylaşacağı anlamına geliyor. Yani içinde bulunduğumuz durum sadece bir başlangıç. Bunun bir adım sonrasını düşünmek ise insanlığın geleceği adına çok ama çok ürkütücü.

Yakın gelecekte tarihin en büyük insanlık kriziyle karşı karşıya kalabiliriz.

Bu yüzden hızla bir durum tespiti yapıp acil önlemlere odaklanmalıyız. Bu sürecin gençlerde bir manevi çöküşe yol açtığını ve manevi çöküntü arttıkça bu tür bağımlılıkların daha da yaygınlaştığını hesaba katarak hareket etmeli, günlük hayatın her safhasında içinde bulunduğumuz Mübarek Ramazan Ayı başta olmak üzere kültür ve medeniyetimizin insanın manevi yönünü güçlendiren değerleri öncelenmeli, nesillerimize güçlü bir maneviyat bilinci aşılanmalıdır. Bunun yanında aile sohbetleri başta olmak üzere aile fertleriyle düzenli vakit geçirme, her fırsatta aile büyüklerini ziyaret, birlikte ibadet etme, el ele verip çalışma, spor yapma, kitap okuma gibi zihinleri mavi ekranlardan uzaklaştıracak sosyal etkinlikler özendirilmelidir.

Kalın sağlıcakla efendim.

Mürsel Gündoğdu

murselgundogdu@gmail.com

QOSHE - İnsanlığın Geleceği Tehdit Altında - Mürsel Gündoğdu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

İnsanlığın Geleceği Tehdit Altında

7 5
21.03.2024

Asırlardan bu yana kendi gül ve gönül iklimimiz eşliğinde sürüp suladığımız has bahçelerimizde başka kültürlerin tohumları yeşermeye başladığında kopuvermişti büyük tufan.

Bunu ön göremedik, anlayamadık, farkına varamadık…

Önce ata tohumlarımızı kaybettik, hemen ardından mümbit topraklarımızı ayrık otları sarmaya başladı. Belli ki bu gafletin faturası beklenenden daha ağır olacaktı. Nitekim öyle oldu ve biz bu hengamede işin farkına varıncaya kadar sadece asırlarımızı değil nice genç neslimizi de heba etmek durumunda kaldık.

Oysa genç kuşaklar, açmaya meyleden gür umutlarımızın tomurcuklarıydı. Böyle bir mevsime geç kaldık.

Onlar, büyük ideallerimizin doyumsuz başağıydılar. Hasada geç kaldık.

Bu gençler bizim en büyük zenginliğimizdi. Toplumsal refaha geç kaldık.

Onlar, aydınlık yarınlarımızın beklenen şafağıydılar. Çağa geç kaldık.

Şimdilerde yepyeni bir dip dalgayla karşı karşıyayız.

Amerikan kültürünü değer skalasının merkezine koyan, onun bireyselliğini, insanı önemsizleştiren, yalnızlaştıran ve asosyalleştiren bütün özelliklerini dünyaya hayat tarzı olarak dayatan ve bu yolla genç kuşakları bunalım ve buhranın kucağına iten bir yaklaşım bu.

ABD toplumunda filizlenip boy gösteren bu dalga, akıllı telefon ve internet kullanımının yaygınlaşmasına paralel olarak dünya sathında hızla yükseliyor, önüne dikilen engelleri parçalıyor, mavi ekranın karşı konulmaz cazibesiyle elde geçirdiği bireylerin öz değerlerini tarumar ediyor, onların yerine kendi değer kalıplarını yerleştiriyor ve adeta insanları esir alıyor. Bu durum en ziyade genç kuşakları etkiliyor zira bugün bir çocuğun elinden telefonunu almak o çocuk tarafından adeta onun canını almakla eşdeğer görülüyor. Bu akım bütün dünyayı kuşatmış durumda. Bu akıma bağımlılık çoğaldıkça bu dalganın boyutu da hızla yükselecek. Farklı........

© Haber7


Get it on Google Play