Her yıl vefat yıl dönümü nedeniyle aralık ayının son haftasında Mehmet Akif Ersoy gündemimin baş köşesine kurulur. Sohbetlerimde anarım, bir yazı kaleme almaya çalışırım. Mehmet Akif’e muhabbetim, hasretim büyüktür. Allah’tan rahmet diliyorum, nur içinde yatsın.

Bu yazıda, Mehmet Akif Ersoy’un medeniyet anlayışını, Batı medeniyeti eleştirisini ve medeniyetler savaşını ana hatlarıyla ortaya koymaya çalışacağım.

İSLAM’DA MEDENİYET

Mehmet Âkif Ersoy, Safahat adlı eserinde, sosyal düşüncesini Kur’an-ı Kerim’den aldığı ‘Tevhit Ağacı’ imgesiyle açıklar. Tarih boyunca Adem aleyhisselamdan Muhammed aleyhisselama kadar peygamber önderliğinde kutsal kitabı esas alan inanç toplumlarından, yani ümmetlerden oluşan İslam milleti, hakikat medeniyetini kurmuştur. Tevhit inancının kurumsallaşması olan medeniyet, İslam milletinin hem geçmişi hem de geleceğini şekillendirmektedir.

Allah Teâlâ “güzel söz” olarak kavramlaştırdığı, varlığına ve birliğine imanı ifade eden tevhidin, bireyde ahlak, kişilik ve kimlik olarak, toplumda da kültür ve medeniyet olarak tezahür etmesini, kökü yerin derinliklerine sağlam bir şekilde yerleşmiş, gövdesi ve dalları gök yüzüne doğru yükselmiş, her zaman meyve veren bir ağaca, ‘Tevhit Ağacı’na benzetmektedir. Bu ağaç nasıl Allah’ın izniyle her zaman meyve verip faydalı oluyorsa, “kelime-i tevhid” de Müslümanda ve Hakikati temsil eden İslam toplumunda kültür ve medeniyet sayesinde aynı şekilde meyveye durmaktadır:

“Allah’ın nasıl bir misal getirdiğini görmedin mi? Güzel sözü, kökü sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaca benzetti. O ağaç, Rabb’inin izniyle her zaman meyvesini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara böyle misaller getirmektedir. ” (İbrâhîm Suresi; Ayet: 24-25)

İslam milletinin geçmişle geleceği arasındaki köprüyü hiçbir gücün yıkamayacağını haykıran Mehmet Akif, toplumu bir ağaç gibi düşünür; böylece o, geçmişle geleceği birbirine kenetler. Dallar gitse de, hatta gövde yok edilse bile, o sağlam kökler, yeni filizlerle uzun yüzyıllara mukavemetlidir. Dolayısıyla Âkif, yeni kuşaklara umutsuz olmamayı öğütler.

“Lâkin ister misin, oğlum, mütesellî olmak:

İctimâî bütün âmillere, kudretlere bak.

Bunların herbirinin kuvveti, mâzîye inen,

Kökü mikdârı olur; çünkü bu âmillerden,

En derin köklüsü en sağlamı, en hâkimidir.

Şimdi, sen bizdeki kudretleri eşsen bir bir,

Göreceksin ki: Bu millette fazîlet en uzun,

En derin köklere yaslanmada; hem sonra onun,

Bir mübârek suyu var, hiç kurumaz: Dîn-i mübîn.

Hâdisât etmesin oğlum, seni aslâ bedbîn…

İki üç balta ayırmaz bizi mâzîmizden.

Ağacın kökleri mâdem ki derindir cidden,

Dalı kopmuş, ne olur? Gövdesi gitmiş, ne zarar?

O, bakarsın, yine üstündeki edvârı yarar,

Yükselir, fışkırıp, âfâk-ı perîşânımıza;

Yine bin vâha serer kavrulan îmânımıza.

Vâkıâ ortada yüzlerce mesâvî yüzüyor;

Sen bu kâbûsu bütün şerre değil, hayra da yor.

Çünkü yoktur birinin kalb-i cemâ’atte yeri;

Arasan: Hepsi beş on maskara ferdin hüneri!

Bu cihetten, hani, hiç yılmasın, oğlum, gözünüz” (Mehmet Âkif Ersoy, Safahat, Altıncı Kitap, Âsım, 442-443)

Yaşanan sıkıntılar, darlıklar ve saldırılar, eninde sonunda uyanış, diriliş ve kurtuluşu getirecektir. Ümitsizlik, kökleri yüzyıllara dayanan bu medeniyetin mirasçıları için düşünülemez. Her çıkışın ve zorluğun, mutlaka bir inişi ve kolaylığı olacaktır.

Tevhit inancı, müminlerin kalplerine yerleşip kökleşince, isitkemt üzere yaşarken düşünce, duygu ve davranışlarını etkilemekte; imanın meyveleri iyilikler üzerlerinde görülmektedir. Onlar Allah’a karşı kulluk görevlerini yerine getirmeye çalıştıkları gibi, ilim, irfan ve güzel işleriyle de insanlık için daima faydalı olmaya gayret ederler.

Öte yandan ağacın diri kalması için nasıl sulama ve budama gibi bakıma ihtiyacı varsa, kalpteki iman da böyledir. Eğer müminler istikamet üzere yaşayıp faydalı ilim, güzel amel, zikir ve tefekkürle onu beslemezse, iman da zayıflayabilir. Toplumlar da kültür ve eğitimi ihmal ederlerse kültürleri zayıflayıp çözülerek yıkılırlar.

Mehmet Akif insanların medeni olmasını ön planda tutar ve burada iki yönlü bir tahlil yapar. Bunlardan birincisi fertlerin asli değerlerini yani iç dinamiklerini kaybetmemeleridir. Kastettiği; din, dil, tarih, kültür ve gelenektir. Dolayısıyla bunlar insan için asli değerlerdir. İkinci olarak üzerinde durduğu husus asrın gerektirdiği tekniği, fenni ve ekonomik gelişmeyi yakalamaktır.

Kültür, bir milletin yaşamasını kolaylaştıracak olan bilgi birikimini, medeniyet de, bu kültürün maddî alanda ortaya çıkan gelişimini ifade eder. Toplumların, ideallerine ulaşmak için birer vasıta olarak kullandıkları ekonomi ve teknoloji yanında sosyal kurallar, hukuki normlar ve ticarî kurallar da medeniyetin bir parçasıdır. Bir başka ifadeyle medeniyet, sosyal, kurumsal yapı ve maddî kültür olarak da değerlendirilebilir.

MEDENİYETİN ÖZÜ: AHLAK VE HUKUK

Mehmed Âkif, imanın güçlü olduğu zaman erdemlerin gelişip yerleşeceğini, kalplerde imanın gevşediği dönemlerde ise erdemsizliklerin doğacağını belirtmektedir. İslâm dininin bir ahlâk dini olması Mehmed Âkif’in üzerinde önemle durduğu bir husustur.

Mehmet Akif, inanç, ahlak ve hukuku insana denetleme imkanı vererek varlığını biçimlendiren medeniyetin özü kabul ederdi; dürüst, erdemli ve hukuka saygılı insan idealine inanan bir şairdi. Bu ahlak ve medeniyet idealinden hiç sapmadı. Bu nedenle güç karşısında şecaatli, ahlak ve hukukun gereklerinin yerine getirilmesi hususunda gayretli bir insandı; başta kendisi medeniyet dediği böyle bir hayatı yaşadı. Sözüne güvenilir, yazdığına itibar edilirdi. Konuştuğunda doğruyu konuşurdu. Dürüstlüğü, erdemli yaşamayı temel prensip edinmişti.

Haksızlığa tahammül ettiği, hele güce yaltaklanarak menfaat peşinde koştuğu görülmemişti. Veteriner İşleri Müdür Yardımcısı görevini üstlendiği yıllarda müdürünün bir haksız karar ile azledilmesi üzerine kndisi de görevinden istifa etti. Başkasına yapılan haksızlığa tahammül etmesinin mümkün olmadığını ifade ederek “Arkadaşıma yapılan haksızlık bana yapılmış demektir” demiştir. 20 yıllık memuriyetine bu şiar ile tereddütsüzce veda etti.

Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam.

Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam…

BATI MEDENİYETİ ELEŞTİRİSİ

İstiklâl Marşı’nın dördüncü kıtasında geçen "Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar" mısraından yola çıkarak Mehmet Akif’in medeniyet düşmanı olduğunu ileri sürenler vardır; yanlış anlayarak ya da kasıtlı olarak çarpıtarak merhum Mehmet Akif’i olduğundan farklı göstermeye ve onu bu şekilde karalamaya çalışılmaktalar.

M. Akif iyinin iyi olduğu için alınıp kullanılmasını, kötünün de kötü olduğu için atılıp terk edilmesini düşünmektedir. Dolayısıyla o hiçbir olaya gelişigüzel ve körü körüne bir yaklaşım içinde olmamıştır. İnsanlığın ortak başarıları olan iyiliğin (maruf) yaygınlaştırılması, kötülüğün de (münker) engellenmesi görüşündedir.

Akif medenileşmeyi, bireylerin gayretleriyle ve kendi olmalarıyla ifade eder. Ona göre körü körüne taklit en olumsuz davranışlardan biridir. O batı medeniyetinin bilim ve teknoloji gibi olumlu yönlerinin alınmasına taraftardır. Bunu şöyle ifade etmektedir:

“Bu cihetten , hani, hiç yılmasın, oğlum, gözünüz;

Sade Garb’ın, yalınız ilmine dönsün yüzünüz.

O çocuklarla beraber, gece gündüz, didinin;

Giden üç yüz senelik ilmi sık elden edinin!

Fen diyarında sızan na-mütenahi pınarı,

Hem için, hem getirin yurda o nafi suları,

Aynı menbaları ihya için artık burada,

Kafanız işlesin, oğlum, kanal olsun arada” (Safahat/ Asım, s.370)

Mehmet Akif’e göre; “Avrupalıların ilimleri irfanları, medeniyetteki, sanayideki terakkileri inkar olunur şey değildir. Ancak insaniyetlerini, insanlara karşı olan muamelelerini kendilerinin maddiyattaki bu terakkileri ile ölçmek katiyen doğru değildir. Heriflerin ilimlerini fenlerini almalı fakat kendilerine asla inanmamalı asla kapılmamalıdır.” (Sebilürreşad, C.XVIII, s.464)

Bir ülkenin kalkınması hiç şüphesiz fen ve teknikle olmaktadır. Gelişmenin ve yükselmenin sırrı buradadır. Ancak bu sırrı yakalarken fertlerin kendi kültürleri ve iç dinamiklerinden taviz vermeden ve körü körüne taklide kaçmadan bunu yapmaları gerekmektedir. Süleymaniye Kürsüsü’nde Akif bu durumu şöyle izah eder:

“Öyle maymun gibi, taklide özenmek bilmez;

Hiss-i milliyyeti sağlamdır onun eksilmez.

Garb’ın almışsa herif, ilmini almış yalnız,

Bakıyorsun: eli san’atlı, fakat, tırnaksız!

Bir kanaat da şudur: Sırrı-ı terakkinizi siz,

Başka yerlerde taharriyle heveslenmeyiniz

Onu kendinde bulur yükselecek bir millet;

Çünkü her noktada taklit ile sökmez hareket” (Safahat/ S. Kürsüsünde, s.146)

MEDENİYETLER SAVAŞI

Mehmet Akif’in medeniyet konusunda en çok dikkat ettiği husus Avrupalının medeniyeti kendi inhisarında görmesi ve başkasını bu konuda fazla kaale almamasıdır; elde ettiği bu teknolojik medeniyeti özellikle Müslümanlar üzerinde baskı ve sömürü unsuru olarak kullanmasıdır. Kısaca Mehmet Akif, şiirlerinde Batı’nın kapitalist ve emperyalist politikalarına dikkat çekmektedir:

“Medeniyet size çoktan beridir diş biliyor ;

Evvela parçalamak sonra yutmak diliyor.”

Mehmet Akif, Batı’nın, Müslüman ülkeleri parçalayıp sömürmek istediğini dile getirir şiirlerinde. Müslümanların uyanık olmalarını ve Batı’nın bu emperyalist yüzüne karşı kendi kimliğini ortaya koymalarını ister. Medeniyet savaşına dikkat çekerek Müslümanları harekete geçirmeye çalışır:

“Medeniyet denilen maskara mahluku görün.

Tükürün maskeli vicdanına asrın tükürün!”

Mehmet Akif, Sırat’ı Müstakim ve Sebilu’r Reşad dergilerindeki yazılarında, vaazlarında, bütün Safahat’ında ve özellikle Safahat’ın altıncı kitabı olan ‘Asım’da gençlerle konuşurken yada onlar adına konuşurken medeniyet kavramıyla ilgili iki ülküyü öne çıkarmaktadır. Mehmet Akif’e göre insanoğlu kendi değerinin farkında olarak elde ettikleriyle yeni bir şeyler üretebilmeli, bilgide, teknikte ve teknolojideki kazanımlarını öncelikle kendi çevresiyle, sonra da tüm insanlarla paylaşarak medeniyete katkı sağlamalıdır.

Mustafa Yürekli / Haber7

QOSHE - Akif’in medeniyeti tevhit ağacıdır - Mustafa Yürekli
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Akif’in medeniyeti tevhit ağacıdır

8 0
29.12.2023

Her yıl vefat yıl dönümü nedeniyle aralık ayının son haftasında Mehmet Akif Ersoy gündemimin baş köşesine kurulur. Sohbetlerimde anarım, bir yazı kaleme almaya çalışırım. Mehmet Akif’e muhabbetim, hasretim büyüktür. Allah’tan rahmet diliyorum, nur içinde yatsın.

Bu yazıda, Mehmet Akif Ersoy’un medeniyet anlayışını, Batı medeniyeti eleştirisini ve medeniyetler savaşını ana hatlarıyla ortaya koymaya çalışacağım.

İSLAM’DA MEDENİYET

Mehmet Âkif Ersoy, Safahat adlı eserinde, sosyal düşüncesini Kur’an-ı Kerim’den aldığı ‘Tevhit Ağacı’ imgesiyle açıklar. Tarih boyunca Adem aleyhisselamdan Muhammed aleyhisselama kadar peygamber önderliğinde kutsal kitabı esas alan inanç toplumlarından, yani ümmetlerden oluşan İslam milleti, hakikat medeniyetini kurmuştur. Tevhit inancının kurumsallaşması olan medeniyet, İslam milletinin hem geçmişi hem de geleceğini şekillendirmektedir.

Allah Teâlâ “güzel söz” olarak kavramlaştırdığı, varlığına ve birliğine imanı ifade eden tevhidin, bireyde ahlak, kişilik ve kimlik olarak, toplumda da kültür ve medeniyet olarak tezahür etmesini, kökü yerin derinliklerine sağlam bir şekilde yerleşmiş, gövdesi ve dalları gök yüzüne doğru yükselmiş, her zaman meyve veren bir ağaca, ‘Tevhit Ağacı’na benzetmektedir. Bu ağaç nasıl Allah’ın izniyle her zaman meyve verip faydalı oluyorsa, “kelime-i tevhid” de Müslümanda ve Hakikati temsil eden İslam toplumunda kültür ve medeniyet sayesinde aynı şekilde meyveye durmaktadır:

“Allah’ın nasıl bir misal getirdiğini görmedin mi? Güzel sözü, kökü sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaca benzetti. O ağaç, Rabb’inin izniyle her zaman meyvesini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara böyle misaller getirmektedir. ” (İbrâhîm Suresi; Ayet: 24-25)

İslam milletinin geçmişle geleceği arasındaki köprüyü hiçbir gücün yıkamayacağını haykıran Mehmet Akif, toplumu bir ağaç gibi düşünür; böylece o, geçmişle geleceği birbirine kenetler. Dallar gitse de, hatta gövde yok edilse bile, o sağlam kökler, yeni filizlerle uzun yüzyıllara mukavemetlidir. Dolayısıyla Âkif, yeni kuşaklara umutsuz olmamayı öğütler.

“Lâkin ister misin, oğlum, mütesellî olmak:

İctimâî bütün âmillere, kudretlere bak.

Bunların herbirinin kuvveti, mâzîye inen,

Kökü mikdârı olur; çünkü bu âmillerden,

En derin köklüsü en sağlamı, en hâkimidir.

Şimdi, sen bizdeki kudretleri eşsen bir bir,

Göreceksin ki: Bu millette fazîlet en uzun,

En derin köklere yaslanmada; hem sonra onun,

Bir mübârek suyu var, hiç kurumaz: Dîn-i mübîn.

Hâdisât etmesin oğlum, seni aslâ bedbîn…

İki üç balta ayırmaz bizi mâzîmizden.

Ağacın kökleri mâdem ki derindir cidden,

Dalı kopmuş, ne olur? Gövdesi gitmiş, ne zarar?

O, bakarsın, yine üstündeki edvârı yarar,

Yükselir, fışkırıp, âfâk-ı perîşânımıza;

Yine bin vâha serer kavrulan îmânımıza.

Vâkıâ ortada yüzlerce mesâvî yüzüyor;

Sen bu kâbûsu bütün şerre değil, hayra da yor.

Çünkü yoktur birinin kalb-i cemâ’atte yeri;

Arasan: Hepsi beş on maskara ferdin hüneri!

Bu cihetten, hani, hiç yılmasın, oğlum, gözünüz” (Mehmet Âkif Ersoy, Safahat, Altıncı Kitap, Âsım, 442-443)

Yaşanan sıkıntılar, darlıklar ve saldırılar, eninde sonunda uyanış, diriliş ve kurtuluşu getirecektir. Ümitsizlik, kökleri yüzyıllara dayanan bu medeniyetin mirasçıları için........

© Haber7


Get it on Google Play