İbrahim aleyhisselam mahkemede gösterdiği metanet ve şecaati, infaz anında da gösterdi. Mancınığa konuldu; az sonra ateşin ortasına fırlatılacaktı. Fakat İbrahim aleyhisselam metaneti bozulmuyordu. İmanı, düşüncelerine, duygularına ve davranışlarına mührünü basıyordu. Allah’a iman, teslimiyet ve sadakatte kalp ile aklın bütünleşmesi o kadar büyük güç veriyordu ki ölüm düşüncesini alt etmekte hiç zorlanmadı. Umudunu, Allah sevgisi ve korkusu ile, imanından aldığı cesaretle korudu.

Ölüm ötesini, ahiret hayatını umursamayan Nemrut ve avanesi, o zalim yöneticiler, bir oyun haline gelmiş dünya hayatının sunduğu rahata, zevklere ve eğlenceye kaptırmıştı kendilerini. Yönetilenler ise karanlıkta, gücü yeten yetene yaşayan, hakkaniyetten uzak, bilinçsiz, sağlıksız bir toplumdu. İbrahim aleyhisselamın karşısında, kalın kafa ve kaba, sadece güçten anlayan bir güruh vardı. İktidar hırsından gözü dönmüş, kan dökücü bir kral olan Firavun’dan korkuyorlardı; biraz da korkudan şikayet ettiler İbrahim aleyhisselamı, olay açığa çıkınca haber vermemekle suçlanmamak için; korku kültürü çepeçevre kuşatmıştı insanları.

İbrahim aleyhisselam Anadolu topraklarında tevhit hakikatini tebliğ ve peygamberlik mücadelesini vermek için halk ile iletişim kurmaya çalışıyordu. Urfa’da putları kırdıktan sonra baltayı büyük putun boynuna asmıştı. "Konuşamayan ve sizlere yol gösteremeyen, hatta kendisini bile koruyamayan putların sizlere hiçbir yararı olamaz," dedi (Enbiya Suresi; 57 -67). Putların ilâh olmadıklarını ve olamayacaklarını anlatıyordu ama gören, dinleyen yoktu. Putlar, o zamanın büyük gücün ve adamlarının; kurdukları sistemin kırmızı çizgileri, üstünlük sağladıkları özelliklerin sembolleriydi. Halktan bazıları İbrahim aleyhisselamın anlattıklarını mantıklı buluyor ama ona inanmaktan, arkasında durup onunla birlikte mücadele etmekten korkuyordu. Başlarında kendini ilâh zanneden Nemrut vardı; insan öldürmekten zak alan, katliam yapmaktan çekinmeyen, gözünü kan bürümüş, acımasız bir kral. İbrahim aleyhisselamın sözlerini ve davranışını Nemrut'a ilettiler; çünkü inanç ve yasalarına göre suçluydu.

İbrahim aleyhisselamın kıssası Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatılır: “Allah’ın kendisine verdiği iktidara dayanarak Rabbi hakkında İbrahim ile tartışmaya giren kimseyi görmedin mi? İbrahim ‘Rabbim hayat veren ve öldürendir, deyince o, ‘Hayat veren ve öldüren benim’ dedi. İbrahim ‘Allah güneşi doğudan getirmektedir, hadi sen de onu batıdan getir’ dedi. Bunun üzerine inkârcı ne diyeceğini bilemedi. Allah zalimler topluluğuna rehberlik etmez.” (Bakara Suresi; Ayet: 258)

Servet ve gücünden dolayı şımaran Nemrud, İbrahim aleyhisselamın imana davetini kabul etmemişti. O, kendisinin de Allah gibi hayat verdiğini ve öldürdüğünü söylüyordu. Bir idam mahkumunu affeden Nemrud, affetmesini ‘insanı diriltmek’, suçsuz bir insanı idam ettirmesini de ‘diriyi öldürmek’ sayarak kendisinde tanrılık sıfatlarının ve gücünün bulunduğunu iddia etmişti. Hz. İbrahim ise Nemrud’a, gücü varsa güneşin doğuş ve batış yerlerini değiştirmesini teklif etmiştir. Teklif karşısında çaresiz kalan Nemrud söyleyecek söz bulamamış, böylece onun ilahlık iddiasının da asılsız olduğu ortaya çıkmıştır (Bakara Suresi; Ayet: 258). Nemrut ve avanesi, O’nun ateşe nasıl atılacağını müzâkere ettiler. Nihâyet, mancınıkla atılmasına karar verdiler.

Koyun sürüsü gibidir cahiliye halkı, baskı altında tutan, iliklerine kadar sömüren, eziyet eden, aşağılayan, angaryaya koşan çobanlarını, yani başlarındaki dini ve siyasi yöneticilere boyun eğerler, yalakalık yaparlar. Özgürlükleri ve selametleri için karşılık gözetmeksizin hayatını ortaya koyan, elinde sözden başka hiçbir silahı olmayan peygamberi yalnız bırakırlar. İbrahim aleyhisselamın Anadolu topraklarında, Urfa’daki Nemrud’la mücadelesine biraz yakından bakınca olay daha da netleşiyor. Urfa’da peyda olan gaflet ve sapıklık daha da üzücü hale gelir; halk işin eğlence tarafına yönelmiştir; bir adam gözler önünde diri diri yakılacaktır, bu muhteşem gösteriyi kimse kaçırmak istemez. İbrahim aleyhisselam bu gerilimi geride bırakmışa benzer ama. Kitle tarafından ihanete uğramış hissinde değildir sanki. Kitleler yapmaları gerekenleri yapmışlardır, sınırları bellidir. Nitekim İbrahim aleyhisselam olup bitenler karşısında neredeyse hiç konuşmaz, yargıda bulunmaz, kendini savunma gereği dahi duymaz. Kaderine razıdır. Sözünü söylemiş, misyonunu tamamlamıştır, buradan sonrası bir işitme –hakikat- meselesidir. Hayat ve ölüm ikiliği, İbrahim aleyhisselamın şahsında bir kez daha bu denli keskin bir şekilde karşı karşıya gelmiştir. Ölüm korkusunu “yeniden diriliş” fikriyle dengelemek, hatta aşmaya çalışmak gerekmektedir. İnsan, bu dünyada, imtihanda oluşunu ölüm ve acı karşısında hisseder; ölüme tek başına karşı koymalıdır. Umutsuzluğu savuşturmanın bir yolu, bu imandan alınan cesarettir.

Yerdeki ve gökteki melekler, hayret içinde: “Aman yâ Rabbî! Sen’i en çok zikreden İbrâhîm aleyhisselâm ateşe atılıyor! O Sen’i bir an bile unutmayan bir peygamberdir! O’na yardım etmek için bize izin verir misin Allâh’ım?” diye yalvardılar. Allâh Teâlâ’nın izin vermesi üzerine üç melek İbrâhîm aleyhisselâma geldi. “Rüzgârlar emrime verildi. Arzu edersen ateşi darmadağın edeyim!” dedi. Diğer bir melek “Sular emrime verildi. İstersen ateşi bir anda söndüreyim!” dedi. Bir başka melek “Toprak emrime verildi. Dilersen ateşi yere batırayım!” dedi. İbrâhîm aleyhisselâm ise, bu meleklere “Dost ile dostun arasına girmeyin! Rabbim ne dilerse ben ona râzıyım! Kurtarır ise, lutfundandır. Eğer yakar ise, kusûrumdandır. Sabredici olurum inşâallâh!” diye mukâbelede bulundu. Mancınığa konup ateşe atılmak üzere iken de İbrâhîm aleyhisselâm hala umudunu koruyor, “Allâh bize yeter, o ne güzel vekîldir.” Diyordu (Âl-i İmrân Suresi - 173 . Ayet). Abdullâh bin Abbâs radıyallâhu anhümün rivâyet ettiğine göre İbrâhîm aleyhisselâm bu sözü, ateşe atılırken söylemiştir. Peygamber Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem de bu sözü, “Müşrikler size karşı toplandılar, başınızın çâresine bakınız!” denildiğinde söylemiştir. Bunun üzerine Müslümanların imanları artmış ve hep birlikte “Allâh bize yeter, O ne güzel vekîldir!” diyerek, Allâh’a karşı eşsiz bir teslîmiyet örneği sergilemişlerdir. (Buhârî, Tefsîr, 3/13)

İbrâhîm aleyhisselâm tam ateşe atılmak üzereyken Cebrâîl aleyhisselâm geldi, “Bir dileğin var mı?” diye sordu. İbrâhîm aleyhisselâm “Evet, bir talebim var, fakat senden değil!” cevâbını verdi. Cebrâîl aleyhisselâm İbrâhîm aleyhisselâma hayretle “Niçin Allâh’tan kurtuluş istemiyorsun?” dedi. O da “Hâlimi O biliyor! Ateş kimin emri ile yanıyor? Yakma kimin işidir?” diye cevap verdi. Allâh Teâlâ, İbrâhîm aleyhisselâmın meleklerden bile müstağnî davranıp büyük bir umutla bütün talebini Hakk’a yöneltmesinden râzı olmuş, O’nu Kur’ân-ı Kerîm’de “Sözünün eri olan (ahdine vefâ gösteren) İbrâhîm.” (en-Necm, 37) âyet-i kerîmesiyle anmıştır. Cenâb-ı Hak, “Rabbi ona «Teslîm ol!» deyince, hemen «(Bütün varlığımla) Âlemlerin Rabbine teslîm oldum!» dedi.” (el-Bakara, 131) âyet-i kerimesi ile de, teslimiyet timsali olarak takdim ve taltif etmiştir.

Caydırıcı olsun, göz dağı versin diye her suçu ölüm cezasıyla cezalandırıyorlardı. Adam öldürme, zina, büyücülük, kabileye veya ait olduğu topluluğa ihanet, kutsal kabul edilen bir şeye saygısızlık, hırsızlık, ölüm cezasıyla cezalandırılıyordu. Hz. İbrahim, kral Nemrut’a boyun eğmedi. Nemrut ise, ne kadar güçlü ve acımasız bir kral olduğunu herkes göstermek için İbrahim aleyhisselamın ateşe atılmasını emretti (Enbiya Suresi; 24). Peygamberi, fazilet timsali insanı, hırsızla, katille, haydutla bir tuttular, rezil suçlular arasına koydular.

Ateş için hazırlıklar başlatıldı. Bir ay odun taşındı. Câhil ve ahmak halk “Bu insan, bizim putlarımıza karşı çıkıyor!” diye odun taşıma işinde seferber oldular. Halk, askerler, hep birlikte bir ay odun topladılar. Şehrin ortasına dağ gibi yığdılar odunları; oldukça büyük bir ateş yaktılar. Yakılan ateşin alevleri semalara çıkıyordu. Alevler gittikçe yükseliyor, etrafa yüksek ısı yayıyordu. Bütün hazırlıklar bitince halk, İbrahim aleyhisselamın yanışını seyretmek için ateşin başına toplandı. İbrâhîm aleyhisselâm elleri kelepçeli ve ayakları prangalı bir şekilde oraya getirildi. Ancak o büyük peygamber “Halîl” olduğu için çok zor bir durumda olmasına rağmen büyük bir teslîmiyet ve tevekkül içinde idi. Yüreğinde en ufak bir korku ve endişe yoktu. Allah’tan umudunu kesmiyordu. İbrahim aleyhisselam kralın ve halkın karşısında şecaatle duruyordu. Az sonra insanoğlu sıfatıyla günahkârların elinde hayatına son verilecektir. Geçen her dakika ölüme doğrudur; onu biraz daha yaklaştırır dünya hayatının sonuna. Bunu bilmektedir. Onun sükûneti, metaneti, cesareti ve şecaati herkesi şaşırtıyor, çok etkilemektedir. İbrâhîm aleyhisselâm genç bir peygamber olarak korkak bir halka, imanını güçlendirerek insan onurunu korumayı ve cesareti öğretiyordu.

Ateşin en şiddetli anında İbrahim aleyhisselamı mancınıkla ateşin içerisine fırlattılar. İnsanlar merakla onun yanışını daha iyi görebilmek için birbirlerini ezdiler. Gözleri, gökyüzüne yükselen kızıl alevler karşısında pır pır ediyordu. Heyecanları doruk noktasındaydı. Allah dostu İbrahim aleyhisselamın yanışını izleyeceklerdi; tarihi bir olaya tanıklık edeceklerdi.

İşte o anda Allah, ateşe, "İbrahim'e karşı serin ve zararsız ol!" diye emir verdi. Ateş, Allah'ın emrine uydu ve İbrahim aleyhisselamı yakmadı (Enbiya Suresi; 68-70). Umudu boşa çıkmamıştı.

İnsanlar hayret içerisindeydi. Onun büyücü olduğunu düşündüler. Kendilerine zarar vereceğini düşünerek hızla oradan uzaklaşmaya başladılar. Giderlerken de birbirleriyle, "İbrahim yanmadı! Hâlâ yaşıyor! Alevlerin arasında bile ibadet ediyor" diye konuşuyorlardı.

İbrahim aleyhisselam Allah'ın emriyle ateşten kurtulmuştu. Ama insanlar ona inanmamışlardı. İbrahim aleyhisselam onların taşlaşmış kalplerini yumuşatamayacağını anladı. Nemrut'un ülkesini terk etmeye karar verdi ve daha iyi insanların yaşadığı güzel bir diyara, Kudüs’e göçtü.

Buraya ve şimdiye çekilip getirilecek bir hikmet var İbrahim aleyhisselamın kıssasında: Dünyada imtihana bırakılan insanın, hayatı yeniden ve farklı şekillerde zapt edebileceği, trajik umutsuzlukları yenebileceğini göstermektedir.

QOSHE - Hz.İbrahim’in umudu - Mustafa Yürekli
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Hz.İbrahim’in umudu

7 4
02.01.2024

İbrahim aleyhisselam mahkemede gösterdiği metanet ve şecaati, infaz anında da gösterdi. Mancınığa konuldu; az sonra ateşin ortasına fırlatılacaktı. Fakat İbrahim aleyhisselam metaneti bozulmuyordu. İmanı, düşüncelerine, duygularına ve davranışlarına mührünü basıyordu. Allah’a iman, teslimiyet ve sadakatte kalp ile aklın bütünleşmesi o kadar büyük güç veriyordu ki ölüm düşüncesini alt etmekte hiç zorlanmadı. Umudunu, Allah sevgisi ve korkusu ile, imanından aldığı cesaretle korudu.

Ölüm ötesini, ahiret hayatını umursamayan Nemrut ve avanesi, o zalim yöneticiler, bir oyun haline gelmiş dünya hayatının sunduğu rahata, zevklere ve eğlenceye kaptırmıştı kendilerini. Yönetilenler ise karanlıkta, gücü yeten yetene yaşayan, hakkaniyetten uzak, bilinçsiz, sağlıksız bir toplumdu. İbrahim aleyhisselamın karşısında, kalın kafa ve kaba, sadece güçten anlayan bir güruh vardı. İktidar hırsından gözü dönmüş, kan dökücü bir kral olan Firavun’dan korkuyorlardı; biraz da korkudan şikayet ettiler İbrahim aleyhisselamı, olay açığa çıkınca haber vermemekle suçlanmamak için; korku kültürü çepeçevre kuşatmıştı insanları.

İbrahim aleyhisselam Anadolu topraklarında tevhit hakikatini tebliğ ve peygamberlik mücadelesini vermek için halk ile iletişim kurmaya çalışıyordu. Urfa’da putları kırdıktan sonra baltayı büyük putun boynuna asmıştı. "Konuşamayan ve sizlere yol gösteremeyen, hatta kendisini bile koruyamayan putların sizlere hiçbir yararı olamaz," dedi (Enbiya Suresi; 57 -67). Putların ilâh olmadıklarını ve olamayacaklarını anlatıyordu ama gören, dinleyen yoktu. Putlar, o zamanın büyük gücün ve adamlarının; kurdukları sistemin kırmızı çizgileri, üstünlük sağladıkları özelliklerin sembolleriydi. Halktan bazıları İbrahim aleyhisselamın anlattıklarını mantıklı buluyor ama ona inanmaktan, arkasında durup onunla birlikte mücadele etmekten korkuyordu. Başlarında kendini ilâh zanneden Nemrut vardı; insan öldürmekten zak alan, katliam yapmaktan çekinmeyen, gözünü kan bürümüş, acımasız bir kral. İbrahim aleyhisselamın sözlerini ve davranışını Nemrut'a ilettiler; çünkü inanç ve yasalarına göre suçluydu.

İbrahim aleyhisselamın kıssası Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatılır: “Allah’ın kendisine verdiği iktidara dayanarak Rabbi hakkında İbrahim ile tartışmaya giren kimseyi görmedin mi? İbrahim ‘Rabbim hayat veren ve öldürendir, deyince o, ‘Hayat veren ve öldüren benim’ dedi. İbrahim ‘Allah güneşi doğudan getirmektedir, hadi sen de onu batıdan getir’ dedi. Bunun üzerine inkârcı ne diyeceğini bilemedi. Allah zalimler topluluğuna rehberlik etmez.” (Bakara Suresi; Ayet: 258)

Servet ve gücünden dolayı şımaran Nemrud, İbrahim aleyhisselamın imana davetini kabul etmemişti. O, kendisinin de Allah gibi hayat verdiğini ve öldürdüğünü söylüyordu. Bir idam mahkumunu affeden Nemrud, affetmesini ‘insanı diriltmek’, suçsuz bir insanı idam ettirmesini de ‘diriyi öldürmek’ sayarak kendisinde tanrılık sıfatlarının ve gücünün bulunduğunu iddia etmişti. Hz. İbrahim ise Nemrud’a, gücü varsa güneşin doğuş ve batış yerlerini değiştirmesini teklif etmiştir. Teklif karşısında çaresiz kalan Nemrud söyleyecek söz bulamamış, böylece onun ilahlık iddiasının da asılsız olduğu ortaya çıkmıştır (Bakara Suresi; Ayet: 258). Nemrut ve avanesi, O’nun ateşe nasıl atılacağını müzâkere ettiler. Nihâyet, mancınıkla atılmasına karar verdiler.

Koyun sürüsü gibidir cahiliye halkı, baskı altında tutan, iliklerine kadar sömüren, eziyet eden, aşağılayan,........

© Haber7


Get it on Google Play