Şirkin, küfrün ve zulmün muhtelif eziyetleri altında 950 seneye yakın bir süre halkına göstermiş olduğu tahammülle, kendisinden sonraki peygamberler ve ümmetlerine örnek gösterilerek, ilâhî iltifâta mazhar olan Nûh aleyhisselâmdan biz Müslümanlara kalan en güzel mîras “sabır”dır. O sabır timsali peygamber, sonunda tebliğle görevlendirildiği toplumdan koptu ve onları lanetledi, helaklarına sebep oldu. Çünkü sabrın bir sınırı var; daha da önemlisi yeni insan ve yeni toplumu inşaa için kopuş gerekli..

Nûh aleyhisselâm, uzun yıllar toplumunu îkâz ve nasihat etti: “Size ne oluyor ki, Allâh’a büyüklüğü yakıştıramıyorsunuz?! Oysa sizi türlü merhâlelerden geçirerek o yaratmıştır! Görmediniz mi, Allâh yedi kat göğü birbiriyle âhenktâr olarak nasıl yarat­mış! Onların içinde Ay’ı bir nûr kılmış, Güneş’i de bir çerağ yapmıştır! Allâh, sizi de yerden ot (bitirir) gibi bitirmiştir. Sonra sizi yine oraya döndürecek ve sizi yeniden çıkaracaktır. Allâh, onda geniş yollar edinip dolaşabilesiniz diye, yeryüzünü sizin için bir sergi yapmıştır.” (Nûh Suresi; Ayet: 13-20) Ancak bu ahmak putperest toplum, peygamberin hikmet dolu nasîhatlerine kulak asmadılar.

PEYGAMBER VE MÜSLÜMANLARA HOR BAKTILAR

Toplumun ileri gelenleri bozuktu. “Nuh dedi ki: Rabbim, gerçekten onlar bana karşı geldiler, malı ve çocuğu ancak kendi hüsranını artıran kimselere uydular” (Nuh Suresi; Ayet: 21) Halkı yönlendiren bu üst tabakanın servet ve mevkileri, kibirlerini ve küstahlıklarını arttırarak onları bir yok oluşa sürüklemiştir: “(Böylece) onlar gerçekten birçoklarını saptırdılar.” (Nuh Suresi; Ayet: 24)

Nûh aleyhisselâmı küçümsüyor, asi olup O’na eziyet ediyorlardı. O küfür toplumunun ileri gelenleri dediler ki: “Biz seni sadece bizim gibi bir insan olarak görüyoruz. Bizden, basit görüşle hareket eden alt tabakamızdan başkasının sana uyduğunu görmüyoruz. Ve sizin bize karşı bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Bilakis sizin yalancılar olduğunuzu düşünüyoruz.” (Hud Suresi; Ayet: 27)

Kibirliydiler; fakîrlere “reziller” diye hitâb ediyorlardı; kibirleri yüzünden fakirlerle oturmayı isteme­diler. İlim, irfan ve hikmet sâhiplerini de küçük görüyorlardı. Nuh aleyhisselâmın ümmeti küçük bir azlıktı, onlar da fakir ve zayıf kimselerdi. Bu yüzden o hasta toplum Müslümanlara hor bakıyordu: “Onlar şöyle cevap verdiler: Sana düşük seviyeli kimseler tâbi olup dururken, biz sana iman eder miyiz hiç! ” (Şuara Suresi; Ayet: 111)

Bir adam oğluna Nûh aleyhisselâmı göstererek: “Bak, buna inanma!” dedi. Çocuk da babasının elinden asayı aldı. Nuh aleyhisselâmın başına vurarak onu kan revan içinde bıraktı. Nûh aleyhisselâm uzun yıllar tebliğ etmesine rağmen çok az kimse inanmıştı. Bir nesil ölüp gidecekken kendilerinden sonra gelecek nesillerine Nûh’a îmân etmemelerini, onunla savaşmalarını tavsiye ediyorlardı. Babalar, yetişip akıl bâliğ olan çocuklarına “Yaşadığı sürece Nûh’a aslâ inanmayacaksınız.” diye öğütlerde bulunuyorlardı.

Nûh aleyhisselâm ise: “Yâ Rabbî! Hayır dilemiş isen, hidâyete erdir! Yoksa Sen onlara hükmedinceye kadar bana sabır ver! Çünkü Sen hükmedenlerin en hayırlısısın!” diyordu.

KÜFÜRDE İNAT

Nûh aleyhisselâmın kavmi son derece zâlim ve azgındı. Âyet-i kerîmede onlardan şöyle bahsedilmektedir “…Onlar çok zâlim, çok azgın kişilerin tâ kendileri idi.” (Necm Suresi, Ayet: 52) Allâh Teâlâ “…Onlar, fâsık (günahkâr, yoldan çıkmış) bir milletti.” (Zâriyât Suresi; Ayet: 46) buyurur. Kadınlarında edeb, iffet ve hayâ yoktu. Onlara göre dünya hayatının amacı yalnızca servet biriktirmek ve güçlü olmaktı; gücü yeten yetene bir hayat yaşıyorlardı. Merkeze serveti koymuşlardı; materyalist, putperest bir toplumdu. Allah’a ve ahiret gününe inanmıyorlardı. Halk dünyevileştirilmekte, bu yönde özendirilmekteydi.

Kötülüklere dalmışlardı: “…Gerçekten onlar kötü bir milletti…” (Enbiyâ Suresi; Ayet: 77) Vicdansız idiler: “…Onlar, (kalb gözleri, vicdanları) kör(elmiş) bir gürûh idiler.” (A’râf Suresi; Ayet: 64) Dünyâ lezzetlerine çok düşkündüler. Çok inatçıydılar. Tabiatları küfre ve günâha alışmış, dünyâda inadı prensip edinmiş kimselerdi.

Nûh aleyhisselâm çok şükredici bir kuldu. Allâh Teâlâ onun bu husûsiyetini bütün in­sanlığı ilâhî nîmetler karşısında şükredici olmaya teşvîk için şöyle hatırlatır: “Şunu bilin ki Nûh çok şükreden bir kul idi.” (İsrâ Suresi; Ayet: 3) Oysa davet ettiği toplum nankördü, hiç şükretmiyordu. Bu durum, Nuh peygamberin dilinden şöyle ifade edilir. “Rabbim doğrusu bunlar bana isyan ettiler, malı ve evladı kendisinin sadece hüsranını arttıran kimselere uydular, birbirinden büyük düzenler (sistemler, tuzaklar) kurdular. ” (Nuh Suresi; Ayet: 21 - 24)

Cenâb-ı Hak, bir türlü uslanmayan bu azgın toplumu kırk sene yağmursuz bıraktı. Hayvanları telef oldu. Çocukları doğmadı. Çâresiz kalarak Nûh aleyhisselâm mürâcaat ettiler. O da: ‘Şirkten dönün; sizin için duâ edeyim!’ buyurdu. “(Sonra Nûh, Allah’a şu şekilde ilticâ etti: ‘Yâ Rabbî, ben kav­mime) dedim ki: Rabbinizden mağfiret dileyin; çünkü O çok bağışlayıcıdır. (Mağfiret dileyin ki) üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin; mallarınızı ve oğullarınızı çoğaltsın; size bahçeler ihsân etsin; sizin için ır­maklar akıtsın!” (Nûh Suresi; Ayet: 10-12)

O her türlü kötülüğün yapılmasına rağmen, hiç bir zaman Allah’ın yardımından ümidini kesmedi. Aksine peygamberlik görevini yerine getirmek için elinden geleni yapıp sonucu Yüce Allah’a havale ederek kafirlere karşı yalnızca O’ndan yardım istedi.

HZ.NUH’UN KOPUŞU

Ancak eziyetler iyice arttı. Yapacak bir iş kalmadı. Bunun üzerine Nûh aleyhisselâm “Rabbine: «(Yâ Rabbî) mağlûb oldum; artık bana yardım et!» diyerek yalvardı.” (Kamer Suresi; Ayet: 10)

Fıtratları tamâmen bozulmuş, îmânı ve hakka ittibâı reddedecek bir şekle bürünmüştü. Bu sebepten, Nûh aleyhisselâm şikâyet bâbında şöyle demişti: “Rabbim! Yeryüzünde hiçbir inkârcı bırakma! Şâyet Sen onları bırakacak olursan, kullarını saptırırlar; ahlâksız ve inkârcıdan başkasını doğu­rup yetiştirmezler. Beni, anamı, babamı, inanmış olarak evime gireni (hâne halkımdan îmân etmiş olanları), mü’min erkek ve kadınları bağışla! Zâlimlerin ise yalnızca helâklerini artır!” (Nûh Suresi; Ayet: 26-28)

950 sene kavminin hidayet etmesi için uğraşan Nuh aleyhisselâm sonunda Cenâb-ı Hakk’a acziyetini arz etti ve Hz. Nuh’a aleyhisselâm “insanlığın ikinci atası” denilmesine sebep olan “Nuh Tufanı” başladı. Nuh Tufanı’ndan önce Allah Teâlâ, Nuh aleyhisselâma bir gemi yapmasını emretti: “Gözlerimizin önünde ve vahyimiz uyarınca gemiyi yap, fakat zâlimlerin (kurtuluşu için) Bana yalvarma! Onlar mutlakâ boğulacaklardır!” (Hûd Suresi; Ayet: 37)

Küfür toplumu, Nûh aleyhisselâmın gemi yapmasıyla da alay etti. Âyet-i kerîmelerde buyrulur: “Nûh gemiyi yapıyor, kavminden ileri gelenler ise, yanına her uğradıkça onunla alay ediyorlardı. Dedi ki: «Eğer bizimle alay ediyorsanız, iyi bilin ki siz nasıl alay ediyorsanız, biz de sizinle (öyle) alay edeceğiz! Kendisini rezil edecek azâbın kime geleceğini ve sürekli bir azâbın kimin ba­şına ineceğini yakında bileceksiniz!»” (Hûd Suresi; Ayet: 38-39)

Hak ve hakîkate kalbleri körelmiş halk, gece gelip gemiyi yakmak istiyorlar, yakamayınca: “Bu senin sihrindir!” diyorlardı. Gemiyi kirletiyorlardı. Bir müddet sonra uyuz hastalığına yakalandılar. Tedâvî için kendi pisliklerini yüz­lerine sürmeye mecbûr kaldılar. Cenâb-ı Hak, onları bu alâmetlerle îkâz ettiği hâlde bir türlü uyanmadılar.

Nûh aleyhisselâm ve mü’minlerin inşâ ettiği gemi zor şartlara dayanıklı sert ağaçtan yapılmıştı. Âyet-i kerîmede buyrulur: “Nihâyet emrimiz gelip de iş kızışarak sular kabarmaya başladığı) zaman Nûh’a «Her şeyden iki çifti, aleyhlerinde hüküm verdiklerimiz hâriç, âileni ve îmân edenleri gemiye bindir!» dedik. Zâten, onunla beraber îmân eden pek azdı.” (Hûd Suresi; Ayet: 40)

Sonunda besmele çekerek “…O’nun yürümesi ve durması Allâh’ın adıyladır. Rabbim bağışlar ve merha­met eder.” (Hûd Suresi; Ayet: 41) âyeti ile beraber, “Onlar, Allâh’ı hakkıyla tanıyıp bilemediler. Kıyâmet günü bütün yeryüzü O’nun tasarrufundadır. Gökler, O’nun kudret eliyle dürülmüş olacaktır. O, müşrik­lerin ortak koşmalarından yüce ve münezzehtir.” (Zümer Suresi; Ayet: 67) âyetini okudular, gemiye bindiler ve boğulmaktan kurtuldular: “Onu yalanladılar, biz de onu ve onunla beraber gemide bulunanları kurtardık, âyetlerimizi yalanlayanları da suda boğduk! Çünkü onlar kör bir kavim idiler.” (Araf Suresi; Ayet: 64)

Kuramlar ya da siyasi çözümlemeler bir yana, Peygamberimiz sallahu aleyhi vesellemin hadisindeki en geri pozisyona çekildik ümmet olarak: “Bir kötülük gördüğünüzde onu elinizle, gücünüz yetmez ise dilinizle, ona da gücünüz yetmezse kalbinizle buğz (lanetleyiniz) ediniz. Bu da imanın en zayıf noktasıdır.”

İşgaller, şehirlerin bombalanması, iç savaşlar, ölümler, sürgünler, haksızlıklar, eşitsizlikler karşısında el kol bağlı maalesef. Filistin, Suriye, Irak ve Afganistan felaketleri gösterdi ki hiçbir devlet tek başına dünya güçleriyle baş edemiyor, oyunu bozamıyor. Peygamber sallahu aleyhi vesellemin postu boş kaldı; ümmet başsız ve yönetimsiz bırakıldı.

Dilse çoktan kesildi zaten. Avrupa merkezli bilim anlayışının hakim olduğu üniversitelerden ve medyadan hiçbir ses çıkmıyor, İslam birliğinin zorunlu oluşuna dair. Tevhit, vahdet ve ümmet kavramları unutturuluyor sanki. Hayatın yeniden toparlanacağına dair iyice zayıflayan solgun imanlarla kalben buğz etme makamına geçildi çoktan.

Siyaseten sıfırdan bir önceki aşamada bulunuyor koskoca İslam milleti. Bu trajikomik makamdan sonrası da bireysel ve kolektif sorumlulukların omuzlardan atıldığı bir cinnet makamı olsa gerek.

Küresel çapta örgütlenen kapitalizm adı verilen kötülük, anti İslam politikası güdüyor. Avrupa’da ve bütün bir dünyada Peygamber aleyhisselama ve Kur’an-ı Kerim’e saygısızlık yapılıyor. Allah ve ahiret günü inkar ediliyor. İslam alemiyle birlikte insanlığı da esir alan, baskı ve sömürüden başka bir şey olmayan dünya sisteminden kopuş gerekiyor. Hz.Nuh’un kopuşu gibi bir kopuş! Hz.Nuh’un gemisi olan İslam medeniyetini inşaaya bir an önce başlamak zorundayız.

QOSHE - Hz.Nuh’un kopuşu - Mustafa Yürekli
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Hz.Nuh’un kopuşu

5 0
09.01.2024

Şirkin, küfrün ve zulmün muhtelif eziyetleri altında 950 seneye yakın bir süre halkına göstermiş olduğu tahammülle, kendisinden sonraki peygamberler ve ümmetlerine örnek gösterilerek, ilâhî iltifâta mazhar olan Nûh aleyhisselâmdan biz Müslümanlara kalan en güzel mîras “sabır”dır. O sabır timsali peygamber, sonunda tebliğle görevlendirildiği toplumdan koptu ve onları lanetledi, helaklarına sebep oldu. Çünkü sabrın bir sınırı var; daha da önemlisi yeni insan ve yeni toplumu inşaa için kopuş gerekli..

Nûh aleyhisselâm, uzun yıllar toplumunu îkâz ve nasihat etti: “Size ne oluyor ki, Allâh’a büyüklüğü yakıştıramıyorsunuz?! Oysa sizi türlü merhâlelerden geçirerek o yaratmıştır! Görmediniz mi, Allâh yedi kat göğü birbiriyle âhenktâr olarak nasıl yarat­mış! Onların içinde Ay’ı bir nûr kılmış, Güneş’i de bir çerağ yapmıştır! Allâh, sizi de yerden ot (bitirir) gibi bitirmiştir. Sonra sizi yine oraya döndürecek ve sizi yeniden çıkaracaktır. Allâh, onda geniş yollar edinip dolaşabilesiniz diye, yeryüzünü sizin için bir sergi yapmıştır.” (Nûh Suresi; Ayet: 13-20) Ancak bu ahmak putperest toplum, peygamberin hikmet dolu nasîhatlerine kulak asmadılar.

PEYGAMBER VE MÜSLÜMANLARA HOR BAKTILAR

Toplumun ileri gelenleri bozuktu. “Nuh dedi ki: Rabbim, gerçekten onlar bana karşı geldiler, malı ve çocuğu ancak kendi hüsranını artıran kimselere uydular” (Nuh Suresi; Ayet: 21) Halkı yönlendiren bu üst tabakanın servet ve mevkileri, kibirlerini ve küstahlıklarını arttırarak onları bir yok oluşa sürüklemiştir: “(Böylece) onlar gerçekten birçoklarını saptırdılar.” (Nuh Suresi; Ayet: 24)

Nûh aleyhisselâmı küçümsüyor, asi olup O’na eziyet ediyorlardı. O küfür toplumunun ileri gelenleri dediler ki: “Biz seni sadece bizim gibi bir insan olarak görüyoruz. Bizden, basit görüşle hareket eden alt tabakamızdan başkasının sana uyduğunu görmüyoruz. Ve sizin bize karşı bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Bilakis sizin yalancılar olduğunuzu düşünüyoruz.” (Hud Suresi; Ayet: 27)

Kibirliydiler; fakîrlere “reziller” diye hitâb ediyorlardı; kibirleri yüzünden fakirlerle oturmayı isteme­diler. İlim, irfan ve hikmet sâhiplerini de küçük görüyorlardı. Nuh aleyhisselâmın ümmeti küçük bir azlıktı, onlar da fakir ve zayıf kimselerdi. Bu yüzden o hasta toplum Müslümanlara hor bakıyordu: “Onlar şöyle cevap verdiler: Sana düşük seviyeli kimseler tâbi olup dururken, biz sana iman eder miyiz hiç! ” (Şuara Suresi; Ayet: 111)

Bir adam oğluna Nûh aleyhisselâmı göstererek: “Bak, buna inanma!” dedi. Çocuk da babasının elinden asayı aldı. Nuh aleyhisselâmın başına vurarak onu kan revan içinde bıraktı. Nûh aleyhisselâm uzun yıllar tebliğ etmesine rağmen çok az kimse inanmıştı. Bir nesil ölüp gidecekken kendilerinden sonra gelecek nesillerine Nûh’a îmân etmemelerini, onunla savaşmalarını tavsiye ediyorlardı. Babalar, yetişip akıl bâliğ olan çocuklarına “Yaşadığı sürece Nûh’a aslâ inanmayacaksınız.” diye öğütlerde bulunuyorlardı.

Nûh aleyhisselâm ise: “Yâ Rabbî! Hayır dilemiş isen, hidâyete erdir! Yoksa Sen onlara hükmedinceye kadar bana sabır ver! Çünkü Sen hükmedenlerin en hayırlısısın!” diyordu.

KÜFÜRDE İNAT

Nûh aleyhisselâmın kavmi son derece zâlim ve azgındı. Âyet-i kerîmede onlardan şöyle bahsedilmektedir “…Onlar çok zâlim, çok azgın kişilerin tâ kendileri idi.” (Necm Suresi, Ayet: 52) Allâh Teâlâ “…Onlar, fâsık (günahkâr, yoldan........

© Haber7


Get it on Google Play