İslam topraklarda yaşıyor ve umutsuzca yaşlanıyor olmanın bir tanımı olmalı. İslam alemini boydan boya, Fas’tan Filipinler’e kadar bütün İslam coğrafyasını kat eden haksızlıkların, Amerikan ve Avrupa devletlerinin işgallerinin, Filistin, Suriye, Irak ve Afganistan’ın alev alev yanmasının, şehirlerin bombalanmasının, çoluk çocukla yerinden yurdundan edilmelerin, sokaklarda yaşamanın, göçlerin, daha da korkunç olanıysa sokak ortasındaki o genç-yaşlı, çocuk-kadın ölümlerinin bir adı olmalı. Nedir bunlar? Neden 2001’den beri bir an bile olsa kesilmiyor? Savaş mı? Terörle mücadele mi? İç savaş mı? İnadına bağımsızlık mı? Küresel siyaset mi? Diplomasi mi? Müzakere mi? Her neyse de Müslümanlara epey pahalıya mal oluyor bütün bu kelimeler!

Yaşanılanlar kesinlikle bir “kaos” değil! Daha çok çekiciliğini muhafaza eden bir “düzen” var karşımızda: Dünya sistemi canavarının o bir türlü bölünmeyen, devredilmeyen, asla tartışılamayan kutsal düzeni. Nuh’suz kan tufanına yakalandık. Bu kanlı düzen bir mezbahaya çevirdi tarih denilen şeyi de. Üniversitelerde, medyada tarihi bile kesip doğradılar. İslam coğrafyasında geçmiş yoktur; aydınları kesip doğrayıp kuşa çevirdiklerinden İslam milleti anlı şanlı tarihini, hakikat medeniyetini kaybetmiştir. Gelecek de yoktur. Asık suratlı, “domuz enseli”, uzun, derin ve kalın bir şimdiki zaman vardır sadece. Devlet adamlarının, sivil asker bürokratların, patronların, cahil bırakılıp ahlaksızlaştırılmış yoksul bir halkın, sinema yıldızlarının, şarkıcıların, futbolcuların, medya soytarılarının, “örgütlü kötülerin” küresel çapta şimdiki zamanıdır bu da.

DÜNYA NİNOVA OLDU

Bu karanlık, kanlı, can alan ve korku veren çağda Müslüman aydın çaresiz, şairler sessiz! Dünya Ninova oldu, aydının yaşadığı da Yunus çaresizliği. Kur’ân-ı Kerîm’de adına bir sûre nâzil olan Yûnus aleyhisselâm Âsur Devleti’nin başkenti olan Ninova halkına gönderilmiş bir peygamberdir. M.Ö. sekizinci asırlarda yaşadığı tahmin edilmektedir. Yûnus aleyhisselâm, Ninova’da doğup büyümüş, otuz yaşına gelince, Hak Teâlâ O’nu peygamber olarak görevlendirmiştir (Sâffât Suresi; Ayet:139).

Yıllarca Ninovalılara tebliğ etti, tevhit inancına çağırdı. Ninova o devrin en kalabalık şehriydi, nüfusu 100 binden fazlaydı ve hızla artıyordu (Sâffât Suresi; Ayet:147). Ninovalılar, materyalistti; gücü esas alıyorlardı, güçlü olan ne derse hakikat oydu, gücü yeten yetene yaşıyorlardı; nemelazımcı, bireyci, egoisttiler; servet, şöhret, konfor derken iyice dünyevileşmişlerdi. Hak hukuk bilmiyorlardı; çok zalimdiler.

Yûnus aleyhisselâm yıllarca tevhide dâvet etmesine rağmen kendisine sâdece iki kişi iman etti. Yunus aleyhisselama türlü eza ve cefada bulundular. Yunus aleyhisselâm Ninovalıların yaptıklarına tahammül ve sabır gösteriyor, kendilerini yine merhametle tevhide dâvet ediyordu. Allah’ın azabının çetin olduğunu hatırlatıyordu. Fakat onlar, bu ikazlara gülüp geçtiler, ona hor baktılar, sen hangi çağda yaşıyorsun dediler, ‘Sapık!’ dediler. Yunus aleyhisselam, kavminin bu küfürdeki inadına çok üzüldü. Daha fazla dayanamayıp, izn-i ilâhîyi beklemeden aralarından ayrıldı. Yolda iken Cenâb-ı Hak vahyetti “Ey Yûnus! Geri dön; kırk gün daha onları îmâna dâvet et!” buyurdu.

Bu emir üzerine Yûnus aleyhisselâm tekrar Ninova’ya döndü. Allah’ın emir ve azabını haber verdi. Yine uslanmadılar. Vadedilen günlerden otuz yedi gün geçtiğinde, kavmi hâlâ imana gelmemişti. Yûnus aleyhisselâm “O hâlde üç güne kadar başınıza gelecek olan azâbı bekleyin! Bunun alâmeti olarak da önce benizlerinizin sarardığını göreceksiniz!” dedi ve yine emr-i ilâhîyi bekleyemeden büyük bir üzüntü ile aralarından ayrıldı. Bu çaresizlik, bu terk ediş, ne ilâhî görevden kaçma, ne de görevi verene baş kaldırmaydı. Sâdece yüce davete uymayan asi bir toplumdan uzaklaşmaydı; araya mesafe koymaydı.

NİNOVALILARIN PİŞMANLIĞI

Derken Yûnus aleyhisselâmın haber verdiği gün gelip çattı. Azabın habercisi olarak bütün Ninovalıların benizleri sararmış ve renkleri uçuklaşmıştı. O an herşeyi anladılar. Birbirlerine “İşte Yûnus’un haber verdiği azap alâmeti! Biz O’nun bugüne kadar yalan söylediğini hiç görmedik.” diyerek gelen azaptan büyük bir korkuya kapıldılar. Gökyüzü kararmaya başladı. Herkes feryâd hâlindeydi. Son derece pişmân olmuşlardı. Yürekleri, yaptıkları yüzünden nedametle dolup taşıyordu. Çünkü azab-ı ilâhî iyice yaklaşmıştı.

Ne yapacaklarını bilemez bir hâlde sâlih bir zâta koştular. O da Ninovalılara “Henüz azâbın gelmesine iki gün var. Şimdi şu yüksek tepeye, tevbe tepesine çıkın! Birbirinizle helâlleşerek gasbettiğiniz hakları sâhiplerine iâde edin! Ardından Yûnus’un Rabbi için kurbanlar kesin ve bundan büyük-küçük, zengin-fakir herkes yesin! Sonra başlarınızı açarak «Ey Yûnus’un Rabbi! Biz tevbe ettik. Sana inandık. Yûnus’un peygamberliğini de kabûl ettik. Yûnus’u bulduğumuz an, O’ndan Sen’in emir ve yasaklarını öğrenip tatbik edeceğiz!» diye yalvarın!..” dedi. Ninovalılar gözyaşları içerisinde bütün bu söylenenleri yerine getirdiler; peygamberleriyle buluştular, ona ümmet oldular.

Allahu Teala da “Rahmân” ism-i şerîfi ile onların tevbelerini kabul etti ve azâb-ı ilâhî, üzerlerinden kaldırıldı. Bu husus, Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle anlatılır: “Hiçbir şehir ahalisi yoktur ki, (yeis hâlinde) iman etmiş olsun da, bu imanları ona fayda versin! Ancak Yunus kavmi müstesnadır ki, bunlar iman edince, kendilerinden dünya hayatındaki zillet azabını üstlerinden kaldırıp uzaklaştırarak giderdik ve onları ecelleri gelinceye kadar yaşama fırsatı verdik!” (Yûnus Ayet: Suresi; 98)

İmansızlıkları sebebiyle helâke düçar olup da tevbe ederek kurtulan tek halk, Yunus aleyhisselâmın kavmidir. Bu, lutf-i ilâhînin farklı bir tecellîsidir ve Yûnus Sûresi’nin pek çok âyet-i kerîmeleri, rahmet-i Rahman’ın azab-ı ilahiden daha çok olduğunu beyan eder.

HZ.YUNUS’UN PİŞMANLIĞI

Yunus aleyhisselâm şehirden ayrılınca Dicle Nehri’nin kenarına geldi. Bir gemiye bindi. Kur’ân-ı Kerîm’de buyrulur: “Hani O, dolu bir gemiye binip kaçmıştı.” (Sâffât Suresi; Ayet:140) Gemi, hareket ettikten bir müddet sonra suyun ortasında durdu. Onu bir türlü yürütemediler. Batacakları endişesiyle durumu uğursuzluk sayarak gemide günahkâr birinin olduğunu düşündüler. Bunun kim olduğu hususunda kur’a çektiler. Kur’a Hz.Yûnus’a çıktı. O da başına gelen bu işin bir imtihân olduğunu fark ederek tevekkülle “Evet, o asi kul benim!” dedi. Ancak gemidekiler, onun halinden salih bir kimse olduğunu anlayarak kur’ayı birkaç defa yenilediler. Fakat hepsinde de netice Yûnus aleyhisselâm’a çıktı. Âyet-i kerîmelerde “Gemide olanlarla karşılıklı kur’a çektiler de (Yunus) kaybedenlerden oldu.” (Sâffât Suresi; Ayet:141) buyrulmaktadır. Nihâyet çaresiz bir şekilde: «Herhâlde bu kulun bir suçu olmalı!» diyerek Yûnus aleyhisselamı suların içine bıraktılar: “…(O), Biz’im kendisini aslâ sıkıntıya uğratmayacağımızı zannetmişti…” (Enbiya Suresi; Ayet: 87). Korktuğu başına geldi, “Yûnus hatasını anladığından kendini kınayıp dururken O’nu bir balık yuttu.” (Sâffât Suresi; Ayet:142)

Balığın karnı karanlık bir yerdi. Kendisi henüz canlı idi ve şuuru da yerindeydi. Cenâb-ı Hak balığa, Yûnus’u yaralamamasını ve onun kemiklerine zarar vermemesini emretti. Yûnus aleyhisselâm, ilâhî takdîre rızâ göstererek Rabbine teslîm oldu: “…(Ve) karanlıklar içinde (Yûnus, pek üzgün bir şekilde hâlini Rabbine şöylece arz etti): «Sen’den başka hiçbir ilâh yoktur. Sen’i tenzîh ederim. Gerçekten ben, zâlimlerden oldum!»” (Enbiya Suresi; Ayet: 87). Yûnus aleyhisselâm, içinde bulunduğu bu zor şartlar altında her zaman olduğu gibi Cenâb-ı Hakk’ı tesbîh ve zikirden geri kalmamaya gayret etti. İstiğfâr ve duâ ile meşgûl oldu. “Sen’den başka hiçbir ilâh yoktur. Sen’i tenzîh ederim. Gerçekten ben, zâlimlerden oldum!” diye çokça tesbîhi üzerine bu mübârek peygamberinin işlediği zelleyi affetti: “Bunun üzerine O’nun duâsını kabûl ettik ve O’nu kederden kurtardık. İşte Biz, müminleri böyle kurtarırız.” (Enbiya Suresi; Ayet: 88) Bu affın tek nedeni Yûnus aleyhisselâmın çokça tesbîhiydi. “Eğer Allâh’ı tesbîh edenlerden olmasaydı, tekrar dirilecekleri güne kadar onun karnında kalırdı.” (Sâffât Suresi; Ayet: 143-144) Yûnus aleyhisselâm, Rabbini zikretmesi, hatâsını idrâk etmesi ve tevekkülü sâyesinde kurtulmuştur. Bu hâli, kendisi için büyük bir rahmet ve nîmet vesîlesi olmuştur. Yûnus aleyhisselâm, kavminin helâki için verilen kırk günlük mühlete 37 gün sabretmiş, üç gün sabredememişti. Buna mukâbil, Allâh Teâlâ da O’nu balığın karnında sabır eğitiminden geçirmek gibi büyük bir imtihana tâbî tabi tutmuştur.

Sonunda Yûnus aleyhisselâmı içinde yüce bir emânet gibi taşıyan balık, Allâh’ın emri ile O’nu sahile bıraktı, zayıflamış, bitkin, hastaydı. Vücudu, pelte hâlindeydi. Hava da oldukça sıcaktı. Allâh Teâlâ, onu güneşin yakıcı ışığından koruyacak geniş yapraklı bir bitki bitirdi: “Hâlsiz bir vaziyette kendisini dışarıya çıkardık. Ve üstüne (gölge yapması için) kabak türünden geniş yapraklı bir nebat bitirdik.” (Sâffât Suresi; Ayet:145-146) Yûnus aleyhisselâm, kendisini toparlayınca, Ninova’ya döndü. Şehre yaklaştığında bir çobana rastladı. Kavminin hâlini sordu. Çoban olanı biteni anlattı. Kavminin îmân edip tevbekâr olduğunu ve böylece Allâh’ın kendilerini affettiğini bildirdi. Şimdi herkesin Yûnus aleyhisselâmın ilâhî emirleri bildirmek üzere gelmesini beklediğini söyledi. Yûnus aleyhisselâmın döndüğünü haber alan kavmi, O’nu karşılamak için yanına gittiler. O anda Yûnus aleyhisselâm namaz kılmaktaydı. Namazdan sonra kendisini hasretle kucaklayıp özürler dilediler. Yûnus aleyhisselâm da, af ve hoşgörüyle davranarak onlara Allâh’ın emir ve yasaklarını öğretti. Bundan sonra kavmi, Allâh’a ve peygamberine itâat hâlinde, mes’ûd ve iyilik üzere bir hayat yaşadılar: “Sonunda O’na îmân ettiler. Bunun üzerine Biz de onları bir süreye kadar yaşattık.” (Sâffât Suresi; Ayet:148)

ACELECİLİK VE NEMELAZIMCILIK TUZAKLARI

Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem Mekke müşriklerinin zulüm, eziyet ve cefalarına tahammül etmiş, hicret hakkında ilâhî emir gelinceye kadar sabırla beklemiştir. Allâh Teâlâ da, Peygamber sallâllâhu aleyhi ve selleme şöyle tavsiyede bulundu: “Ve şöyle niyâz et: Rabbim! Gireceğim yere dürüstlükle girmemi sağla; çıkacağım yerden de dürüstlükle çıkmamı sağla! Bana tarafından hakkıyla yardım edici bir kuvvet ver!” (İsrâ Sûresi; Ayet: 80)

Cenâb-ı Hak, Yûnus aleyhisselâmın aceleci davranarak kavmini izinsiz terk etmesi sebebiyle Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem efendimize risâlet vazîfesindeki sıkıntılara sabretmesi hususunda şu öğütte bulunmuştur: “Sen Rabbinin hükmünü sabırla bekle! Balık sâhibi (Yûnus) gibi olma! Hani O, dertli dertli Rabbine niyâz etmişti. Şâyet Rabbinden O’na bir nîmet yetişmemiş olsaydı O, mutlakâ, kınanacak bir hâlde ıssız bir diyâra atılacaktı. Fakat ardından, Rabbi O’nu seçti (vahiy verdi) ve O’nu sâlihlerden kıldı.” (Kalem Suresi; Ayet: 48-50)

İslam milleti bugün Ninovalıların pişmanlığını yaşıyor, İslam dinini, kitap ve sünneti arıyor. Zillet felaketinden kurtuluş, istikamet üzere yaşamak, ehli sünnet velcemaat yoluna girmek.

Peygamberimiz sallâllâhu aleyhi ve sellemin sünneti, zillet belasına düçar olunca, aceleciliğe ve nemelazımcılığa düşmemektir. Çağdaş dünyada acelecilik, şiddeti meşru görmek, hemen askeri sonuçlar almayı istemektir. Yunus aleyhisselam üç gün daha sabretseydi, bir avuç Müslüman da olsa davetine icabet edenleri görecekti; tebliğ drama dönüşmeyecekti. Günümüzde nemelazımcılık ise liberal yaklaşımla sorumluluğu başkasına atıp, mesela bürokrasiye, devlet adamlarına atıp hiçbir şey yapmamaktır. Ekonomik, teknolojik, askeri bahanelerin arkasına sığınıp birey olarak taşın altına elini koymamak ve sorumsuzluk göstermektir.

İslam bizden kurtuluş için çalışmamızı; elinden gelen gayreti göstermemizi istiyor. Peygamberimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem hicret etti. Hicret, hedefi belli bir yolculuktur; kendini ve toplumu planlı şekilde değiştirme çabasıdır, İslami yönetim ve düzene geçme çalışmasıdır. Hicret, bir toplumun iradesini ortaya koyması, doğru temsili sağlaması ve ehliyeti, liyakati esas alarak adaletli yönetime kavuşmasıdır. İslam milleti başına gelen zillet felketinden kurtulmak için salih İslam alimlerinin öncülüğünde, disiplinli bir çalışmayla, İslam medeniyetini inşa etmeye, Peygamber aleyhisselam ve Ku’an-ı Kerim ile buluşmaya çabalamalıdır.

Müslümanlar, Peygamber sallahu aleyhi vesellemin ümmeti olmaktan uzaklaşmanın acısıyla ciddi tövbe etmeli, istikamet üzere yaşama iradesi göstermeli; çaresizliğe düşmeden, ipleri eline almak zorunda; İslam birliği hedefine götürecek yolda adım adım ilerleme çabasını göstermeli mutlaka.

Mustafa Yürekli / Haber7

QOSHE - Hz. Yunus'un çaresizliği - Mustafa Yürekli
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Hz. Yunus'un çaresizliği

4 1
05.01.2024

İslam topraklarda yaşıyor ve umutsuzca yaşlanıyor olmanın bir tanımı olmalı. İslam alemini boydan boya, Fas’tan Filipinler’e kadar bütün İslam coğrafyasını kat eden haksızlıkların, Amerikan ve Avrupa devletlerinin işgallerinin, Filistin, Suriye, Irak ve Afganistan’ın alev alev yanmasının, şehirlerin bombalanmasının, çoluk çocukla yerinden yurdundan edilmelerin, sokaklarda yaşamanın, göçlerin, daha da korkunç olanıysa sokak ortasındaki o genç-yaşlı, çocuk-kadın ölümlerinin bir adı olmalı. Nedir bunlar? Neden 2001’den beri bir an bile olsa kesilmiyor? Savaş mı? Terörle mücadele mi? İç savaş mı? İnadına bağımsızlık mı? Küresel siyaset mi? Diplomasi mi? Müzakere mi? Her neyse de Müslümanlara epey pahalıya mal oluyor bütün bu kelimeler!

Yaşanılanlar kesinlikle bir “kaos” değil! Daha çok çekiciliğini muhafaza eden bir “düzen” var karşımızda: Dünya sistemi canavarının o bir türlü bölünmeyen, devredilmeyen, asla tartışılamayan kutsal düzeni. Nuh’suz kan tufanına yakalandık. Bu kanlı düzen bir mezbahaya çevirdi tarih denilen şeyi de. Üniversitelerde, medyada tarihi bile kesip doğradılar. İslam coğrafyasında geçmiş yoktur; aydınları kesip doğrayıp kuşa çevirdiklerinden İslam milleti anlı şanlı tarihini, hakikat medeniyetini kaybetmiştir. Gelecek de yoktur. Asık suratlı, “domuz enseli”, uzun, derin ve kalın bir şimdiki zaman vardır sadece. Devlet adamlarının, sivil asker bürokratların, patronların, cahil bırakılıp ahlaksızlaştırılmış yoksul bir halkın, sinema yıldızlarının, şarkıcıların, futbolcuların, medya soytarılarının, “örgütlü kötülerin” küresel çapta şimdiki zamanıdır bu da.

DÜNYA NİNOVA OLDU

Bu karanlık, kanlı, can alan ve korku veren çağda Müslüman aydın çaresiz, şairler sessiz! Dünya Ninova oldu, aydının yaşadığı da Yunus çaresizliği. Kur’ân-ı Kerîm’de adına bir sûre nâzil olan Yûnus aleyhisselâm Âsur Devleti’nin başkenti olan Ninova halkına gönderilmiş bir peygamberdir. M.Ö. sekizinci asırlarda yaşadığı tahmin edilmektedir. Yûnus aleyhisselâm, Ninova’da doğup büyümüş, otuz yaşına gelince, Hak Teâlâ O’nu peygamber olarak görevlendirmiştir (Sâffât Suresi; Ayet:139).

Yıllarca Ninovalılara tebliğ etti, tevhit inancına çağırdı. Ninova o devrin en kalabalık şehriydi, nüfusu 100 binden fazlaydı ve hızla artıyordu (Sâffât Suresi; Ayet:147). Ninovalılar, materyalistti; gücü esas alıyorlardı, güçlü olan ne derse hakikat oydu, gücü yeten yetene yaşıyorlardı; nemelazımcı, bireyci, egoisttiler; servet, şöhret, konfor derken iyice dünyevileşmişlerdi. Hak hukuk bilmiyorlardı; çok zalimdiler.

Yûnus aleyhisselâm yıllarca tevhide dâvet etmesine rağmen kendisine sâdece iki kişi iman etti. Yunus aleyhisselama türlü eza ve cefada bulundular. Yunus aleyhisselâm Ninovalıların yaptıklarına tahammül ve sabır gösteriyor, kendilerini yine merhametle tevhide dâvet ediyordu. Allah’ın azabının çetin olduğunu hatırlatıyordu. Fakat onlar, bu ikazlara gülüp geçtiler, ona hor baktılar, sen hangi çağda yaşıyorsun dediler, ‘Sapık!’ dediler. Yunus aleyhisselam, kavminin bu küfürdeki inadına çok üzüldü. Daha fazla dayanamayıp, izn-i ilâhîyi beklemeden aralarından ayrıldı. Yolda iken Cenâb-ı Hak vahyetti “Ey Yûnus! Geri dön; kırk gün daha onları îmâna dâvet et!” buyurdu.

Bu emir üzerine Yûnus aleyhisselâm tekrar Ninova’ya döndü. Allah’ın emir ve azabını haber verdi. Yine uslanmadılar. Vadedilen günlerden otuz yedi gün geçtiğinde, kavmi hâlâ imana gelmemişti. Yûnus aleyhisselâm “O hâlde üç güne kadar başınıza gelecek olan azâbı bekleyin! Bunun alâmeti olarak da önce benizlerinizin sarardığını göreceksiniz!” dedi ve yine emr-i ilâhîyi bekleyemeden büyük bir üzüntü ile aralarından ayrıldı. Bu çaresizlik, bu terk ediş, ne ilâhî görevden kaçma, ne de görevi verene baş kaldırmaydı. Sâdece yüce davete uymayan asi bir toplumdan uzaklaşmaydı; araya mesafe koymaydı.

NİNOVALILARIN PİŞMANLIĞI

Derken Yûnus aleyhisselâmın haber verdiği gün gelip çattı. Azabın habercisi olarak bütün Ninovalıların benizleri sararmış ve renkleri uçuklaşmıştı. O an herşeyi anladılar. Birbirlerine “İşte Yûnus’un haber verdiği azap alâmeti! Biz O’nun bugüne kadar yalan söylediğini hiç görmedik.” diyerek gelen azaptan büyük bir korkuya kapıldılar. Gökyüzü........

© Haber7


Get it on Google Play