Kaygılıyız…

Sanırız birçok vatanperver de kaygılıdır.

Akla gelen soru şudur:

-Gazze, Türkiye gündeminden düştü mü?

Tasamızın yersiz olmasını, yanılmayı çok isteriz.

Bu kaygı; tasa neden?

Emperyalist güdümlü teröristler, Irak ve Suriye hududundaki birliklerimize, Ankara’nın dikkatini Gazze’den gayrı yana çevirmek için saldırtıldı.
İran’ın sudan bahanelerle Irak’a düzenlediği saldırı tiyatrosu ve İsrail dururken Pakistan’ı tâciz etmesi de aynı maksada matuftur.

Bu hastalıklı tavır, Tahran’ın yeni huyu değildir:

Osmanlı Türkiye’sinde Türk Ordusu, ne zaman Sultanlarımız başbuğluğunda haçlı Hıristiyan ordularının üstüne yürümek için sefere çıksa İran, ya bizi arkadan vurdu veya gidip Vatikan’la; evet Papa’yla ittifak yaptı. Bu yüzden, bazı sefer-i hümayunlarımız yarıda kalmıştı…

Bugün herhâlde Sasani düşü gören İran, sessiz bir üslupla Basra Körfezi, İskenderun Körfezi, Aden Körfezi arasını Şii ideolojinin nüfuz alanı yapma peşindedir. Tahran, çok yıllardır bunda ısrarlıdır. Bu yolda Türkiye aleyhine hayli de mesafe katetmiştir. Irak ve Suriye’de Haşdi Şabiler, Lübnan’da Hizbullah, Yemen’de Husiler, Tahran’a bağlı vekâlet, taşeron yahut bir anlamda “Wagner” veya “Blackwater” silahlı güçleridir. Belki de daha fazlasıdır. Bunlar, yer tuttukları memleketlerde öyle-böyle değil, çok tazyik edici ağırlıktadır. Bu gerçeğe rağmen mevzubahis İsrail olunca onun katliam, mezalim ve soykırım yapmasını sadece seyrederler. Lübnan’da gayriresmî ordu hâline gelmiş Hizbullah, İsrail, çocuk, kadın demeden hoyratça jenosit yaparken Lübnan tarafında bir cephe açarak Gazze Celladı Netanyahu’nun işini zorlaştırabilir, imkânsızlıklar içinde destanlar yazan Kassam Tugaylarına destek verebilirdi. Mezhep iddiasındaki çapraşık yapılı Şia’yı, Ehl-i sünnete; Sünniliğe karşı ideolojileştirdiklerinden bunu yapmadılar, yapmazlar. Yahudi Abdullah bin Sebe’nin başlatmasıyla Yahudiler, Şia mevzuunda Mecusi ve Hindu dayanışmasıyla Farisîlerin üst aklıdır.

Günümüzde Tahran’ın Washington, Tel Aviv atışmaları mes’elelerin künhüne vâkıf olanlarca hep bir muvazaa, danışıklı dövüş olarak görüldü, görülmektedir. Doğrusu da budur.

Unutulmasın ki İran’ın şu lafta “İslâm Cumhuriyeti” Paris’te kotarıldı, vakti- saati gelince de yurt dışında kaçak yaşayan Humeyni, 1979’da İran’a indirildi. Buna da “İnkılâb-ı İslâmî” veya “Humeyni devrimi” dendi. Türkiye’de nice zamandır Kemalist ideoloji dayatmalarından bunalmış bazı safdiller de maalesef slogan, kalıp ve etikete kanma gafletine düştüler.

Aslında; geçmişten bu yana açık veya örtülü şekilde Türkiye ile nizalı ve azîz İslâm dîninin temel değerleriyle çatışan Şia saplantılı İran, yukarıda temas ettiğimiz gibi şu yakınlarda huyu bir kere daha depreşerek durduk yere Pakistan’a saldırdı. Pakistan, Türkiye’nin oldum olası çok samimi dostudur. Pakistan vurulurken Ankara’ya da gözdağı verme niyeti okunuyor. Şüphe edilmesin ki yarın Azerbaycan’a da saldırabilir. Eğer, Türkiye’den çekinmese çoktan saldırmıştı!

Şunu nasıl unuturuz:

Arada İran tefrikası olmasa Türkiye ve Türkistan kucaklaşmış olacak ve Türkistan, Rus ve Çin mezalim ve esaretine düşmeyecekti. Bugün de Türkiye-Azerbaycan dayanışmasında Revan’a müzahir olmakta, Zengezur Geçidi hayat bulmasın diye de zorluk çıkarmaktadır.

Türkistan Müslümanlarının 3 asırdır yaşadığı kan kusturucu baskıların müsebbibi yalnızca Moskova ve Pekin değildir…

Şu öfke, İslâm anlayışı kendine mahsus olan Fars ikliminde hiç dinmemişe benzer:

Malum olduğu üzre, Peygamberler Peygamberi -aleyhisselam- ilahî memuriyeti deruhte ettiklerinde yüksek dehâlarıyla diplomatik temasları da işleterek Allahü teâlânın kendilerini ahir zaman Peygamberi olarak tensip buyurduklarını ve bu itibarla teb’alarıyla birlikte Müslüman olmaları hususunda kral, emir, vali gibi yakın ve uzak devletlerin reislerine sefirlerle mektuplar yolladılar. Mektup yollanmış olanlardan bazıları Şarkî Roma Kralı, Umman Sultanı, Habeşistan Necaşisi, Mısır Valisi ve Fars Hükümdarı gibi yarım düzine civarında irili-ufaklı devlet başkanıdır. Gelen mektupları diğer hükümdarlar, hürmetle karşılayıp elçimize de nezaketle muamele ettikleri hâlde Fars Şahı II. Hüsrev, eline ulaşan mektubu yırttığı gibi elçiye de hakaretler etti. Bu haber, Sevgili Peygamberimizi çok üzmüştü.

Şia’yı Fars ırkçılığına dayanak yapan Tahran, erken ve orta İslam tarihinde olduğu gibi bugün de ümmet için sıkıntı sebebidir. Hazreti Ömer ve Yavuz Sultan Selim’in askerî cezalandırmaları olmasaydı, İran, bugün daha da farklı taşkınlıkta olurdu.

Gazze, Kıbrıs gibi daimî gündemimizdir. Böyle olması şarttır. Gazze gündemimizden düşerse bir bakılır ki İsrail, yani siyonistler ve evanjelistler, Gaziantep önlerindeler.

Kuzey Irak ve Kuzey Suriye’de teröristlere ve onların arkasındaki sömürgecilere gereken derslerini verelim. Seçim sath-ı mali de sağlıklı işlesin. Uzayı da asla ihmal etmeyelim. Ancak bize ümid bağlamış Filistinli tarihin en mazlum ve mağdurlarını da kendi hâne halkımız gibi bir ân olsun unutmayalım. Bir parçamız olan o çileli topraklarda çocuklar ölmesin, yetimler, öksüzler, kimsesiz kalmasın.

Bir kere daha tekrar edelim ki:

Gazze, tabiî hududumuz, Filistin millî dâvâmızdır. Filistin kaybedilirse Anadolu için Sevr iştihası kabaran çok olur.

Bu itibarla:

Gazze ve topyekûn Filistin gündemimizden düşmemeli. “Arz-ı mev’ud” tehlikesi ciddiye alınmalı, yeni nesiller, kurda-kuşa yem edilmeden lâzım gelen yüksek millî şuurla donatılmalıdır.

Rahim Er / Türkiye Gazetesi

QOSHE - Gazze, daimî gündemimizdir!.. - Rahim Er
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Gazze, daimî gündemimizdir!..

5 1
20.01.2024

Kaygılıyız…

Sanırız birçok vatanperver de kaygılıdır.

Akla gelen soru şudur:

-Gazze, Türkiye gündeminden düştü mü?

Tasamızın yersiz olmasını, yanılmayı çok isteriz.

Bu kaygı; tasa neden?

Emperyalist güdümlü teröristler, Irak ve Suriye hududundaki birliklerimize, Ankara’nın dikkatini Gazze’den gayrı yana çevirmek için saldırtıldı.
İran’ın sudan bahanelerle Irak’a düzenlediği saldırı tiyatrosu ve İsrail dururken Pakistan’ı tâciz etmesi de aynı maksada matuftur.

Bu hastalıklı tavır, Tahran’ın yeni huyu değildir:

Osmanlı Türkiye’sinde Türk Ordusu, ne zaman Sultanlarımız başbuğluğunda haçlı Hıristiyan ordularının üstüne yürümek için sefere çıksa İran, ya bizi arkadan vurdu veya gidip Vatikan’la; evet Papa’yla ittifak yaptı. Bu yüzden, bazı sefer-i hümayunlarımız yarıda kalmıştı…

Bugün herhâlde Sasani düşü gören İran, sessiz bir üslupla Basra Körfezi, İskenderun Körfezi, Aden Körfezi arasını Şii ideolojinin nüfuz alanı yapma peşindedir. Tahran, çok yıllardır bunda ısrarlıdır. Bu yolda Türkiye aleyhine hayli de mesafe katetmiştir. Irak ve Suriye’de Haşdi Şabiler, Lübnan’da Hizbullah, Yemen’de Husiler, Tahran’a bağlı vekâlet, taşeron yahut bir anlamda “Wagner” veya “Blackwater” silahlı güçleridir. Belki de daha fazlasıdır. Bunlar, yer tuttukları memleketlerde öyle-böyle değil, çok tazyik edici ağırlıktadır. Bu gerçeğe rağmen mevzubahis İsrail olunca onun katliam, mezalim ve soykırım yapmasını sadece seyrederler. Lübnan’da gayriresmî ordu hâline gelmiş Hizbullah, İsrail, çocuk, kadın demeden hoyratça jenosit yaparken Lübnan tarafında bir cephe açarak Gazze Celladı Netanyahu’nun işini zorlaştırabilir, imkânsızlıklar içinde destanlar yazan Kassam Tugaylarına destek verebilirdi. Mezhep iddiasındaki çapraşık yapılı Şia’yı, Ehl-i sünnete; Sünniliğe karşı........

© Haber7


Get it on Google Play