Belli ki çağımız 20. asrı aratmayacak ve onu aşan bir hoyratlığın, zalimliğin pençesindedir. Geri dönen yamyamlığa ve çalınan tamtamlara bakın hele: Filistin, Suriye, Kuzeyimizdeki Ukrayna! 30 senedir kahırla beklediğimiz ve zaferle muştu aldığımız Karabağ… Bir tarafta ABD-İsrail, diğer tarafta Rusya ve Çin… Avrupa kaltabanlığını izaha bile gerek duymuyorum. Azdırdıkları Yunan bile yeter, artar örnektir. Etrafımız sarılıyor, kumpas daralıyor ve Türk’ün kaderinde, tarihinde yazgı olan “ateşten gömleği” hiç üzerinden çıkaramayacağı adeta kaderin kitabında, silinemez kanununda mıhlanmış halde...

“Bizim tarihimiz özlemle ‘kızıl elma’; fakat bir o kadar da ‘yoldan şaşma’ hikayeleriyle doludur” desem; kim itiraz edecek?!. Cumhuriyeti bir sabah sebepsiz yere “hay de kuralım” dedik de mi kurduk?.. Balkanlardan Kafkaslara kadar sökün eden milyonlarca Türk-Müslüman kesile kesile, soyu kırıla kırıla zor zar Anadolu’ya düşerken ol devletlûların yaptığı hataları bugün kendimiz ve dahi neslimiz ne kadar idrak ede durur…

Bizim şansımızda, bahtımızda hata katsayı lüksümüz pek azdır, rahata erme günlerimiz de kelebek mevsimi, mum alevi gibidir kardeşim. Ulu Tanrı, Türk’e, o konforu vermemiş. Yok.. Kaşgarlı, Kerküklü, Tebrizli ve Yozgatlı bir Türk’ün Ottavalı, Londralı yahut Zürihli bir âdem ile aynı bahta sahip olacağını tarih yazmadı, yazmayacaktır kardeşim. Afakta hiç şirin mevzular görülmezken bir de rahmetli Alev Alatlı’nın dediği hesap “birbirimize olan güveni kaybediyoruz”; hatta kaybetmişiz. Ne acıdır değil mi? Karpuz gibi bölünmüş bir memleket; siyasetin, ekonominin, birlik ve dirliğin, ümranın hızla baş aşağı çakıldığı bir memleket... ABD’si, Almanı, Yunanı, IŞİD’i, PKK’si yetmezmiş gibi… Hâl o ki Cumhuriyet ile cebelleş olanlar, yereli geneli mülkü siyaset sayanlar; uçanlar kaçanlar, ne arasan kabalası bizde yığınla!

İletişim de hadsizlik sayılmaz; mastırlı ve işi icabı gençlerle “haşır neşir” temas eden bir arkadaşınız hâlinde derim ki: etrafımda “mutlu” sıfatını isminin yanına ulayan hiç kimse ile rastlaşamaz oldum. E, bu yolu yitik kervana bende dâhilimdir kardeşim… Hatice’de, Nagehan’da KPSS ile atanma kaygısı, Malatya’dan çıkıp gelmiş, düzeni dirliği berhava üniversite arkadaşımda yeni bir iş bulma kaygısı… Hay de çalışan olsun; ama işten kovulma kaygısı, kira kaygısı ve sair kaygısı…

Bugün yazdıklarım, memlekette hissedilenler, dert ve tasa ne ise hiç birimiz kaytaramaz bu işten. Sorumluluk kamudur; okumuş yazmış, yaş baş almış, tıvitır ehli olmuş, idareci, belediye başkanı, şirket sahibi, imam, vekil, bakan; kimse!.. Bugün 6 Şubat, ne diyeyim? 17 Ağustos depreminde 23 yaşımda idim, bugün 48; yine ne diyeyim?.. İmdi İstanbul Belediye seçimleri için zırıl zırıl deprem konuşuluyor; ona ne diyeyim? Hadi ben değil, yine Alev Alatlı desin: “fesuphanallah!”.

Aşamadığımız ve birilerinin sırtına sardığımız kronik sıkıntılarımız var. Akıl isteyen, dünya görgüsü isteyen, eğitim ve liyakat dâhil, harbi sabır ile çözüm isteyen sıkıntılar… Bazılarında geç kaldık, evet! 25 sene evvel ibretle uyaran deprem felaketinde mesela; 6 Şubat’ta geç kaldık kardeşim. “Şimdi bana hesap sormak kolay oluyor ki sade vatandaşım; iyi de ben niye hesap soramıyorum” dediniz mi hiç! Şu belediye meclis üyeliği nedir yahut il genel meclis azası ne işe yarar? Ayazda soğuk alan çimler, betona, asfalta gömülen semtler; kortizonlu şişmiş kentler ile bir valinin adının verileceği sosyal tesis yapmaktan başka, buralarda oturan adamlar kimdir, ne iş yaparlar? Kime hesap verirler, bilgi verirler de başarıma göre yeniden değerlendirme olmadan 5 yıl orada oturuyorlar. Seçildikleri parti çok yaşasın, değil mi?

Bana göre bugün;

Üniversiteler, sendikalar, vakıf ve dernekler politize olmaktan gayrı bir iş görmezler. Ona buna da bakmam ki seçilen ve temsil eden ile (bu vartada) işim yoktur. Seçen ve temsiliyeti verenin kafası ile derdim daha büyüktür! “Bak kardeşim! Seni şu sebeple, şunları şunları yaparsan seçerim, vekil kılarım” cümlesinin içini nasıl doldukları ise evet kardeşim; ayandır.

Siyaset diyoruz, siyaset toplumsallaşmamıştır, yerel olsun genel olsun kurumlarımız olması gereken kadar şeffaflaşmamıştır. Bu ülkenin bireyi, hemşerisi, vatandaşı da artık birbirine karşı samimi değildir. Acılarda katarsis yaşayıp, sonra herkes kendi yoluna gider bu ülkede kardeşim. Kökten çözüm nedir bilemedik, iyi mi… 85 milyon kendi ahvaline bakmayı öğrenene kadar da çözemeyeceğiz vesselam.

Çözemez isek

Asgari ücret maaşları daha yatmadan bindirilen etiketleri çözemezsek hiçbir Cuma vaazı bir işe yaramayacaktır. Bunca israfı çözemezsek hiçbir asgari ücretli emekli veya SGK A’lı, B’li tekaüt, yine geçinemeyecektir. Hükümetin faiz-enflasyon politikası doğru yahut yanlıştı, eyvallah! Eyvallah da her meselenin anında krize döndüğü tarihle dolu bir memlekette tek sorun, hep sorun iktidarlar mıydı ya hu!..

QOSHE - Vaziyet pür melal - Murat Taşdan
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Vaziyet pür melal

5 0
05.02.2024

Belli ki çağımız 20. asrı aratmayacak ve onu aşan bir hoyratlığın, zalimliğin pençesindedir. Geri dönen yamyamlığa ve çalınan tamtamlara bakın hele: Filistin, Suriye, Kuzeyimizdeki Ukrayna! 30 senedir kahırla beklediğimiz ve zaferle muştu aldığımız Karabağ… Bir tarafta ABD-İsrail, diğer tarafta Rusya ve Çin… Avrupa kaltabanlığını izaha bile gerek duymuyorum. Azdırdıkları Yunan bile yeter, artar örnektir. Etrafımız sarılıyor, kumpas daralıyor ve Türk’ün kaderinde, tarihinde yazgı olan “ateşten gömleği” hiç üzerinden çıkaramayacağı adeta kaderin kitabında, silinemez kanununda mıhlanmış halde...

“Bizim tarihimiz özlemle ‘kızıl elma’; fakat bir o kadar da ‘yoldan şaşma’ hikayeleriyle doludur” desem; kim itiraz edecek?!. Cumhuriyeti bir sabah sebepsiz yere “hay de kuralım” dedik de mi kurduk?.. Balkanlardan Kafkaslara kadar sökün eden milyonlarca Türk-Müslüman kesile kesile, soyu kırıla kırıla zor zar Anadolu’ya düşerken ol devletlûların yaptığı hataları bugün kendimiz ve dahi neslimiz ne kadar idrak ede durur…

Bizim şansımızda, bahtımızda hata katsayı lüksümüz pek azdır, rahata erme günlerimiz de kelebek mevsimi, mum alevi gibidir kardeşim. Ulu Tanrı, Türk’e, o konforu vermemiş. Yok.. Kaşgarlı, Kerküklü, Tebrizli ve Yozgatlı bir Türk’ün Ottavalı, Londralı yahut Zürihli bir âdem ile aynı bahta sahip olacağını tarih yazmadı, yazmayacaktır kardeşim. Afakta hiç şirin mevzular görülmezken bir de rahmetli Alev Alatlı’nın dediği hesap “birbirimize olan güveni kaybediyoruz”; hatta kaybetmişiz. Ne acıdır değil mi? Karpuz gibi bölünmüş bir memleket; siyasetin, ekonominin, birlik ve dirliğin,........

© Habererk


Get it on Google Play