“İşlerin buraya varacağı belliydi. Adam filtresiz. Herkesin usulca düşündüğü şeyleri en yüksek sesiyle söylüyor. Sınırı yok, ne yemek yerken ne içerken, ne de en uygunsuz lafları ederken. Bu kadar yeme içme, diğer haltları yeme dedik. Neticede Gerard, Ortaçağ tipi bir Fransız köylüsü olarak kaldı, kaba saba ve yontulmamış ama çok da sahici. Ben onun hep sahiciliğini, yapmacıksız basit doğallığını sevdim…”

Gerard Depardieu’nün yıllanmış çok eski bir dostu adının açıklanmaması kaydıyla bir gazeteciye anlatıyor bunları. Hakkında cinsel saldırı ve taciz iddialarından ötürü soruşturma sürdüğü için yakın çevresinden adıyla sanıyla konuşan pek yok zaten. Macron hariç ki, yakın çevresinden sayılmaz ama ortalık toz dumanken 3 milyonun izlediği canlı yayında Depardieu’yü Fransa için gurur kaynağı diye niteleyip büyük hayranı olduğunu açıklaması belki de şu an ülkeye hakim olan kültür savaşının tetiklenmesinde rol oynadı. Macron, 2017’de ilk kez cumhurbaşkanı seçildiğinde Fransız toplumunda kadının statüsüne dair verdiği sözleri feministlerin bakış açısına göre zaten tutmamıştı; Depardieu’yü cansiperane savunmasıyla vaatleri iyice yalan oldu.

Kültür Bakanı Rima Abdul Malak, suçlamalar nedeniyle onur nişanının (Légion d'honneur) Depardieu’den geri alınmasını tartışmaya açmışken Macron tarafından ters köşeye yatırılmış oldu. Bu arada Macron’un veliahtı diye anılan genç Gabriel Attal’ın yeni başbakan olarak atandığı son kabine değişikliğinde bakanlık koltuğunu koruyamadı Abdul Malak.

Bir ay önce patlak veren Depardieu vakası Fransa’yı tam ortadan ikiye bölmüş durumda: Bütün zamanların en büyük oyuncusu diyerek ulusal kahraman kıvamında sonuna kadar savunanlar; ve davranışlarını katiyen hoşgörmeyip adamı bir an önce sinema ve sahnelerden silmek veya yargı önünde görmek isteyenler şeklinde.

İlk kampa dahil olanlar arasında tabii ki Depardieu ailesi ve eski sevgilisi Carole Bouquet var (üstte). Macron’un geçen aralık sonundaki açıklamasının ardından, yüksek profilli 56 sanatçı açık mektup yayınlayarak “Depardieu’nün linç edildiğini, yargısız infaza uğradığını” savundu. Dayanışma grubunda Charlotte Rampling, Nathalie Baye, Carla Bruni, yönetmen Bertrand Blier gibi figürler bulunuyordu.

İkinci kampta ise genç kadınlar ve feministlerin yanı sıra artık bakan olmayan Rima Abdul Malak ve başta Sophie Marceau çok sayıda kadın oyuncu yer alıyor. Hepsi de Depardieu’nun sözlü saçmalıklarına yıllarca ses çıkarmadan sabırla katlandıklarını, ancak artık susmayacaklarını söylüyorlar. (Sözlü derken, şu Kuzey Kore görüntülerindeki cinsiyetçiliğin dibi açık saçık konuşmaların benzerleri olsa gerek!) Bu arada set çalışanı genç kadınlara elle sarkıntılıktan bahsedenler de var.

Böylece Fransa, hafif dozda bir “MeToo” kıvamına gelmiş bulunuyor. Dozu düşük, çünkü “kadının söylediği esastır” ilkesi henüz otorite nezdinde yerleşik değil. Kadınlar cinsel saldırı ve tacizi açıkça dillendirip şikayetçi olduğu halde, daha soruşturma sürüyor, iddianame ve yargı aşamasına gelinemiyor. Bir feminist örgüt avukatının verdiği bilgiye göre cinsel saldırı şikayetlerinin sadece yüzde biri mahkemeye taşınıyor, savcılar baştan savma soruşturma yürütüyor, tarafların telefon kayıtlarını inceleme zahmetine bile girmiyorlar.

ABD’DEN İTHAL ‘METOO’ ALERJİSİ

Amerika’da Harvey Weinstein seri cinsel saldırı ve tacizleri nedeniyle piyasadan iptal edilip içeri atıldığında Fransa’dan ağır eleştiri gelmişti. Catherine Deneuve ve yazar Catherine Millet dahil aydınından aktrisine 100 kadın Le Monde’da açık mektup yayınlayarak “MeToo hareketi cinsel özgürlüğe sekte vurur, erkeklere ve cinselliğe karşı nefreti besler. Domuzları mezbahaya yollamanın özgürce yaşamak isteyen kadınlara bir yararı olmaz, sadece cinsel özgürlük düşmanlarının çıkarlarına hizmet eder…” demişlerdi. Aşk zincire vurulmamalıydı ama tabii kadın “hayır” derse hayırdı.

Şimdi Fransa’daki kültür savaşının temelinde bu ikilem yatıyor. Bir yanda cinsel mağduriyete uğrayan kadınların haklarının savunulması, diğer yanda savaşarak kazanılmış cinsel özgürlükleri MeToo baskısıyla kaybetme korkusu. Fransız usulü baştan çıkarma sanatının ABD’den ithal “woke” kültürüne yem edilmesine duyulan alerji Depardieu vakasında çatışma yaratıyor. Fransız sağı öteden beri kendi deyişleriyle “Amerikan usulü erdemlilik taslamalara” kibirli bir alaycılıkla yaklaşıyor, “le wokisme” diye andıkları iptal kültürünü reddediyor. Ancak kültürel savunmaya geçmekle bir cinsel saldırganı savunmak arasında derin bir uçurum bulunuyor.

Diğer yanda MeToo akımına karşı pozisyon alan 70’li ve 80’li yılların solcu ikon kadınlarıyla ikinci dalga genç progresif feminist hareketin fikir ayrılığı ortaya çıkıyor. 20’nci Yüzyılın feminist idealiye erkekler dünyasında kendini gerçekleştirmeyi başaran, cinsellikte erkeklerden bir üst basamağa çıkan Catherine Deneuve ve Catherine Millet gibi ikonik figürler, karşılarına yeniden bariyerler dikilmesini, kadınların yeniden mağdur konuma düşürülmesini reddediyor. Bu kesim cinsel taciz potansiyelini de cinsel özgürlüğün ayrılmaz parçası olarak görüyor. Kadınların özgür ve bağımsız bireyler olarak “hayır” diyebileceğini ve yeterince güçlüysen mağdur duruma düşmeyeceğini savunuyorlar.

Depardieu’yle dayanışma mektubu yayınlayan sanatçılar “Ondan asla vazgeçmeyiz, verdiği eserlerin izini asla silemeyecekler” demişlerdi. Ancak birkaç gün sonra nedense imzacıların bazıları mesafe alır gibi oldu; Carole Bouquet, Nadine Trintignant ve Nathalie Baye de aralarındaydı. Nedeni sonra anlaşıldı; bildiriyi yazan kişi aşırı sağcı Eric Zemmour’un yakın bir arkadaşıydı. Zemmour tam mesafe alınacak adam. Son cumhurbaşkanlığı seçiminde adaydı. Tüm göçmenlerin sınır dışı edilmesini savunan politikası bir yana aynı zamanda kadın düşmanı; toplumda çok fazla göründüklerini filan iddia ediyor. Marsilya’daki kampanya sırasında kendisini protesto eden bir kadına orta parmağını göstermesi de alameti farikası sayılabilir.

KUZEY KORE FİLMİ ÖN GÖSTERİM OLDU

Gerard Depardieu taşrada yoksulluk içinde geçen zor bir çocukluktan geliyor. Anılarında sokaklarda büyüdüğünü yazıyor; okula gideceği yerde askerlere karaborsa sigara satıyor, dükkanlarda tırıkçılık yapıyor, oto hırsızlığından hapse giriyor. Bulvar tiyatrolarında oynarken 1974’te rol aldığı “Les Valseuses” filmiyle sükse yapıp François Truffault ve Alain Resnais gibi yönetmenlerin çalışmak istediği yıldız aktör haline gelince Fransız sinemasının entelektüel havasına da yepyeni bir soluk geliyor. Depardieu hayvani oyunculuğunda kelimeleri sanki söylemiyor da tükürüyor, karakterleri kavga ediyor, dalaşıyor, yiyor içiyor ve gelenekleri takmıyor. Sefaletten gelip, Fransız sinemasının Paris burjuvazisine ait dünyasına giren aktör, kaba saba ve hoyrat tarzını çevresine de yansıtıyor.

Kadın oyuncuların serzenişleri yıllar öncesine dayanıyor. Isabelle Huppert, Loulou’nun (1980) çekimleri sırasında hem Depardieu hem de yönetmen Maurice Pialat’nın kadın bedeni üzerine belden aşağı galiz espriler yaptıklarını söylüyor. 1985’te Depardieu ile iki filmde oynayan Sophie Marceau, o dönem aktörün davranışlarından rahatsız olduğunu şimdi açık açık Paris Match’a anlatıyor: “Bütün film ekibi bana karşı tavır almıştı. Çünkü herkes onunla birlikte gülüyor, takındığı pislik hallerine alkış tutuyorlardı. Gerard, Paris’in elit ve burjuva dünyasını provoke etmekten büyük zevk alıyordu. Ve herkes bunu sanki çok eğlenceli buluyormuş gibi yaptı yıllarca.”

Aslında Depardieu’nün dokunulmazlığı, Kuzey Kore’de çekilmiş belgeselin yayınlanmasıyla yara aldı. France 2 kanalında gösterilen film aktörün yazar ve yönetmen arkadaşı Yann Moix tarafından çekilmişti. Bir dönem Putin’den Lukaşenko’ya (altta) otoriter liderlerle dostluk kurmaya merak salan Depardieu’nün 2018’deki Kuzey Kore macerasına ilişkin toplam 18 saatlik ham materyal yapımcı şirketin bodrumunda yıllarca bekledikten sonra birileri hatırladı ve belgeselin yedi dakikalık bölümü yetti de arttı. Depardieu bir kadın çevirmen aracılığıya kadınların (ve kendinin) en ince organ ayrıntılarına varıncaya kadar müstehcen ötesi laflar sallıyor.

Filme gelen tepkiler üzerine Carole Bouquet, “Küfürlü konuşmaların cezai yaptırımı olamaz” diyor ama cezai ehliyet meselesi gündemde.

Depardieu hakkında yürüyen iki soruşturma var. Fransız oyuncu Charlotte Arnould, 2018’de iki kez aktörün cinsel saldırısına maruz kaldığını söylüyor. İspanyol gazeteci Ruth Baza ise 1995’teki röportajdan sonra saldırıya uğradığı için şikayette bulunuyor. Arnould, Depardieu’nün arkadaşlarının kızı ve o dönem 22 yaşında, anoreksiyadan ötürü 37 kilo. 2018’te yeterli delil olmadığı gerekçesiyle takipsizlik veriliyor, 2020’deki ikinci başvuru üzerine dosya yeniden açılıyor.

Depardieu suçlamaları kesinlikle reddediyor, Le Figaro’daki yazısında bir kadına asla tacizde bulunmadığını belirterek “Ben ne tecavüzcü, ne de yırtıcı hayvanım” diyor. Fransız yargısı şu ana kadar aradığı kanıtı bulabilmiş değil. Bulunursa cezası 15 yıla kadar hapis.

Kadın oyuncular, aktörün tıyneti bakımından kanıt yetiştirmek için elinden geleni yapıyor. Anouk Grinberg, Elle dergisine Depardieu mevcudiyetindeki setlerin halini anlatıyor: “Ellerini kadınların vücudundan çekemez, popolarını göğüslerini eller. Sabahtan akşama cinsellikle ilgili espriler yapar, kimse de bir şey demez.”

MACRON’UN HESAP HATASI

Adının açıklanmasını istemeyen dostunun dediği gibi Gerard Depardieu filtresiz, aklına eseni yüksek sesle söylüyor. Bu yüzden yıllar önce Amerika’da yaşanan vaka siyasi gerilime bile neden olmuştu.

1991 Yılında Depardieu Altın Küre ödüllerinde çifte başarı elde etmişti. Andie MacDowell’la oynadığı Green Card filmindeki rolüyle en iyi erkek oyuncu ödülünü almış, başrolü oynadığı Cyrano de Bergerac ise yabancı dilde en iyi film seçilmişti. Oscar’da da aynı ödüllerin gelmesi bekleniyordu ama gelmedi.

Time dergisinin yayınladığı portre yazısında bir gazetecinin 13 yıl önce Depardieu ile yaptığı söyleşiden alıntı vardı; “Gençlik yıllarımda cinsel saldırı olaylarına karıştım ama o günün şartlarında normaldi, çocukluğumun bir parçasıydı” demişti. Çeviri hatası diye yalanlansa da Amerikan gazeteleri çarşaf çarşaf Depardieu’nün “karanlık geçmişini” yazmaya koyuldu. Beş dalda Oscar adayı olan Cyrano sadece kostüm ödülünü alabildi, Green Card’ın payına da senaryo ödülü düştü. Dönemin Cumhurbaşkanı Mitterrand’ın bir danışmanı “alçakça bir saldırıyla karşı karşıya olduklarını” belirterek muameleyi kınamıştı.

Şimdi de Macron’un Depardieu’yü savunmasını siyasetteki sıkışıklığına bağlayanlar var. Tartışmalı göç yasasının geçmesinden sonra France 5’te çıkacağı yayında Depardieu ile ilgili soru sorulmasını özellikle istediği belirtiliyor Macron’un. Böylece cumhuriyetin ulusal birlik ruhuna hitap etmeyi amaçladığı tahmin ediliyor. Ancak yayında büyük hayranlığını açıklarken mağdurlara hiç değinmemesi problem yaratıyor. Hatta first lady Brigitte Macron yayın sonrası gazetecilere endişeyle “Kocamın Depardieu’ye ilişkin sözleri için ne düşünüyorsunuz” diye sormuş.

Ancak Macron’un bir hesap hatası yaptığı ortada. Çünkü bir ankete göre Fransızların sadece yüzde 31’i Macron’un Depardieu’yle ilgili görüşlerini paylaşıyor. Ülkede bazı şeyler değişiyor.

QOSHE - Depardieu Filtresiz - Fransa'nın kültür savaşı - Ayşe Özek Karasu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Depardieu Filtresiz - Fransa'nın kültür savaşı

15 0
15.01.2024

“İşlerin buraya varacağı belliydi. Adam filtresiz. Herkesin usulca düşündüğü şeyleri en yüksek sesiyle söylüyor. Sınırı yok, ne yemek yerken ne içerken, ne de en uygunsuz lafları ederken. Bu kadar yeme içme, diğer haltları yeme dedik. Neticede Gerard, Ortaçağ tipi bir Fransız köylüsü olarak kaldı, kaba saba ve yontulmamış ama çok da sahici. Ben onun hep sahiciliğini, yapmacıksız basit doğallığını sevdim…”

Gerard Depardieu’nün yıllanmış çok eski bir dostu adının açıklanmaması kaydıyla bir gazeteciye anlatıyor bunları. Hakkında cinsel saldırı ve taciz iddialarından ötürü soruşturma sürdüğü için yakın çevresinden adıyla sanıyla konuşan pek yok zaten. Macron hariç ki, yakın çevresinden sayılmaz ama ortalık toz dumanken 3 milyonun izlediği canlı yayında Depardieu’yü Fransa için gurur kaynağı diye niteleyip büyük hayranı olduğunu açıklaması belki de şu an ülkeye hakim olan kültür savaşının tetiklenmesinde rol oynadı. Macron, 2017’de ilk kez cumhurbaşkanı seçildiğinde Fransız toplumunda kadının statüsüne dair verdiği sözleri feministlerin bakış açısına göre zaten tutmamıştı; Depardieu’yü cansiperane savunmasıyla vaatleri iyice yalan oldu.

Kültür Bakanı Rima Abdul Malak, suçlamalar nedeniyle onur nişanının (Légion d'honneur) Depardieu’den geri alınmasını tartışmaya açmışken Macron tarafından ters köşeye yatırılmış oldu. Bu arada Macron’un veliahtı diye anılan genç Gabriel Attal’ın yeni başbakan olarak atandığı son kabine değişikliğinde bakanlık koltuğunu koruyamadı Abdul Malak.

Bir ay önce patlak veren Depardieu vakası Fransa’yı tam ortadan ikiye bölmüş durumda: Bütün zamanların en büyük oyuncusu diyerek ulusal kahraman kıvamında sonuna kadar savunanlar; ve davranışlarını katiyen hoşgörmeyip adamı bir an önce sinema ve sahnelerden silmek veya yargı önünde görmek isteyenler şeklinde.

İlk kampa dahil olanlar arasında tabii ki Depardieu ailesi ve eski sevgilisi Carole Bouquet var (üstte). Macron’un geçen aralık sonundaki açıklamasının ardından, yüksek profilli 56 sanatçı açık mektup yayınlayarak “Depardieu’nün linç edildiğini, yargısız infaza uğradığını” savundu. Dayanışma grubunda Charlotte Rampling, Nathalie Baye, Carla Bruni, yönetmen Bertrand Blier gibi figürler bulunuyordu.

İkinci kampta ise genç kadınlar ve feministlerin yanı sıra artık bakan olmayan Rima Abdul Malak ve başta Sophie Marceau çok sayıda kadın oyuncu yer alıyor. Hepsi de Depardieu’nun sözlü saçmalıklarına yıllarca ses çıkarmadan sabırla katlandıklarını, ancak artık susmayacaklarını söylüyorlar. (Sözlü derken, şu Kuzey Kore görüntülerindeki cinsiyetçiliğin dibi açık saçık konuşmaların benzerleri olsa gerek!) Bu arada set çalışanı genç kadınlara elle sarkıntılıktan bahsedenler de var.

Böylece Fransa, hafif dozda bir “MeToo” kıvamına gelmiş bulunuyor. Dozu düşük, çünkü “kadının söylediği esastır” ilkesi henüz otorite nezdinde yerleşik değil. Kadınlar cinsel saldırı ve tacizi açıkça dillendirip şikayetçi olduğu halde, daha soruşturma sürüyor, iddianame ve yargı aşamasına gelinemiyor. Bir feminist örgüt avukatının verdiği bilgiye göre cinsel saldırı şikayetlerinin sadece yüzde biri mahkemeye taşınıyor, savcılar baştan savma soruşturma yürütüyor, tarafların telefon kayıtlarını inceleme zahmetine bile girmiyorlar.

ABD’DEN İTHAL ‘METOO’ ALERJİSİ

Amerika’da Harvey Weinstein seri cinsel saldırı ve tacizleri nedeniyle piyasadan iptal edilip içeri atıldığında Fransa’dan ağır eleştiri gelmişti. Catherine Deneuve ve yazar Catherine Millet dahil aydınından aktrisine 100 kadın Le Monde’da açık mektup yayınlayarak “MeToo hareketi cinsel özgürlüğe sekte vurur, erkeklere ve cinselliğe karşı nefreti besler. Domuzları mezbahaya yollamanın özgürce yaşamak isteyen kadınlara bir yararı olmaz, sadece cinsel özgürlük........

© Habertürk


Get it on Google Play