Trump’ın “Hesap ödemeyen NATO ortaklarını Rusya’ya karşı korumam” açıklaması Batı Avrupa’da parça tesirli bomba etkisi yaptı. Başkan seçilecek mi, Atlantik ittifakını bugünkü kurulu düzeniyle çökertecek hamleyi yapabilecek mi, daha belli değil ve daha önce niyetini gizlemiş de değil ama Avrupa şimdiden bodyguard’ı çekilmiş, savunmasız kalmış bir ruh haline büründü. Hatta Amerikan sağ düşünce mahfillerine göre “histeriye kapıldı”.

Biden’ın göreve gelmesiyle ferahlayan yürekler yeniden “Trump Trump” atıyor, sorular peşpeşe sıralanıyor: Avrupa Birliği’nin kendi ordusu olmalı mı? Bir Savunma Yüksek Komiseri bulunmalı mı? Avrupa, ABD’nin varlığı olmadan işleyen bir nükleer caydırıcılığa sahip olabilir mi? Yani Avrupa’nın atom bombası olmalı mı?

Biden görevdeki daha ilk günlerinde Münih Güvenlik Konferansı’nda mesajını vermiş, “Amerika geri döndü” demişti. Böylece AB liderleri de Trump gitti dertler bitti diye şükrederek rahat nefes almıştı. Güvenlik uzmanlarının uyarılarına rağmen, soğuk savaş bittikten sonra da varlığını koruyan Amerikan nükleer şemsiyesinin ebedi olacağına dair bir inanç hakimdi.

ABD’nin halen Avrupa’da 100 bin askeri bulunuyor. Kuvvetlerini geri çektiği takdirde Avrupa, Rusya’nın olası bir saldırısına karşı kendisini nasıl savunabilir? Soru bu.

Trump’a hak vermek kolay iş değil ama ABD’de sağ eksenden bakınca pozisyonu gayet makul geliyor. Muhafazakar sağ düşünce kuruluşu American Ideas Institute araştırma direktörü Sumantra Maitra, “ABD, Avrupa’dan tamamen çekilmeli, NATO bir sosyal kulüp değil”diyor. Trump’ın olası ikinci dönem başkanlığı için politika zeminini hazırlayan “Center for Renewing America”nın kıdemli üyelerinden Maitra, ABD’nin Avrupa’dan çekilme projesini kaleme aldığı yazısıyla hafızalarda.

“ABD ASYA’YA ODAKLANIRSA, ESAS ŞOK O ZAMAN!”

Şimdi Trump’ın çıkışıyla mesele canlandı ve Maitra, Der Spiegel’deki röportajda “Trump yeniden seçilirse NATO ölür mü?” sorusuna şu yanıtı veriyor:

“Hiçbir başkan tek başına NATO antlaşmasını değiştiremez. Trump’ın sözleri daha çok kendi kitlesine yönelik. Ancak içgüdüleri doğruyu söylüyor: Özellikle Batı Avrupa ülkeleri NATO’ya daha fazla katkıda bulunmalı ve esas görevine, Avrupa savunmasına odaklanmalı. Üstelik eğer Tayvan meselesinden savaş çıkar da ABD Asya’ya odaklanırsa, Avrupalılar esas şoku o zaman yaşayacak. O gün gelene kadar Avrupa’da yeni bir güvenlik mimarisinin inşası için akılcı bir uzlaşmaya varılmasını umut edelim. ABD, dışarıdan dengeleyici güç işlevi görüp, Avrupa’nın denizden saldırıya uğramayacağını garanti etmeli. NATO ülkeleri üzerindeki nükleer şemsiyesini korumalı. Avrupalılar ise kara gücü ve lojistik gibi konularla ilgilenmeli. Almanya 500 bin asker ve iki bin Leopard-2 muharebe tankına sahip olduğu 1988 pozisyonuna dönmeli. İngiltere ise donanmasını yeniden soğuk savaş sonundaki kapasitesine getirmeli…”

Maitra real politik açısından derine indikçe sadece Trump adına değil genel bir haklılık payı çıkıyor, diyor ki; Bir Amerikan başkanı Ohio veya Batı Virginia’daki yoksul seçmeni, NATO’nun en düşük savunma bütçeli ülkesi Belçika’yı koruma görevinin ABD’nin hayati çıkarı olduğuna nasıl ikna edebilir? Kaldı ki, bunu için neden uğraşsın? Yaşanan histeriyi anlayamıyorum. Avrupalılar NATO savunma mimarisinin ebedi olacağına gerçekten de inanıyor muydu? ABD’nin eski Savunma Bakanı Robert Gates ta 2011’de bazı NATO ülkelerinin bedelini ödemeden ittifakın bütün avantajlarından yararlanmasının kabul edilemez olduğu uyarısında bulunmuştu. Hatta Obama bile günün birinde NATO’nun değişmesi gerektiğini söylemişti. İşte o gün geldi.

Yukarıdaki görüşü dillendiren Maitra’nın önerdiği plana göre ABD’nin Avrupa’daki hava üsleri kalacak, gizli servislerin işbirliği devam edecek. “Ancak” diyor, “Putin’in kuşkusuz kendi nüfuz alanı olarak gördüğü Baltık ülkelerini AB’nin tek başına koruyamayacak durumda oluğunu düşünmek gülünç.” Çünkü AB’nin 500 milyon nüfusu ve 18 milyar dolarlık ekonomik hacmi var; Rusya’nın nüfusu ise 143 milyon, ekonomik hacmi 1.8 milyar dolar. Putin, Baltık ülkelerinden birine gözünü diktiği takdirde Avrupalılar bunu önleyecek her türlü imkana sahip; polisiye önlemler, birlik konuşlandırma ve karşı istihbarat gibi. Bunların hiçbiri için ABD’ye ihtiyacı yok.

Maitra’nın AB’ye bir önerisi de silah sistemlerini çeşitlendirmeleri şeklinde. Örneğin ABD’nin tek bir muharebe tankı modeli var, Avrupa’da ise onlarca. Avrupalı NATO üyelerinin savunmaya daha fazla para harcaması yetmez, rasyonel olması da gerekir demeye getiriyor.

Bir de tabii konuşma üslubu var. Trump’ın dostlar arasında değil de sanki himayesi altındaki devletçiklerden daha fazla koruma parası istiyor gibi şantaj yaptığı hissiyatı! Maitra’nın buna da cevabı hazır: “Bir protektora gibi muamele görmemek için yapılacak en basit iş, protektora gibi davranmamak. NATO bir sosyal kulüp veya dezavantajlı gruplardan öğrenciler için teşvik uygulanan bir üniversite değil; ulusal çıkarların geçerli olduğu bir ittifak. Avrupalılar, sanki ortak çıkarlar varmış gibi davranıyor. Bu doğru değil. Almanya ile Polonya’nın çıkarları farklı. Türkiye ile Yunanistan’ın çıkarları farklı. Bu uyuşmazlığı gidermenin en kolay yolu, güvenlik çıkarlarında asgari müşterekte birleşmek. Ancak kulübün artık daha fazla genişlememesi gerekiyor. “

“ANGELA, BANA BİR MİLYAR DOLAR BORCUN VAR”

Aslında Trump’ın NATO’ya dair antipatisi ve kullandığı uslüp yenilik sayılmaz. 2016’da Seçimi kazanınca ilk iş ittifakı köhne bulduğunu söylemiş, görevi devraldıktan sonra ağırladığı dönemin Almanya Başbakanı Merkel’e “Angela, bana bir milyar dolar borcun var” demişti. Trump’ın strateji şefi Steve Bannon’ın yaptığı bir hesaptı; 2014’te varılan karar uyarınca NATO ülkelerinin GSYH’nin yüzde 2’sini savunmaya ayırması gerekiyordu, ancak Almanya yıllarca buna uymamıştı.

Trump, Brüksel’deki NATO karargahını ilk ziyaretinde ise şu cümleyi kurmuştu: “Şimdi siz, Rusya Litvanya’ya saldırırsa bizim Rusya’yla savaşa gireceğimizi mi sanıyorsunuz? Ama bu delilik olur.” Bu not, Washingtonlu gazeteciler Peter Baker ve Susan Glaser’in kitabında yer alıyor.

Benzer bir sahne de Davos’ta yaşanıyor. Fransız AB Komiseri Thierry Breton’un aktardığına göre Trump, Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen’le görüşmesinde şöyle diyor: “Avrupa saldırıya uğradığı takdirde size yardım etmeyeceğimizi artık anlamalısınız. Zaten NATO öldü, biz de çıkacağız…”

Trump’ın Güney Carolina’daki seçim mitinginde konuşma metninin dışına çıkarak sarf ettiği son sözler elbette daha can yakıcı. Büyük bir Avrupa ülkesinin devlet başkanıyla yaptığı – sözde – konuşmayı aktarıyor; “Ödeme yapmasak ve Rusya’nın saldırısına uğrasak bizi korur musunuz?” sorusuna karşılık “adama”, “Hayır sizi korumam, hatta ne isterseniz yapın diye Rusları cesaretlendiririm” cevabı verdiğini söylüyor. Gerçi AB diplomatlarına göre Trump ile hiçbir lider arasında böyle bir diyalog geçmemiş ama mesaj yerine ulaşıyor.

Oysa daha birkaç hafta önce Atlantik ötesine, Biden ile dostane ilişkilere son derece güvenen bir Almanya Başbakanı Scholz var. Die Zeit’taki söyleşide “Hükümet olarak ABD ile ve NATO kapsamında nükleer ortaklığın devamında kararlıyız” diyor. Sanki Amerikalıların, Almanları korumaya devam edebilecekleri için minnet duymaları gerekiyormuş gibi bir tonda.

Aslında Almanya 1950’li yıllarda İtalya ve Fransa ile ortak atom bombasının imali için girişimde bulunmuş, ancak Fransa kendi nükleer gücünü kurmak istediğinden Charles de Gaulle reddetmişti. İleriki yıllarda Almanya, Amerikalıların nükleer şemsiyesine alıştı ama sonradan ayaklandı. SPD’li Helmut Schmidt’in başbakanlığı döneminde, orta menzilli nükleer füzelerin Almanya’da konuşlandırılması kararı üzerine yüz binler sokaklara dökülerek protesto etti. Soğuk savaş sona erince bomba caydırıcı gücünü kaybetti. Bugün Almanya’da ABD’nin nükleer silahlarının varlığını protesto eden kimse yok. Hatta tam tersine “Ya Trump iş başına gelir de Amerika füzelerini geri çekerse” kaygısı hakim. Çünkü doğudan gelen tehdit her zamankinden daha baskın.

FRANSA’NIN NÜKLEER GÜCÜ NE KADAR İŞE YARAR

Rusya’nın iki yıl önce Ukrayna’yı işgalinden bu yana nükleer kaygı giderek artıyor. Amerikalı uzmanların hesabına göre Moskova’nın elinde altı bin nükleer başlık bulunuyor; dünyadaki mevcudun yarısı kadar. Rusya, Belarus’a taktik nükleer füzelerini yerleştireceğini de açıkladı ki, bunlar Avrupa’daki tehdit algısı için yeterli. Moskova’nın tahminen 2 bin 600 taktik silahı var. Avrupa’nın iki nükleer gücü, Fransa ve AB üyesi olmayan İngiltere taktik silahlarını kaldırdılar, halen stratejik nükleer füzeleri bulunuyor – toplam savaş başlığı sayısı 500 kadar. Taktik silahlar olmadığı sürece prensipte caydırıcılık mümkün değil.

Washington’daki olası iktidar değişimine dokuz ay kala, AB aynı zamanda bir güvenlik ve savunma birliğine dönüşebilir mi, o tartışıyor. Bir ihtimal Fransa’nın elindeki 300 savaş başlığı ve taşıyıcı sistemleri teminat olabilir düşüncesi gelişiyor. Ancak işaretler muğlak. Trump’ın konuşmasından iki gün sonra Almanya, Polonya ve Fransa dışişleri bakanları Avrupa’nın güvenliği meselesini görüşmek üzere bir araya geliyor. “Fransa masrafları paylaşmak şartıyla, nükleer gücünü AB’nin hizmetine sunmaya hazır mı değil mi?” sorusuna Fransız Bakan Stephane Sejourne şu yanıtı veriyor: “Bunu Cumhurbaşkanı’na sormanız gerekiyor, nükleer caydırıcılık onun yetki alanında…”

Cumhurbaşkanı Macron geçen ay bir konuşmasında nükleer doktrinden ne anladığını açıklamıştı: Nükleer caydırıcılığın Fransa’nın hayati çıkarlarına hizmet ettiğini, ancak tabii sorumluluk gereği bir Avrupa boyutunun da olduğunu eklemişti. AB caydırıcılığı açısından tek şans, Fransa’nın nükleer silahları gibi görünüyor. Ancak şöyle bir problem var: Fransa’da 2027’de ya Marine Le Pen cumhurbaşkanı seçilirse, sorumluluk üstlenmeye Macron kadar hazır olacak mı?

QOSHE - Trump, Avrupa'ya çemkirirken haklı olabilir mi? - Ayşe Özek Karasu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Trump, Avrupa'ya çemkirirken haklı olabilir mi?

22 0
19.02.2024

Trump’ın “Hesap ödemeyen NATO ortaklarını Rusya’ya karşı korumam” açıklaması Batı Avrupa’da parça tesirli bomba etkisi yaptı. Başkan seçilecek mi, Atlantik ittifakını bugünkü kurulu düzeniyle çökertecek hamleyi yapabilecek mi, daha belli değil ve daha önce niyetini gizlemiş de değil ama Avrupa şimdiden bodyguard’ı çekilmiş, savunmasız kalmış bir ruh haline büründü. Hatta Amerikan sağ düşünce mahfillerine göre “histeriye kapıldı”.

Biden’ın göreve gelmesiyle ferahlayan yürekler yeniden “Trump Trump” atıyor, sorular peşpeşe sıralanıyor: Avrupa Birliği’nin kendi ordusu olmalı mı? Bir Savunma Yüksek Komiseri bulunmalı mı? Avrupa, ABD’nin varlığı olmadan işleyen bir nükleer caydırıcılığa sahip olabilir mi? Yani Avrupa’nın atom bombası olmalı mı?

Biden görevdeki daha ilk günlerinde Münih Güvenlik Konferansı’nda mesajını vermiş, “Amerika geri döndü” demişti. Böylece AB liderleri de Trump gitti dertler bitti diye şükrederek rahat nefes almıştı. Güvenlik uzmanlarının uyarılarına rağmen, soğuk savaş bittikten sonra da varlığını koruyan Amerikan nükleer şemsiyesinin ebedi olacağına dair bir inanç hakimdi.

ABD’nin halen Avrupa’da 100 bin askeri bulunuyor. Kuvvetlerini geri çektiği takdirde Avrupa, Rusya’nın olası bir saldırısına karşı kendisini nasıl savunabilir? Soru bu.

Trump’a hak vermek kolay iş değil ama ABD’de sağ eksenden bakınca pozisyonu gayet makul geliyor. Muhafazakar sağ düşünce kuruluşu American Ideas Institute araştırma direktörü Sumantra Maitra, “ABD, Avrupa’dan tamamen çekilmeli, NATO bir sosyal kulüp değil”diyor. Trump’ın olası ikinci dönem başkanlığı için politika zeminini hazırlayan “Center for Renewing America”nın kıdemli üyelerinden Maitra, ABD’nin Avrupa’dan çekilme projesini kaleme aldığı yazısıyla hafızalarda.

“ABD ASYA’YA ODAKLANIRSA, ESAS ŞOK O ZAMAN!”

Şimdi Trump’ın çıkışıyla mesele canlandı ve Maitra, Der Spiegel’deki röportajda “Trump yeniden seçilirse NATO ölür mü?” sorusuna şu yanıtı veriyor:

“Hiçbir başkan tek başına NATO antlaşmasını değiştiremez. Trump’ın sözleri daha çok kendi kitlesine yönelik. Ancak içgüdüleri doğruyu söylüyor: Özellikle Batı Avrupa ülkeleri NATO’ya daha fazla katkıda bulunmalı ve esas görevine, Avrupa savunmasına odaklanmalı. Üstelik eğer Tayvan meselesinden savaş çıkar da ABD Asya’ya odaklanırsa, Avrupalılar esas şoku o zaman yaşayacak. O gün gelene kadar Avrupa’da yeni bir güvenlik mimarisinin inşası için akılcı bir uzlaşmaya varılmasını umut edelim. ABD, dışarıdan dengeleyici güç işlevi görüp, Avrupa’nın denizden saldırıya uğramayacağını garanti etmeli. NATO ülkeleri üzerindeki nükleer şemsiyesini korumalı. Avrupalılar ise kara gücü ve lojistik gibi konularla ilgilenmeli. Almanya 500 bin asker ve iki bin Leopard-2 muharebe tankına sahip olduğu 1988 pozisyonuna dönmeli. İngiltere ise donanmasını yeniden soğuk savaş sonundaki kapasitesine getirmeli…”

Maitra real politik açısından derine indikçe sadece Trump adına değil genel bir haklılık payı çıkıyor, diyor ki; Bir Amerikan başkanı Ohio veya Batı Virginia’daki yoksul seçmeni, NATO’nun en düşük savunma bütçeli ülkesi Belçika’yı koruma görevinin ABD’nin hayati çıkarı olduğuna nasıl ikna edebilir? Kaldı ki, bunu için neden uğraşsın? Yaşanan histeriyi anlayamıyorum. Avrupalılar NATO savunma........

© Habertürk


Get it on Google Play