Yıl 1965. Demirel Hükümeti işbaşında. Devlet’in maaş ödeyecek gücü yok. İhracat kalemleri incir, fındık vs... Tüm ihracat geliri de petrol ithalatına dahi yetmiyor.

1950’li yıllarda petrokimya sanayi icat edilmiş. Amerika’dan sonra Almanya kimya sanayinde doludizgin gidiyor. Bu gelişmeleri gören dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, bakanı Ali Naili Erdem’i çağırır;

-Ali Naili hele bir git bak bakalım bu Alamanlar ne yaptılar da bu kadar hızlı gelişiyorlar.

Ali Naili Erdem, bu emir üzerine Almanya’ya gider. Bir hafta sonra döndüğünde bakanlar kurulunda Demirel sorar;

-Anlat bakalım Ali ne yaptın Alamanya’da...

-Efendim Almanya kimya sanayinde çok ilerlemiş, ekonomilerinin temel dinamiği kimya olmuş. Bizim kimya sanayine girmemiz lazım.

-Nası yapacaz Ali? Maaş bile ödeyemiyoruz.

-Ruslardan kredi alalım efendim.

Ve böylece Türkiye’nin petrokimya macerası başlıyor.

Önce Kocaeli Yarımca’da Tüpraş ile entegre tesislerle işe koyuluyor. Tesis devreye girip, talebe yetişemeyince 1970’li yıllarda Aliağa’da, yine Tüpraş ile entegre olacak şekilde bir başka yatırıma daha başlanıyor.

Gerek Yarımca ve gerekse Aliağa entegre tesisleri bu minval üzere Türkiye’nin hayatına giriyor. Özellikle Aliağa’da çağdaş bir kurgu ile tesis hayata geçiriliyor. Rafineri-Petrokimya-Enerji-Lojistik ve Dağıtım Entegrasyonuna dayalı bir sistem kuruluyor.

Türkiye sadece ham petrol ithal edecek veya TPAO kanalı ile petrol çıkaracak. Bu petrolü rafine edecek, ardından rafineriden çıkacak petrokimya hammaddelerini başta nafta olmak üzere petrokimyasallarına dönüştürecek. Tesisler kendi enerjisini kendi üretecek, kendi limanlarını kullanacak ve rafineri ürünleri de Petrol Ofisi ile dağıtıma sunulacak. Baştan sona her aşaması iyi planlanmış bir yatırıma Türkiye kavuşuyor.

Neden her açıdan iyi planlandığını şöyle ifade edelim. Bu entegrasyon ile petrolün değerini 100 kabul edelim. Rafineri sayesinde bu değer 130’a çıkıyor. Ama devreye petrokimya tesisleri de girince bu değer yaklaşık 500 seviyelerine ulaşıyor. Diğer ifadeyle 100 TL’lik ithalat yaparak, 500 TL’lik değer yaratılıyor.

Petkim Aliağa Tesisleri, 1985 yılında devreye alınıyor. Sonrasına bakalım neler oluyor;

1989 yılında Amerika’dan ithal bürokratlar görev almaya başladı. Rahmetli Turgut Özal da onlara görev vermek için özel çaba harcadı. İşte bu ithal bürokratlar tesisleri özelleştirmek istediler. Bu amaçla da Özelleştirme İdaresi kuruldu. Özelleştirilmek için seçilen ilk tesislerden birisi de Petkim oldu.

1965-1972 döneminde Demirel Başbakan, Özal DPT müsteşarıyken kurulan bu muhteşem sanayileşme hamlesi, teknik olarak bu başarının mimarı olan Turgut Özal tarafından başka bir maceraya çıkarıldı. Petkim, özelleştirme kapsamına alındı. Öyle bir kapsama alındı ki Petkim satılacağı için bu sektöre yatırım yapılması yasaklandı.

1989 yılından 2003’e kadar Petkim’e tek bir çivi çakılmadı. Teknik eleman takviyesi yapılamadığı gibi teknolojisi de yenilenmedi. Bu arada 1994-1997 yılları arasında Petkim, 2 milyar dolar kar etti. Ancak bu paralar Petkim’den alınıp seçim yatırımlarında kullanıldı. Çiller Hükümeti de Petkim Yarımca Tesislerini kapatmak için IMF’ye taahhüt verdi.

2000’li yılların başında Yarımca Tesisleri arazisi ile birlikte petrokimyadan anlamayan Tüpraş’a devredildi. Çalışanlar da eleman ihtiyacı olmadığı halde Aliağa tesislerine gönderildi. Böylece çok iyi bir planlamayla yola çıkan kadersiz Petkim’in Kocaeli hikayesi sonlandı. Üstüne de yüzlerce yeni eleman yükü bindirildi.

Petkim için 2003 yılında ilk özelleştirme ihalesi yapıldı. Yani özelleştirme kapsamına 1989’da alınan Petkim tam 14 yıl boyunca yoğun bakım odasında tutuldu. Petkim’in ilk özelleştirme ihalesi 2003 yılında gerçekleşti. Uzan Grubu yüzde 88 hissesine 600 milyon dolar teklif ederek, ihaleyi kazandı. Allah Petkim’e acımış olmalı ki hükümet ihaleyi iptal etti. Zira Uzan Grubu bu dönemde birçok hadiseyle Türkiye’nin gündeme geldi ve siyasi iradeyle kavgaya tutuştu…

İhalenin iptal edilmesinin hemen akabinde, Ocak 2004’te yeniden ihaleye çıkıldı. Ancak tek teklif geldiği için zarf açılmadan ihale iptal edildi. İhale kanununa göre tek teklif, ihale iptalini gerektiriyordu. Anlayacağınız bu dönemde alıcısı da yoktu garip Petkim’in. Kamuoyunda da “Koca Fil” diye anılıyordu. Sahipsiz ve öksüz kalmıştı. Ancak hükümet Petkim’in önceliğini satış olmaktan çıkarıp, “Önce şirketi toparlayalım. Gerçek değerini bulsun. Öyle satalım.” stratejisini benimsedi. Bu yaklaşımla Petkim’de yeni bir dönem başladı. Yatırımlarla verimlilik arttı. Kârlı, verimli stratejik Petkim’e dönüş başladı. 2003 yılını 200 trilyon zarar ile kapatan şirket, 2004 yılında kâr açıklayarak herkesi şaşırttı.

2005 yılında şirketin yüzde 34 hissesi halka arz edildi. Ve gelen talep miktarı beş kata ulaştı. Halka arz ile tam 283 milyon dolar gelir Hazine’ye aktarıldı. O yıllar için bu çok büyük para anlamına geliyordu.

Petkim, 2008 yılında özelleştiği zamana kadar oldukça başarılı faaliyet dönemleri geçirdi. Yeniden parladı. Dikkatleri üzerine çekti. Adeta küllerinden doğmuştu. 2008 yılında ise özelleştirme detayları oldukça uzun olan yeni bir yolculuğa başladı. Artık Petkim, özelleştirilmişti. Azerbaycan Devlet Petrol Şirketi’nin (SOCAR) özelleştirmeden devir almasıyla Petkim’de yeni dönemin de kapısı aralanmış oldu.

SOCAR, kardeş Azerbaycan’ın petrol ve doğalgaz kaynaklarının imtiyazını elinde tutan küresel ölçekte önemli bir şirketti. Kardeş ülkenin şirketi olması da önemini artırıyordu. Bu sebeple de özelleştirme memnuniyetle karşılanmıştı.

SOCAR, “Petkim’in hammadde güvenliğini tesis etmeden, Petkim’in yaşaması mümkün değil.” tespitini yapmıştı. Zira o dönemde Tüpraş da özelleştirilmişti, ama özelleştirilmeden önce Petkim’in hammaddesi olan naftayı benzine dönüştüren bir yatırım yaparak, Petkim’in hammaddesini kesmişti.

Bu sebeple Azerbaycan ve Türkiye’den isimlerden oluşan ve sektörü yakından takip eden dönemin SOCAR yönetimi, önce bir rafineri yapılmasını ve ardından Petkim’in büyütülmesi gerektiği vizyonunu her iki kardeş devletin yetkilileriyle paylaştı. Türkiye Cumhuriyeti Devleti de bu stratejik tespiti yerinde bularak ve Azerbaycan yetkilileriyle fikir birliği yaparak, her türlü desteği ve yardımı sağladı.

Böylece 7 milyar dolarlık Türkiye’nin son 40 yıldaki en büyük reel sektör yatırımı olan ‘STAR Rafineri’si kuruldu. Petkim sahası Özel Güvenlik ve Özel Endüstri Bölgesi ilan edildi. Rafineri yapım sürecinde de defalarca özel destekler verildi. Yatırımın önündeki engeller zaman kaybı olmadan kaldırıldı. Bunun için de Türkiye tarihinin ilk “Stratejik Yatırım Belgesi” bu tesise verildi.

Çünkü rafineri bitince buradan çıkacak hammaddeler, kurulacak yeni tesislerde işlenecekti ve Petkim de rekabet avantajına kavuşacaktı!

Peki öyle mi oldu? Öyle olmadığına, bu stratejiden sapıldığına dair iki yazı kaleme aldım. Değerlendirme yaptım.

Zira Star Rafineri’si bitti ve Türkiye’nin Tüpraş’tan sonraki ikinci büyük sanayi şirketi oldu. Üretiyor, satıyor, para kazanıyor. Fakat Petkim yine öksüz. Öylece bir kenarda, elleri koynunda adeta kaderine terkedilmiş gibi…

Neden böyle olduğunu, bu duruma geldiğini örneklerle gündeme getirmeye devam edeceğim.

QOSHE - PETKİM'in acıklı hikayesi… - Güntay Şimşek
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

PETKİM'in acıklı hikayesi…

17 0
13.02.2024

Yıl 1965. Demirel Hükümeti işbaşında. Devlet’in maaş ödeyecek gücü yok. İhracat kalemleri incir, fındık vs... Tüm ihracat geliri de petrol ithalatına dahi yetmiyor.

1950’li yıllarda petrokimya sanayi icat edilmiş. Amerika’dan sonra Almanya kimya sanayinde doludizgin gidiyor. Bu gelişmeleri gören dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, bakanı Ali Naili Erdem’i çağırır;

-Ali Naili hele bir git bak bakalım bu Alamanlar ne yaptılar da bu kadar hızlı gelişiyorlar.

Ali Naili Erdem, bu emir üzerine Almanya’ya gider. Bir hafta sonra döndüğünde bakanlar kurulunda Demirel sorar;

-Anlat bakalım Ali ne yaptın Alamanya’da...

-Efendim Almanya kimya sanayinde çok ilerlemiş, ekonomilerinin temel dinamiği kimya olmuş. Bizim kimya sanayine girmemiz lazım.

-Nası yapacaz Ali? Maaş bile ödeyemiyoruz.

-Ruslardan kredi alalım efendim.

Ve böylece Türkiye’nin petrokimya macerası başlıyor.

Önce Kocaeli Yarımca’da Tüpraş ile entegre tesislerle işe koyuluyor. Tesis devreye girip, talebe yetişemeyince 1970’li yıllarda Aliağa’da, yine Tüpraş ile entegre olacak şekilde bir başka yatırıma daha başlanıyor.

Gerek Yarımca ve gerekse Aliağa entegre tesisleri bu minval üzere Türkiye’nin hayatına giriyor. Özellikle Aliağa’da çağdaş bir kurgu ile tesis hayata geçiriliyor. Rafineri-Petrokimya-Enerji-Lojistik ve Dağıtım Entegrasyonuna dayalı bir sistem kuruluyor.

Türkiye sadece ham petrol ithal edecek veya TPAO kanalı ile petrol çıkaracak. Bu petrolü rafine edecek, ardından rafineriden çıkacak petrokimya hammaddelerini başta nafta olmak üzere petrokimyasallarına dönüştürecek. Tesisler kendi enerjisini kendi üretecek, kendi limanlarını kullanacak ve rafineri ürünleri de Petrol Ofisi ile dağıtıma sunulacak. Baştan sona her aşaması iyi planlanmış bir yatırıma Türkiye kavuşuyor.

Neden her açıdan iyi planlandığını şöyle ifade edelim. Bu entegrasyon ile petrolün değerini 100 kabul edelim. Rafineri sayesinde bu değer 130’a çıkıyor. Ama devreye petrokimya tesisleri de girince bu değer yaklaşık 500 seviyelerine ulaşıyor. Diğer ifadeyle 100 TL’lik ithalat yaparak, 500 TL’lik değer yaratılıyor.

Petkim Aliağa Tesisleri, 1985 yılında devreye alınıyor. Sonrasına bakalım neler oluyor;

1989 yılında Amerika’dan ithal bürokratlar görev almaya başladı. Rahmetli Turgut Özal da onlara görev vermek için özel çaba harcadı. İşte bu ithal bürokratlar tesisleri........

© Habertürk


Get it on Google Play